Bir çalıştay (bknz:https://engelsizseyyah.com/category/engelli-seyyahdan/ ) nedeniyle bulunduğumuz Girne hakkında çok detaylı olmayan, kısa bir bilgilendirme yapmak istedim. Fazla büyük olmayan bu belde de çalıştay nedeniyle fazla gezme fırsatımız olmadı. Çaliştay’a ev sahipliği yapan Girne Belediye Başkanı Nidai Güngördü bu kapsamda bizlere kısa bir tanıtım gezisi düzenledi.
Girne’de gezilecek yerler olarak, Tarihi Girne Limanı, Girne Kalesi, Batık Gemi Müzesi, Archengelos Michail Kilisesi-İkon Müzesi, Girne Yat Limanı öne çıkmaktadır.
Burada adı geçen tarihi mekanlara engelli ulaşımının zor hatta mümkün olmadığını, bu nedenle bol zamanımız olsa bile buralara ait gezi notlarımızın olamayacağını belirtmek isteriz. Çalıştay süresinde tanıştığımız ve bu konularda bilgisine baş vurduğumuz Kıbrıs Türk Ortopedik Özürlüler Deneği Başkanı Günay Kibrit’de bu konuda ayni doğrultuda bilgi vermiştir. Kendisinden bu konuda daha detaylı bir bilgilendirme yazısı düzenleyip bize göndermesini rica ettik. Bu yönde bir çalışma bize ulaşırsa sitemizde yayımlayacağımızı kendisine söyledik.
Bunun yanında Belediye Başkanı, şehrin daha ulaşılabilir olması yönünde çalışmalar yapıldığı müjdesini bizlere iletti.
Girne’de araçla yaptığımız genel şehir gezimizde şehrin trafiğinin yoğun olduğunu şehir içinde sandalye ile gezmenin güç olduğunu gözlemledik.
GİRNE YAT LİMANI
Girne’de gezme şansımız olan ve şehrin en güzel yeri burasıdır. Nal şeklinde olan bölgede Eski Venedik evleri, restoran ve tavernalar sahil boyunca sıralanmaktadır. Sandalye ile baştan başa gezmek, hatta bu geziyi şehrin merkezine kadar uzatmak mümkündür. Ayrıca limanın başlangıcında kalenin hemen yanında 2 araçlık engelli otoparkı bulunmaktadır. Benim gördüğüm an boş olan park yerleri acaba her zaman böyle midir bilemem. Ama bizzat Belediye Başkanı buraya park eden diğer araçları en yüksek miktarda ceza kesildiğini bildirdi.
Yakın tarihe kadar ticari amaçlar için kullanılan söz konusu liman, günümüzde rengarenk balıkçı tekneleri, limana demir atmış yatları, her zaman canlı olan kafe ve restoranları ile turistler için olduğu kadar yerli halk için de vazgeçilmez uğrak yerlerinden biridir. Yani, burası Girne şehrinin başlıca eğlence merkezidir.
Sahil boyunca tekerlekli sandalye ile gezmek ve mekanlara yemek yemek mümkündür.
Bu arada belirtilmesi gereken husus, burada bulunan satış yerlerinde bir çok ürünü Ülkemize göre çok ucuza temin edilebilmektedir. Alış veriş yapmayı unutmayın.
Edinburgh seyahatimi Londra’dan tren ile yaptım. Öncelikle bu seyahat ile bilgi vermek istiyorum. Londra’dan Edinburgh tren yolculuğu dört buçuk saat sürüyor. Güneyden kuzeye hemen hemen bütün İngiltere boyunca ülkeyi geçmiş oluyorsunuz. Bu yolculuğunuzda Doncaster, York ve Newcastle gibi ilginç şehirlerini tren penceresinden seyretme imkanı buluyorsunuz.Londra King Cross garından bilet alırken engelli indirimi yapıldığını öğrendim. Burada şunu belirtmeliyim ki bu tip biletleri internet yerine bizzat gardan almanın indirimlerden yararlanmak için faydalı olduğunu düşünüyorum. Yerim garanti olsun indirim önemli değil diyorsanız başka tabi. O zaman çok önceden internetten biletlerinizi alınız. Ben genelde biletlerimi gardaki gişelerden alıyorum. Hem garın durumunu hem de engelli olarak nasıl ulaşacağınızı, trene nasıl bineceğinizi yerinde görmek önemli. Bunu seyahat saatine bırakırsanız, olmadık sürprizlerle karşılanmanız nedeniyle zorluklar yaşamanız mümkün. Mesela ben tren garına giderken garın metro durağında asansörün çalışmadığı gibi bir aksilikle karşılaştım. Bu durum bana tam 45 dakikaya mal oldu. Bu nedenle yaban ellerinde tedbirli olmak şart. Burası Londra böyle şeyler olmaz diye asla düşünmeyin.
Dediğim gibi engelli olduğumu gören gişe görevlisi (kendisine teşekkür ederim çok yardımı oldu) bana ve eşime bir kart çıkartarak (yanınızda fotoğraf taşıyın, yoksa da üzülmeyim garda vesikalık çeken yer var. Sadece 2 poundunuza mal olur. Görevli bu konuda da yardımcı oldu siyah beyaz yeterli olur dedi. Böylece 6 pound yerine 2 pound ödedik.) toplamda iki kişi için 50 pounda yakın indirim sağladı. Bunun yanında engelli olarak yapmamız gerekenleri anlattı hatta doldurmamız gereken başvuru formunu bizzat kendisi doldurarak “hizmette sınır yok” dedi. Her zaman böylesi denk gelmez. Bizim şansımıza denk geldi. Ama engelli hizmeti almak için bir form doldurmanız gerekiyor. Böylece adınız ilgili hizmeti veren kısma iletiliyor.
Seyahat günü gardaki özel bölüme (Harry Potter ’in 9,5 no.lu peronunun! Yanında yer alan Bu bölümün adı Elphick Room)giderek elimizdeki belgeyi gösterdik ve beklemeye başladık. Zamanı gelince bir görevli geldi ve bizi trene bindirdi. Engelliler için ayrılan masalı ve hemen tuvalet yanındaki yerimize yerleşerek rahat bir seyahat yaptık. Bu dönüşte de aynen gerçekleşti.
İskoçya’nın başkenti Edinburgh; sahip olduğu mirası, kültürü ve şenlikleriyle ünlü. Eski ve Yeni Şehrin “Dünya Mirası Alanları”nı keşfetmek için görülmesi gereken bir şehir. İskoç ruhunun olduğu gibi canlı bir şekilde hissedilebileceği bir şehir. Bir gayda ve bir etek, bu günlerde bile günlük yaşamın bir parçasıdır. Yalnız bu gayda işini fazla abartmışlar her sokakta gayda çalanlara rastlıyorsunuz.Tren Edinburgh İstasyonu’na ulaştığında, şehirde bizi ilk karşılayan Scott anıtı oluyor. Şehir tamamıyla bir Harry Porter setini andırıyor.Genel yapısı itibariyle iniş çıkışlı olan şehir bu yönü ile tekerlekli sandalye ile seyahat için fazla konforlu olmayabilir. Aşağıdaki notlarımda da göreceğiniz gibi bazı yerler ulaşmak epey gayret sarf etmenizi gerektiyor. Biz daha önce yazılan gezi notlara bakarak yürüyerek gezmeyi planladık ve uyguladık. Ama o notları yazanların tekerlekli sandalyelileri kastetmediklerini maalesef geç fark ettik. Edinburgh’u gezerken doğru olanı “hop on-hop off” gezi otobüslerini tercih etmekmiş. Siz giderseniz bence bu yolu tercih edin. Her yere şehir içi otobüslerle ulaşmanız mümkün. Biz bu yolu seçtik. Ama bilet ücretleri yüksek. İndi bindi bile yapsanız otobüse iki kişi için 3.40 pound ödemek durumundasınız. (Bir kişi 1.70 pound) .Paramızın değer göz önünde tutulduğunda maliyet yüksek oluyor. Burada size tavsiyem “D Ticket” almanız. Bir gün geçerli olan bu bilet 4 pound olup bunu gün içinde sınırsız kullanabilirsiniz. Otobüsler nakit para alıyor ama para üstü vermiyor. Bunu bilerek yanınızda hep bozukluk bulundurun. Belirttiğim günlük bileti gene ilk bindiğiniz otobüsten alabilirsiniz. Bunun yanında duraklarda fazla bekliyorsunuz. Bizim gibi Ekim ayında giderseniz ayrıca duraklarda üşümekte ekstrası. Artık tercih sizin.
Ama diğer bir konuyu tercihinize bırakmam istemem. Ekim ayının 14. gittiğimiz şehirde hatırı sayılır bir soğuk vardı. Zaten buraların yağmuru malum, birde soğuk eklendiğini düşününce bavulunuza bol bol kalın giysiler, mont ve yağmurluk koymalısınız. O nedenle gezi tarihini belirlerken hava şartlarını göz önünde tutun. Her zaman belirttiğim Avrupa gezi planlarında sonbahar aylarında güneyi tercih edin. Kuzeyi Mayıs ve Haziran aylarını tercih edin. Ben bu defa bu kaideye uyamadım. Zira Londra’ya kadar gelmişken, (buraya yerleşen kızıma) gelmeyi düşündüğüm Edinburgh’u araya sokayım dedim.
İngiltere zaten pahalı bir ülke, bir de paramızın değerini de göz önünde tuttuğumuzda, gezi bütçesini yaparken dikkatli olmamızı tavsiye ederim. Bir pizza veya hamburger ile bir meşrubat aldığınızda 15 pound ödüyorsunuz. Ulaşım fiyatlarını yukarıda anlattım. Otellerde ucuz değil. Müze hariç diğer ziyaret edilecek yerler paralı. Yani engellilere ücretsiz değil, ama hatırı sayılır indirim yapılıyor. Ama sorun paramızın değersizliği sonuçta. (Yazımın tarihinde 1 pound 7,50 TL. İdi).Bu nedenle gezi planınızda bir gün bile önemli. Günleri tam değerlendirin, böylece gün sayısını azaltın.Bu genel bilgilerden sonra gezmeye başlayalım. Edinburgh’un 3 ana bölgesi görülmeye değer. Edinburgh’un baş tacı olan kalesine, katedral, kilise, saray ve müzelere ev sahipliği yapan UNESCU kültür mirasları arasında yer alan eski şehir( Old town). Aslında en yeni binası 100 yıllık olan ve şehrin en iyi alışveriş merkezlerine ve çağdaş müzelerine ev sahipliği yapan yeni şehir (New Town) ve deniz kenarında şehrin en iyi gastronomi duraklarına ev sahipliği yapan leith bölgeleri. Bu muhteşem şehrin tamamının görülebileceği en ideal yer ise kayaların üzerinde inşa edilmiş, şehri tepeden gören Edinburgh kalesi. Bu nedenle ilk hedefimiz de burası. EDİNBURG KALESİ
Edinburgh gezisi kapsamında görmenizi şiddetle tavsiye edilen birinci yer, her sene 1.5 milyondan fazla kişinin ziyaret ettiği Edinburgh Kalesi olacak.Edinburgh Kalesi ya da diğer adıyla Castle Rock – Kaya Kalesi, 350 milyon önce faaliyette olan sönmüş bir volkanın bacasının üstünde bulunuyor. Kale MS 600 yılında yapılmış gerçek bir şaheser ve tatbiki de Dünya Miras Listesinde. 8 bin yıl öncesine dair yerleşim olduğuna dair kalıntılar olan bölgede, iki bin yıl öncesine ait olan iskeletler de bulunmuş.
Yüksek bir tepede kayaların üzerinde konumlanmış, tarihin 1200 yıl geriye uzandığı Eski şehre, neren bakarsanız bakın görebileceğiniz Edinburgh kalesi damgasını vurmuş.
Kale İçinde Görebilecekleriniz:1. Taç Odası ve Kader Taşı – İskoç Taç mücevherleri2. Büyük Salon – Devlet işlerini buradan yönetmek için inşa edilmiş, Oliver Cromwell’in ordusu tarafından bir garnizon olarak kullanılmış, bugün çeşitli silahlar, zırhlar ve kale anahtarını sergiliyor.3. Kraliyet Sarayı – James VI onuruna 1617 yılında oluşturulan odalar. (Erişim uygun değil)4. Aziz Margaret Şapeli – Edinburg’un en eski binası, 1.David ‘in annesi anısına inşa edilmiş.5. Savaş Zindanları – 18. yüzyıl sonunda mahkumlarının kaledeki zindanlarda nasıl yaşadığını göstermek üzere tasarlanmış, sesli dinletilerin de olduğu zindanlar.6. Mons Meg – 150kg ağırlığında olup, 3.2 km uzağa top ateşleyebilen Avrupa’nın en eski kuşatma silahlarından biri.7. Saat Bir Topu – 1861’den beri her gün saat 13.00’de ateş edilen top.8. İskoç Ulusal Savaş Anıtı – Birinci Dünya Savaşından beri gerçekleşmiş çeşitli çatışmalarda hayatlarını feda edenler için yapılmış anıt.9. Manzaralar – Edinburgh manzaralarını kalenin duvarlarından seyredebilirsiniz
Biz yanlış yoldan gittiğimizden çıkmakta ekstra yorulduk. Siz Royal Mile’ den buraya ulaşın. Daha az yorulursunuz. Biz bir vatandaşın tavsiyesi ile otelden yürüyerek gitme hatasını yaptık, nerdeyse yarı yolda kalıyorduk. O nedenle sakın otoparkların olduğu ve genelde gezi otobüslerin ve araçların kullandığı yolu kullanmayın.Royal Mile’ den giriş yaptığınız da geniş ve eğimli bir alana giriş yapıyorsunuz. Girişteki Görevliden az İngilizcemizle (genç arkadaşlar mutlaka İngilizceyi bir şekilde öğrenin. Az İngilizce ile olmuyor, bunun bedeli bazen çok yorucu olabiliyor) biraz bilgi alıp kalaya doğru yola çıktık. Kale kapısında Görevli bayanın yol göstermesi ile eşim içeri girip biletlerimizi aldı. Benim beklediğim yer engelli ve yaşlı kişileri kaleye ulaştıran aracın park ettiği yer. Hemen girişin yanında. Normal insanın giriş ücreti 16 p. Biz eşim ve benim için 13.33 p. ödedik. Yani iyi bir indirim yapılıyor. Bu indirimin yanında sizi kalenin en görülmesi yerine götürme getirme hizmeti de dahil. Yalnız araç yarım saatte bir geliyordu. (Yazın ise iki araç sürekli çalışıyormuş). Biraz bekledik ve resimde görülen araç geldi. Kısa bir yolculukla bizi kalenin tepesine kadar çıkardı.
Ufak tefek yokuşlar ve taş yollar biraz zorlasa da genel olarak kalenin görülmesi gereken yerlerinin büyük bir kısmına ulaşılabiliyor. Ayrıca buradan şehri kuşbakışı görebiliyorsunuz. Engelliye uygun tuvaletler bulunmaktadır. Biz genel bir gezi yaptık rampa konulan her yeri gezdik, ama asansörle ulaşılan diğer yerleri varmış ama biz sanırım görmediğimizden ve bilmediğimizden buraları göremedik. Siz artık bildiğinizden mutlaka bu asansörleri bulun.
Böyle bir yerde yardımcı ve yol gösteren görevlinin olmaması büyük bir eksiklik. Levhalarda yetersiz. Genel bir bilginiz yoksa (ama şimdi var 🙂 ) kaleye engelli ulaşım olduğunu anlamanız mümkün değil.
Edinburgh’a gelip te bu kaleyi görmemek zaten düşünülemez. Mutlaka burayı gezin.
National Museum of Scotland
İskoçya Ulusal Müzesi. Farklı katlara bölünmüş olan bu müze, İskoç arkeolojik buluntularının ve ortaçağ nesnelerinin ulusal koleksiyonlarının yanı sıra; jeoloji, arkeoloji, doğal tarih, bilim, teknoloji, sanat ve dünya kültürlerini kapsayan eserleri içermekte.
Muhteşem sanat nesneleri ve basit günlük yaşam öğeleri ziyaretçilere İskoç tarihini ve yerli halkın kültürlerini ve benlik bilincini geliştirme çabalarını anlatıyor.. Venedik tarzında, dünyadaki çeşitli koleksiyonları bulabileceğiniz güzel bir bina. Bu koleksiyonlar, sanat, bilim, sanayi, arkeoloji, çevre ve diğer birçok yaşam alanlarına ışık tutacaktır. Giriş ücretsiz.
Tekerlekli sandalye ile her yerine ulaşabildiğiniz bu müze, burada mutlaka görmeniz gereken bir yer. Biz fazla zaman ayıramadık bu nedenle tam olarak gezemedik ama siz en az 3 saat ayırın buraya. Edinburgh’ta görülmesi gereken birçok müze bulunmakta. Biz sadece burayı gezebildik.
İskoçya’nın en eski bölümüne verilen ad olan Old Town – Eski Şehir, Edinburgh gezisi içinde belki de en çok zaman geçireceğiniz bölge olacak. Ortaçağ mimarisi ve Reform dönemine ait yapıların korunmuş olduğu bölgede, ünlü St. Giles Katedrali, İskoçya Ulusal Müzesi, Parlamento Binası ve çeşitli kiliseler bulunmakta. Parke taşlı daracık sokakları vb. gibi bizlerin ulaşmasının mümkün olmadığı geçit, gizli meydanları ile dikkat çekiyor. Ancak iniş çıkışlı tepelerinde bazı tırmanışlar bize göre değil.Yine eski şehirde olan ünlü Royal Mile Caddesi, Edinburgh manzaralarına tanıklık edebileceğiniz yerlerde Holyrood Parkı ve burada bulunan volkanik tepe Arthur’s Seat ziyaretçilerine tam bir görsel şölen sunuyor.İhtişamlı yapısı ile Tarihi kilise St. Giles Katedrali, Edinburgh Kilisesi ve Holyrood Sarayı arasında yer alıyor. Eski Şehrin önemli simgelerinden olan Edinburgh Üniversitesi’ne de vakit ayırın. Holyrood’da bulunan tasarımı ile 2005 yılında stirling ödülüne layik bulunan Parlamento Binası’nın zevkli dekorasyonuna tanıklık edin. Ünlü yazar J.K. Rowling’in Harry Potter kitaplarını yazmış olduğu The Elephant House da Royal Mile civarında bulunuyor.Royal Mile
Edinburgh Kalesi’nden başlayıp Holyrood Sarayı’na kadar devam eden Royal Mile (Kraliyet Yolu), eski şehir bölgesinin en önemli turistik yerleri arasında sayılıyor. Oldukça renkli bir atmosfere sahip olan Kraliyet Yolu boyunca yürürseniz sokak sanatçısını dinleme ve gösterileri izleme şansını elde edebilirsiniz. Turistlerin sürekli dolaştığı, festival zamanı gösterilerin olduğu, Edinburgh Kalesinden başlayıp Holyrood House’a kadar gelen uzun bir yol. Bu cadde üzerinde çeşitli turistik dükkânlar, İskoç kumaşını satan mağazalar, restoranlar, kafeler, tarihi yerler keşfedilmek üzere sizleri bekliyor.
Ama mutlaka gezinizi Kaleden başlayıp Holyrood sarayında bitirin. Bu yolla sadece frenleme ile yol alırsınız Aksi halde iyi bir yokuş çıkmanız gerekir. Bu caddenin bazı yerleri trafiğe kapalı, Sakin aylarda daha rahat gezer ve alış veriş yapabilirsiniz. Yol üzerine bir çok pup’ları, st.giles kilisesini vb. yerleri görebilirsiniz.
Palace of Holyroodhouse
Holyrood house Sarayı. Eskiden dedikoduların, cinayetlerin ve siyasi entrikaların yeri olan Holyroodhouse Sarayı, günümüzde Kraliçenin resmi ikametgâhıdır. Otel, Edinburgh Sarayı’na ulaşan Royal Mile’nın sonunda bulunmaktadır. Ortaçağ efsanesine göre şu anda sarayın olduğu yerde kalıntıları bulunan manastır, 1128 yılında 1. David tarafından inşa ettirilmiş. Kral avlanırken, bir geyiğin boynuzları arasında haç olduğunu görmüş ve bunun Tanrıdan gelen bir mesaj olduğunu düşünerek geyiği gördüğü yere manastırı yaptırmış. Bugün sarayın ismi olan ‘Holy Rood’, Kutsal Haç anlamına geliyor.
Dönemin İngiliz Kralı’nın İskoçya’daki malikânesi olan Holyrood Sarayı, resmi giriş alanı olan Great Stair’i, süslemeleri ve dekorasyonu ile etkileyici Royal Dining Room’u, Royal Gallery’den bazı parçaları bünyesinde barındıran Queen’s Gallery ve Throne Room görülmesi gereken yerlerdenGiriş ücretli ama engelli indirimi ile uygun olan (Engelli ve refakatçi ile toplam 8,70 Pound) Saray’ın önemli bölümleri tekerlekli sandalye ye uygun. Girişten itibaren bir görevli size yardımcı oluyor. Gezmeniz için rehberlik ediyor. Üst kata çıkmak için özel asansöre yönlendiriyor. Rahatça gezebiliyorsunuz, engelli tuvaletleri bulunmaktadır. Ancak resim çekmek yasak bu nedenle sizlere sarayın içinden resim gösteremiyorum.
Hemen yanında bulunan yıkık kilise ilginç bir yapı. Buradan bahçeye çıkılıp sarayın bahçesini gezebiliyorsunuz. Buradan Holyrood parkını ve Arthur Seat tepesini görebilirsiniz.
Arthur’s Seat – Arthur’un Koltuğu
Şehrin panoramik manzaralarını yüksek bir tepeden seyretmek isteyen yürüyüş sevenler, Edinburgh’un bu en yüksek zirve noktasına yürüyerek bir saatte çıkabilirler. Yani bize hiç uymaz.İsmini Kral Arthur’a ait efsanelerden geldiği söylenen bu tepe, Edinburgh kalesinin altındaki kayalar gibi sönmüş yanardağ oluşumundan meydana çıkmış. Yukarıda belirttiğim gibi sarayın bahçesinden setretmekle yetindik. Zaten şehrin her yerinden görünen bir tepe.
St.Giles kadetrali
Şehrin ünlü siluetini öne çıkaran tarihi yapılarından biri olan St. Giles Katedrali (St. Giles Katedral), kendine özgü mimarisi ve çan kulesi ile turistler tarafından büyük ilgi görüyor. 19.yüzyılda restore edilerek günümüze kadar ulaşması sağlanan katedral, yaklaşık olarak 900 yıldan beri şehrin dini odak noktalarından biri. İskoçya’nın dini kültürü hakkında bilgi edinmek isterseniz ve katedralin mimari özelliklerini daha yakından görmek isterseniz tarihi yapıyı ziyaret edebilirsiniz.
Bunların yanında benim gitme fırsatını bulamadığım The Elephant House–The GrassmarketAreaGreyfriars Kirkyard: -grayfars bobby- Frankestein Pub gibi ilginç yerleri de ve burda bulunan diğer müzeleri de gezebilirsiniz. New town New Town, Old Town bölgesinin Edinburgh’ta atan nüfus ihtiyaçlarının karşılanamaması nedeniyle on sekizinci yüzyıldan itibaren kurulmaya başlanan bölge. 18.yy İngiliz mimarisi ile görkemli binalara ev sahipliği yapan yeni şehir 250 – 300 yıllık binaları ile eski şehir ile kıyaslanınca genç kalıyor. Cadde boyunca kale ve eski şehir manzarasını izlemeniz mümkün. Burada görülmesi gereken yerlerin başında ise Prenses Caddesi geliyor. Burada bulunan ve simgesel anıtların bulunduğu Calton Hill’e dik merdivenler nedeniyle ulaşmak mümkün değil. Onun için burayı uzaktan seyretmekle yetindik.
The Royal Yacht Britannia
Britanya, 16 Nisan 1953’te inşa edildikten sonra 44 yıldan fazla bir süre bir milyon milden fazla yol kat ederek Kraliyet Ailesi’ne hizmet etmiş. Kraliçenin parlak devlet ziyaretleri, resmi resepsiyonlar, kraliyet baleleri ve aile tatilleri için adeta mükemmel bir krallık evi olmuş.
1997’de emekliliğe ayrılmış olan gemi, artık Edinburgh’ta müze olarak ziyaretçilerini ağırlamakta. İçeri girmeden size bir kulaklık veriliyor (ilginç ama Türkçe ’de var) ve dolaştığınız yerlerde bu kulaklıktan ilgili kısım hakkında sesli bilgiyi dinleyebiliyorsunuz.
Tur kapsamında, gemi dümeninin olduğu köprü mevkiini, kraliçenin misafirleriyle birlikte yemek yediği salonu, yatak odalarını, oturma odalarını, makine dairesini, personel kamaralarını, güverteyi gezebilmeniz mümkün.
Kraliyet Yatı. Kraliyet ailesine Dünya’nın 4 bir yanından gelen hediyelerin ve konakladıkları kamaraları gezme şansı yakalayacağınız bu yat için Şehrin biraz dışındaki Ocean Terminal bölgesine gitmeniz gerekiyor. Buraya şehir içi otobüsleri ile ulaşmak mümkün. Alışveriş Merkezinin 3. katından yata açılan bir giriş kapısından giriş kapısı ile bu yata giriş yapılıyor. Açıkçası geniş zamanı olanlara tavsiye edebileceğim bir yer. Giriş ücretli 16.50 ancak engelli ve refakatçisi için toplam ücret 12.50 poundGeminin her yerine ulaşmanız mümkün. Her kata asansörle ulaşılabilir. Her yönü ile tekerlekli sandalye için uygun. Bol bol engelli tuvaletleri var
Princess Caddesi İskoçya’nın Oxford Street’i olarak anılan ve yalnızca yaya girişine açık olan bu cadde önemli alışveriş mağazalarına ev sahipliği yapıyor. Prenses Caddesi’nde bir alışveriş turu yapabilir, kale manzarasının tadını çıkarabilirsiniz. Alışveriş sonrası yorgunluğunuzu atmak isterseniz Princes Street Gardens ve West Gardens’ta soluklanabilir, burada bulunan heykel ve anıtları keşfedebilirsiniz. Cadde düz ve tekerlekli sandalyeye uygun. Bağlı sokaklara ulamak için biraz meyil var ama ulaşılamaz değil.Edinburgh’un en yoğun caddesi. Aynı zamanda otobüslerin kalkış noktası olan caddede yolun hemen yanında, şahane kale manzarasına karşı Prenses Caddesi Bahçesi (Princess Street Garden), yer alıyor. Edinburgh’luların da oldukça rağbet gösterdiği park, huzurlu ve yemyeşil bir yer. Ama merdivenlerle inildiğini gördüğümden ben inemedim. Belki meyilli bir inişi vardır ama onunda dik olduğunu tahmin ediyorum. Caddeden seyretmekle yetindik. Genellikle özel araçların girmesine izin verilmeyen caddeye toplu taşıma araçlarını kullanarak ulaşabilirsiniz. Princess Street’ten eski şehir merkezini ve Edinburgh Kalesi’ni geniş bir açı ile görebilirsiniz. Ayrıca caddede yer alan dünyaca ünlü mağazaları gezebilir ve alışveriş edebilirsiniz. Yalnız hiç ucuz değil bilesiniz. Scott Monument
Scott Monument, Princess Street’te yer alan devasa bir anıt. Görkemi ile büyüleneceğiniz ve ihtişamı ile kendinizi küçücük hissedeceğiniz Scott Monument, neo-gotik tarzda inşa edilmiş taş bir kule. İskoçyalı yazar Sir Walter Scott anısına yapılmış.Yüksekliğinden dolayı Edinburgh ve çevresinin panoramik manzarasını seyredebileceğiniz Scott Anıtı (Scott Monument), ihtişamlı gotik mimarisi ile ön plana çıkıyor. Dünyanın en büyük yazar anıtı olan ve 1840 yılında inşa edilmeye başlanan 61 metre yüksekliğindeki Scott Anıtı üzerinde 68 adet heykelcik bulunuyor. 287 basamaklı merdiveni le tepesine çıkıldığın sadece bilgi olarak paylaşayım. Edinburgh geziniz esnasında Princes Street Garden’da yer alan Scott Anıtı’nı detaylı inceleyebilir ve eşsiz karelere imza atabilirsiniz.
Sonuç olarak görülmesi ve gezilmesi gereken bir şehir. Ancak başta da belirttiğim gibi gezi otobüslerini tercih etmek yararlı olabilir. İyi bir internet kullanıcısı iseniz (uygulamasını indirip)şehir içi otobüsleri ile de gezmeniz mümkün. Ama mutlaka günlük bilet alınız. Yoksa ulaşım bizim paramızla kıyas edildiğinde pahalı. Yürüme planında notlarımızdaki güzergâhları takip edin. Zira iniş çıkışı bol bir şehir.Yeme içme konusunda meraklıysanız başka kaynaklara bakın ama yeme içme burada gene bizim paramızla pahalıya geliyor. Alış verişe meraklıysanız Princess Caddesi ve sokaklarını bol bol geziniz. Ucuz yerler de bulabilirsiniz.
2014 de yaptığım ve notlarını sizlerle paylaştığım Londra gezi notlarına ek olarak 2019 yılında yaptığım gezi gözlemlerimle eklenti yapmak istedim. Siz öncelikle okumadıysanız “engelliler için Londra” notlarına bakınız.O tarihte gezemediğimiz yerler ile daha önce gezdiğimiz yerlerden bazılarını tekrar gezme imkanı bulduk ve bunları da sizlerle paylaşmak istedim. Bu geçen beş sene yaşanan en büyük değişiklik, paramızın yaşadığı değer kaybı. Bu zaten pahalı olan bu şehri daha da pahalı hale getirmiş.Yararlı olması ve bol bol gezmeniz umuduyla bu notları sizlere paylaşmak istiyorum. Heathrow havaalanıGatwick havaalanındaki tüm hizmetlerinin tümü burada da geçerli. Buradaki farklılık ulaşım ile ilgili olacaktır. THY uçakları 2 no.lu terminalde hizmet vermektedir. Buradan tren istasyonuna ulaşmak için şatıl bulunmamaktadır. Zira istasyon terminale yakındır. Yani terminal içinden istasyona direk ulaşılması mümkün. Hava alanı büyük o nedenle ulaşım biraz uzun sürmektedir. Metro ulaşımıİlk yazımda kullanmadığım için bahsetmediğim bu ulaşım aracından kısaca bahsetmek isterim. İkinci Londra seyahatinde bol bol kullandığım Londra metrosu engelliler için uygun olmasına karşın, bazı sorunlarda yaşanmaktadır. Öncelikle eski duraklardan oluşan metroda geçişler sırasında seviye farkları nedeniyle sorun yaşanmaktadır. Yardım almadan inip binme imkansız. Tüm duraklarda asansör olmaması da ulaşımda sorunlar yaratıyor. Zaman zaman şehri görmek için otobüs kullanılabilir, ama sürekli otobüs zaman kaybı yaratabilir. Bu nedenle metro tercihi yapmanızı öneririm. Sadece istasyonlardaki asansör durumunu önceden incelemeniz gerekiyor.Bu arada geçen 5 yılda paramızın değer kaybı Londra da tüm giderlerde olduğu gibi ulaşımında maliyetinin yükseltmiş Tower Bridge
Londra’nın en önemli köprüsüne ikinci gezimizde özel olarak gitmek istedik. Düz bir yapıda olan köprü üzerinde gezmek gayet rahat. Hem köprünün mimari güzelliğini hem de Londra’yı seyretmek burada bulunmak için yeterli sebepler.
Kırmızı telefon kulübeleri, siyah taksiler ve london eye ile birlikte şehrin en çok fotoğraflanan ve simgesi haline gelmiş yapılarından Tower Bridge gerçekten de bir köprüden öte, bir sanat şaheseri, mimari bir başyapıt.Köprüden yaya olarak geçmek istediğinizde aşağıdaki köprüden geçebiliyorsunuz. Ancak kuleleri ve kuleleri birbirine bağlayan üst köprüyü gezmek ise ücretli. Aslında bilgi eksikliği nedeniyle biz kulelere çıkmadık. Asansörü gördük ama önündeki kuyruk bizi caydırdı. Ama yukarıdaKuzey ve Güney Kuleleri arasındaki koridorun muhteşem bir Londra manzarasına ev sahipliği yaptığı konusunda bilgimiz yoktu. Bilseydik o kuyruğa mutlaka girerdik.
11 metre uzunluğundaki cam zemin bu koridora 2014 yılında eklenmiş ve ayaklarınızın altında Thames Nehri’ni, araç ve yaya trafiğinin aktığı, nehirden gemi geçeceği zaman açılıp kapanan köprüyü tepeden seyretmenize izin veriyormuş. Neyse inşallah bir dahaki sefere diyelim. Ama siz artık öğrendiniz mutlaka bu asansöre binin.Eğer asansöre binerseniz Kuzey Kulesi’ndeki 19. YY Londra’sını orada bulunan sergiden izleyebilirsiniz. Güney Kulesi’nde ise Tower Bridge Köprüsü’nün sıra dışı mimarisinin detaylarını öğrenebilirsiniz. Buradan aşağı inerek makine dairesini ziyaret edebilirsiniz.
Tower Bridge Köprüsü ilk yapıldığında Makine Dairesi’nde buhar makineleri kullanılıyormuş ve köprü buhar gücü kullanılarak açılıp kapanıyormuş. 1974 yılında ise elektrikli sisteme geçilmiş.Eski sistemin de turistik amaçlı ziyaretlerde gösterilebilmesi için hala tutulduğu Makine Dairesi’nde buhar kazanlarını, baskülleri ve yeni elektrikli sistemi yerinde görebilir, bu mühendislik harikasının çalışma prensibini öğrenebilirsiniz. Ayrıca ziyaretiniz köprünün gemi geçişi sebebiyle açıldığı bir zamana denk gelirse araç ve yaya trafiğinin durdurulduğu, köprünün tam ortasından ikiye ayrılarak açıldığı bu olayı seyretmek son derece keyifli olacaktır.Kuzey ve Güney Kuleleri arasındaki koridor muhteşem bir Londra manzarasına ev sahipliği yapıyor. Şehrin en önemli yapılarını buradan seyrettikten sonra bir de aşağıya, üzerinde durduğunuz zemine bir bakmanız öneriliyor.11 metre uzunluğundaki cam zemin bu koridora 2014 yılında eklenmiş ve ayaklarınızın altında Thames Nehri’ni, araç ve yaya trafiğinin aktığı, nehirden gemi geçeceği zaman açılıp kapanan köprüyü tepeden seyretmenize izin veriyor.
Engelli ziyaretçiler, öğrenciler ve 60+yaşlılar için imtiyazlar mevcut olduğunu öğrendim. Engelli ziyaretçilere yardım eden kişiler için refakatçi bileti de ücretsiz olarak temin edilebilir. Anladığım kadarı ile normal yetişkinler için bilet ücreti 9,980 P. Engelli ve refakatçi için toplam 6,80 P.ile asansöre binebiliyor. Mutlaka bu asansöre binin ve köprüyü alttan ve üstten doya doya gezin, metro ile ulaşmak mümkün, istasyona çok yakın.
RichmoundVaktiniz kaldıysa Londra gezilecek yerler arasına Özellikle de havanın güzel olduğu bir günde Richmond’u eklemenizi öneririm. Kesinlikle pişman olmazsınız. Richmond Londra`ya yaklaşık 20 dakika uzaklıkta yer alıyor.
İkinci gezimiz programında olan bu semtte, bilhassa nehir kenarında gezinti yapmanızı öneririm. Hem nehirdeki kuşları, ilginç tekneleri ve parkları görmek ve gezmek güzel bir zaman geçirmenize imkan sağlayacaktır. Diğer yerlerden buranın farkı ise yerli halkı daha fazla görmeniz.
Richmond geyikli parkıyla ünlü. Richmond park Londra’nın en büyük kraliyet parkıymış. Toplamda 856 hektarlık kocaman bir alana sahip. Yani tam bir doğal yasam alanı. 17.yuzyilda 1. Charles tarafından kurulmuş. Ancak biz sahil tarafından yanına kadar gitmemize karşın bu alana giremedik. Zira girişine konulan turnikeden sandalye geçemiyor. Bu nedenle içeri giremedik ve burada bulunan geyikleri göremedik. Belki başka bir girişinden içeri girilebilir.Gerek cadde ve bilhassa nehir kenarında gezinti tekerlekli sandalye ile rahat. Biraz caddeden nehir kenarına inerken meyil var. Çıkışta yorabilir.
King Cross
Edinburgh seyahati nedeniyle gittiğimiz King Cross Tren İstasyonu, Birleşik Krallığı’n başkenti Londra’da bulunan bir tren istasyonudur. İstasyon şehir merkezinin kuzeydoğusunda Camden semtinde yer almaktadır ve Birleşik Krallığı’n en yoğun tren istasyonlarından biridir. King Cross, Harry Potter kitapları ve filmleri ile, özellikle kurgusal Platform 9¾ ile olan ilişkisi nedeniyle tanınır hale geldi.
King cross istasyonunun yanında bulunan bu bina muhteşem yapısı dikkatimizi çekti.
Hyde Park
Ne zaman gelinse mutlaka gidilmesi gezilmesi gereken bu parka bu gelişimizde de uğradık. Bol yağmur vardı.
Ama sonradan güneş açtı. Göl kenarında rahatça gezdik.
Piccadilly Circus – Oxford Street – Carnaby Street
Londra’nın bu önemli mekanlarını görmeden olmaz dedik. Bu gezimizde de buraları gezdik ve resimler çektik. Bu gelişimizde yeni keşfettiğimiz Carnaby sokağında dinlenip kahvelerimizi içtik. Oxford caddesi oldukça düz ve tekerlekli sandalyeye uygun.
Engelliler için Moskova genel olarak zor bir şehir. Bu masalımsı şehri, bilhassa Kızıl Meydanı görmek tüm zorluklara değer diyorsanız lafım olmaz. Gerçekten kırmızı tuğlaları, rengarenk kubbeleri muhteşem kuleleri ile her mevsim insanlarla dolan masal ortamı bir meydan. Gençliğimizde ismini bol bol duyduğumuz bir dönemin, bir görüşün başkenti olan şehir. Belli başlı şehirleri gezdiyseniz ve içinizde Moskova düşü varsa zorluklarına karşın mutlaka gidin derim. Bence 3 günlük gezi yeterli. Tabi fazla detaya dalmayı düşünmüyorsanız. Öncelikle otel tercihiniz bilhassa kızıl meydana yakın olsun. Zira burası hem şehrin merkezi ve hem de Kızıl Meydan her saatte sizlere değişik yüzünü gösteren bir mekan. Yakın olmakta fayda var.
Neresi zor derseniz (tabi tekerlekli sandalyeli engelliler yönünden)öncelikle şehrin ulaşım yükünü taşıyan metroya ulaşmanız mümkün değil. Son yıllarda yapılan ancak merkeze uzak duraklar hariç önemli hiçbir durağı engelliye uygun değil. Gezilmesi görülmesi önerilen hiçbir metro durağına ulaşmanız ya mümkün değil ya da çok çok zor. Bu nedenle gezim boyunca hiç metroya binemedim ve görmeyi çok arzuladığım metro duraklarını göremedim. Bu nedenle de görmeyi arzuladığım bazı yerlere gitme şansım olmadı.
Bunun yanında geniş ve bol trafikli caddelerden karşıya geçmek başka bir sorun. Gerçekten önemli bir sorun. Yolun karşısında görmeniz gereken bir yer var ama karşıya geçmeniz (2-3 kişi yardımcı olmadan) mümkün değil. Moskova’da karşıdan karşıya geçme sorunu bilhassa önemli caddelerde alt geçitlerle sağlanıyor. Yani yayaya geçme şansı tanıyan trafik ışıkları yok. Mutlaka alt geçitten geçmeniz gerekiyor. Güzel bir düşünce ama engelliler için ayni görüşte olmak mümkün değil. Zira alt geçitlerde asansör, lift gibi bir çözüm düşünülmemiş. Bir çözüm düşünülmüş tabi ama ne derecede yararlı oluyor derseniz, yukarıda belirttiğim gibi 2-3 babayiğit bulmanız halinde sonuç alabilirsiniz. Evet, resimlerde görüldüğü gibi rampalar yapılmış ama bunları tek başınız kullanmanız, hatta bir yardımcı ile kullanmanız mümkün değil. Denemek isterseniz resmen hayati tehlike ile karşı karşıya kalırsınız. Böyle bir şehirde böyle bir çözüm düşünülmesi gerçekten bir rezalet. Hangi akıl düşünmüş bilemiyorum. Yani karşıdan karşıya bu yoldan geçmeniz mümkün değil.
Biz nasıl geçtik derseniz açıklayayım. Bir defasında iki adet Beyaz Rusyalı gencin gönüllü yardımı ile geçtik. Hem inmede hem de çıkmada büyük gayret sarf ettiler. Bununla da kalmadılar bizim gibi şehrin yabancısı olmalarına rağmen bizi gitmeyi planladığımız Kurtarıcı İsa Kadetraline kadar götürdüler. Yani yaklaşık 45 dakikalarını bana ayırdılar. İyi insan olmak için başka hiç bir niteliğe gerek yok. İyi insan her yerde, her kimlikte her dinde her ırkta olabilir. Kesinlikle bu konuda ön yargılı olmayın. Onlarla çektirdiğim hatıra resmini burada paylaşmak isterim. Bir defasında trafik polisleri yolu kestiler. Bir iki defada kelle koltukta ama siz denemeyin.
Başka bir zorlukta gezilmesi gereken yerler genellikle parke döşeli. Bu tekerlekli sandalye için pek konforlu olmuyor. Mesela kızıl meydanın zemini parke döşeli.
Bu giriş kısmında son değinmek istediğim konu ise, 9 Mayıs’ta Moskova da olmamaya çalışın. Yani gezi planınızı bu tarihe göre ayarlayın. Tabi bunun gibi başka tören tarihleri var mı mutlaka araştırın. Benim hiç aklıma gelmemişti şimdiye kadar. Ama bundan sonra gideceğim yerlerin bayram vb. gibi tarihlerine mutlaka bakacağım. Sizde bakın. Bu nedenle 3 gün için planladığımız gezinin nerdeyse iki günü kızıl meydana yaklaştırılmadık. Kurtuluş günü törenleri için meydana giren tüm yollar iş makineleri ile kamyonlar ile kapatılmış. Yaya yollarında da Polis noktaları kurulmuş, hiç kimseyi geçirmiyorlar. Sanırım Putin törenlere katılacak diye tüm bu önlemler. Bize pek yabancı gelmedi ama bu kadarının böyle turistik mekanda olacağını hiç aklımıza gelmezdi. Sırf bu nedenle otobüslerde çalışmadığından planladığımız bazı yerlere gidemedik. Zira yaptığımız gezi planı ilk günden geçerliliğini kaybetti. En üzücüsü ise Kremlin sarayını gezemedik. Bu beni çok üzdü. Önlemlerin kaldırıldığı bizimde son günümüz olan Perşembe günü de kremlin ziyaret kapalıydı. Aklınızda olsun Perşembeleri Kremlin kapalı.
Genel olarak gerekli yerlerde insanlar bilhassa gençler İngilizceden anlıyorlar. İletişim sorunu yaşanmıyor. Tabi çat pat İngilizce bilmeniz şartıyla. Bu durum her yer için geçerli.Şehirde Tuvalet konusunda zorlandığımı belirtmek isterim. Belli yerlerde seyyar tuvaletler bulunmakla (onlarda sanırım törenler nedeniyle konulmuş) beraber engelliye uygun olanı sadece bir yerde rastladım. Pek çekici gelmediğini söylemeliyim. Kafelerde de engelliye uygun bir tuvalet bulunmuyor. Zaten bu yerlerdeki tuvaletlerin önünde epey bir sıra oluyor. Birisine gireyim dedim. İçeride 2 kapı daha vardı ve tekerlekli sandalye ile girmek mümkün değildi. Bir sürü insanın içinde yaşadığım sıkıntıyı anlatmam mümkün değil. Yetkililerine karşı iyi hisler taşımadığım kesindi. Tuvalet saatlerini iyi ayarlamanızda ve dediğim gibi otelinizin merkezi yerde olmasına dikkat edin. Sırf tuvalet için otele gitme zorunluluğu yaşadım. Dikkatli olun.ULAŞIMMetro konusunu yukarıda anlattım. Yani Metroyu aklınızdan çıkartın. Otobüsler ise tekerlekli sandalyeye uygun. Gideceğiniz yerlerin hatlarını ve duraklarını bilirseniz sorun yok. Tabi trafik nedeni ile ulaşım biraz zaman alıyor ama avantajı şehri daha yakından görebiliyorsunuz. Şoförleri yardımcı oluyorlar. Yani görmemezlikten gelme durumu yok. Hatlar konusunda otelinizden yardım almanızda fayda var. Malum kril alfabesi anlamak mümkün değil. Hiçbir yerde İngilizce yazı yok.Otelini merkezde olursa önemli yerlere yürüyerek (yani sandalyenizle) ulaşabilirsiniz. Uzak yerlerde tercihiniz otobüs olmak zorunda. Gezinizde Hop on hop off’u tercih edebilirsiniz. Tercih etme Sebebini o bölümde açıklayacağım.Şimdi gelin şehri gezmeye başlayalım. Önce tabi olarak Kızıl meydan.
KIZIL MEYDAN
Önemli olayların merkezi, ulusal veya dini bayramların kutlandığı, büyük askeri geçitlere sahne olmuş bu meydanın adı “Krasni” kelimesinden geliyor ve Slav dilinde güzel anlamına gelmekte. Gerçekten de “güzel” bir meydan. Daha sonra Kızıl Meydan diye anılmaya başlanmış. Kızıl meydana diriliş kapısından giriliyor. Devlet Tarihi Müzesinin hemen yanında.
Bu kapının girişinde küçük bir şapel var: Iberian Chapel. Önünde de altın sarısı dekoratif şekillerin olduğu ve insanların şans getirdiğine inanarak üzerinde durup dilek dileyerek para fırlattığı “Sıfır Kilometre“yi temsil eden bronz plaka, yani Moskova merkezden herhangi bir yerin uzaklığı ölçüleceği zaman baz alınan “sıfır noktası”…
Diriliş Kapısından girer girmez solunuzda da Kazan Katedrali var. Bir Rus Ortodoks kilisesi bu. 1936 yılında Joseph Stalin Kızıl Meydandaki kiliselerin kaldırılması emrini verince tahrip edilmiş olan orijinal katedralin tekrar aslına sadık kalınarak yapılmış hali bu…Meydanda biraz ilerlediğimizde Moskova Devlet Tarih Müzesi arkamızda kalıyor
Kesinlikle bir gününüzü burada geçireceksiniz. Belki de bir günde yetmeyebilir. Biz yasaklar nedeniyle buraya ilk gelişimiz gece saatlerinde oldu. İki gündür bekleyen kalabalık ile 9 Mayıs akşamı girdik meydana. Kesinlikle gece daha güzel görünüyor meydan. Mutlaka ve mutlaka gece de gelin buraya. Muhteşem bir ışıklandırma var. Şimdiye kadar törenlerden çektiğimiz sıkıntıyı anlattım. Şimdi ise bu durumun 5 dakika bile sürse tek güzel yanına değinmek istiyorum. Saat 10’a doğru meydana bakan bir yamacın insanlarla dolduğunu fark ettik.”Bu insanlar nereye bakıyor” durumu oldu. Sonrada meydanda da insanların toplandığını görünce bir şeyler olacağını anladık ve bizde beklemeye başladık. Meydanda bulunan saat kulesinin 10 da çalmaya başlamasıyla insanlarda sesler yükselmeye başladı. Onunla beraber muhteşem bir havai fişek gösterisi başladı. Beş dakika sürdü ama gerçekten masalımsı meydan da başka bir masalımsı bir görüntüsü yaşadık. Buna değer derseniz 9 Mayısa gidin Moskova’ya.
Kızıl meydandaki muhteşem binalara gelince, Devlet Tarihi müzesi, Saint Vasili Kadetrali, Kremlin sarayını muhteşem kuleleri ve GUM alış veriş merkezi ve irili ufaklı diğer anıtsal eserler.
Öncelikle törenler nedeniyle kurulan seyirci türbinleri altında kaldığından Lenin mozolesini görme imkanımızın olmadığını belirtmek isterim. Duyduğuma göre Lenin’in Mozole’sini ziyaret etmek hiç de kolay değilmiş. Kremlin’e Kutafya Kulesinin oradan girdiğinizde çantanızı ve fotoğraf makinenizi emanete bırakılıyormuş, çünkü içeride fotoğraf çekmek yasakmış. İçeride birkaç dakikadan fazla kalınmadığını, sürekli giren ve çıkanların hareket halinde olmasını isteniyormuş. Son olarak Komünist Devrimin liderini ziyaret etmek isteseniz pazartesi, cuma ve tatiller hariç diğer günler 10.00-13.00 arası ziyarete açık olduğu bilgisini de vermek isterim.
AZİS BASİL KADETRALİ
St. Basil’s Cathedral, Aslında belki Kremlin Moskova’nın simgesi ama bu katedral sanki daha çok simgeliyor gibi Moskova’yı, daha bir özdeşleşmiş Rusya ve Moskova algısıyla sanki…1555 – 1561 yılları arasında Rus Devleti’nin Kazan ve Astrahan hanlıklarına karşı kazandığı zaferleri kutlamak için Korkunç İvan tarafından yaptırılmış bu şeker gibi rengarenk katedralin değişik şekilde tasarlanmış olan sekiz kubbesi, sekiz ayrı zaferi simgelemekteymiş. Katedralin kubbelerinin her biri ayrı renkte, farklı boylarda ama hepsi de yuvarlak sarmal şeklinde tasarlanmış. En yüksek olan kubbe ise altın yaldızla kaplı.
Bu güzel katedralin başına gelmedik kalmamış. 1737’de çıkan yangında zarar görmüş, Napolyon St. Basil Katedrali’ni o kadar beğenmiş ki, savaş sonrası onu yerinden alıp, Paris’e götürmek istemiş ama bunu yapamayınca tahrip etmek istemiş. En son 20. yüzyılda Bolşeviklerin saldırısına uğramış. En son olarak, Stalin’in adamları Kızıl Meydan’ı açıp ferahlatmak amacıyla katedrali ortadan kaldırmayı bile teklif etmiş. Yani neredeyse şimdi Moskova’nın simgesi olan bu rengarenk katedral, Stalin ona kıysaymış tarihin tozlu sayfaları arasına gidecekmiş.
Yıllarca resimlerini gördüğümüz bu eşsiz yapıyı gece ışıklandırması ile görmek büyük bir olaydı benim için. İçine girebilmek ise haliyle bir gün sonra mümkün oldu. Zaten sadece giriş katına ulaşılabiliniyor. Belki her tarafına ulaşamadığımdan ama içi dışı kadar ilgimi çekmedi. Girişteki basamağı aşmanın yanında odaların girişlerindeki yüksek basamaklar nedeniyle odalara dışarıdan bakmakla yetinmek zorundasınız. Bilhassa akülü kullanıyorsanız işiniz çok daha zor. Üst kata çıkmak mümkün değil. Fazla üzülmeyin pekte bir şey yokmuş üst katta.(Teselli gibi oldu J) Ama şu bir gerçek ki binanın dışı içinden çok daha güzel.
Kadetral o kadar etkileyici ki, efsaneye göre, korkunç İvan, kadetral bittiğinde estetiğine hayran kalmış ve mimarının gözlerini kör etmiş.(Boşuna korkunç İvan denmemiş)
Kış aylarında 11:00 ‒ 17:00, yazın ise 10:00 ‒ 19:00 arası ziyarete açık. Giriş sadece engelli için ücretsiz. Bilet fiyatı 250 Ruble. Gene de buraya kadar gelmişken girin bir bakın derim.
DEVLET TARİHİ MÜZESİ
Moskova Devlet Tarih Müzesinin içi de dışı kadar etkileyici. Çeşitli dönemleri konu alan kısımlar, dönemlerine uygun bir şekilde dekore edilmiş. Paleolitik dönemlerden bugüne, Çarlık Dönemi Rusya’sından tutun da Sovyet Dönemi Rusya’sına kadar pek çok eseri barındıran bu müze tarihi gözlerinizin önüne seriyor. Resimlerden kostümlere, taçlardan maskelere kadar sergilenen objelerin sayısı milyonlara ulaşıyor.
Binada ayrıca bir de restoran var. Salı hariç diğer günler 11:00-19:00 arası açık.Moskova da gezdiğim tek müze burası. Zira yaşanan (yukarıda belirttiğim) sorunlar daha fazla yerleri gezmemizi zorlaştırdı. Kızıl meydanın girişinde yer alan bu müze tekerlekli sandalyeye uygun. Giriş yan kapıdan ve hediyelik eşyaların satıldığı yerin hemen yanında. Kızıl meydana giriş yaptığınızda ilk karşınıza çıkan bina burası.
İçinde asansör bulunmakta ve katlara ulaşmak mümkün. Meraklıysanız uzun bir zaman geçirebilirsiniz burada. Yalnız engelli tuvaleti yok sanırım zira ben bulamadım. En son yetkili “outside” dediğini anladım ve aramaktan vaz geçtim. Mutlaka gezin. İlginç bölümleri ile dikkat çeken bir müze.
GUM ALIŞ VERİŞ MERKEZİ
GUM ismi Glavnyi Universalnyi Magazin’in kısaltması, yani “Main Universal Store” demekmiş. 1893 yılında yapılan Neo-Rus tarzda inşa edilmiş, taş, cam ve çelik konstrüksiyon karışımı nefis bir bina.Burası dehşet bir yer. Çok şık, çok lüks, çok görkemli… GUM Rusların ilk alışveriş binasıymış. Sovyetler döneminde kapanmış ve bir süre depo olarak kullanılmış.
Bu arada alışveriş merkezi deyip geçmemek lazım, kendisi de başlı başına bir mimari güzellik.Gum tekerlekli sandalye kullanıcıları için tam olarak erişilebilir asansörler/asansörler ve rampalara sahip. Tekerlekli sandalye’ye uygun tuvalet mevcut.
ARKHANGELSKY SARAYI VE BAHÇESİ
Arkhangelsky Sarayı ve Bahçesi, yalnızca 18 ve 19’ncu yüzyıla ait yapıları ile değil, görkemli bahçesi ile de ziyaretçileri büyüleyen bir adres. 18’nci yüzyılda düzenlenen ve bu dönemlere ait klasik heykelleriyle süslenen saray bahçesinin en etkileyici yapısı ise 1667’de yapılan Baş melek Mikail Kilisesi. Alexander Bahçeleri, 1823 yılında açılan, Kremlin’in Batı duvarı bir buçuk kilometre boyunca uzanmakta. Park üç ayrı bahçeden oluşmaktadır. Parkın Üst Bahçesi, meçhul asker anıtı bulunmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sırasında ölen bir askerin mezarına ev sahipliği yapmaktadır. Mezarda sönmeyen bir ateş bulunmakta.
Alexander Bahçeleri bakımlı ve tertemiz. Park boyunca yollarında zorlanmadan tekerlekli sandalye ile erişilebilir. Parkta ayrıca Kremlin’in iç erişimi için bilet standı ve tekerlekli sandalye ile erişilebilir bir tuvalet bulunuyor.. Park yıl boyunca açıktır.
KREMLİN
Görmeyi çok arzuladığımız ama göremediğimiz Kremlin. Kızıl meydanın hemen yanındaki ihtişamlı bina. İhtişamını Rusça değil, mimari bir dille anlatıyor. Mekan mekan gezme planları yaptığım ama ulaşabildiğimiz tek gün de kapalı olan bu nedenle uzaktan seyredebildiğimiz kalenin yanındayız
Kremlin Sarayı, Ortaçağ Rus mimarisi ve Bizans mimarisinin izlerini taşıyan dış cephesi ile daha sarayın içerisine girmeden ziyaretçileri büyüleyen bir yapı. Devrimden önce Rus çarlarının ikametgâhı olan Kremlin Sarayı, altın varaklı sütunları, duvar işlemeleri, gösterişli dekorasyonu ile 20 kuleli devasa bir kale.İçine giremediğim için tekerlekli sandalye ile erişimi konusunda bilgiler veremiyorum. Ama sizler için yaptığım araştırmaları kısaca anlatayım. Tekerlekli sandalye ile belli bir girişi bulunmakta. İçerisinde bulunan binaların çoğunda rampalar bulunmamakta, sadece bazı mekanlara ulaşılabiliniyormuş.Kremlin’in içindeki Cephaneliğin erişilebilir olduğunu öğrendim. Kremlin alanına giriş ve katedraller için 500 RUB ödemek gerekiyor. İçerisinde bulunan bazı binalara giriş için ayrıca ödeme yapmanız gerekiyormuş. Engelliler için bir indirim bulunmadığını duydum. Kendim girmediğimden kesin bir bilgi vermek istemiyorum. Bilet Alexander bahçelerinde bilet gişesinde satın alınabilir, Tekerlekli sandalye kullanıcıları giriş yolunun parke taşları ile döşeli olduğunu bilmelidir. Zor bir yolculuk olduğu bilgisine ulaştım Ama imkansız değilmiş. Bir daha gidersem ilk gideceğim mekan burası olacak. Gerçekten burayı görememekten dolayı gezimin eksik kaldığı düşüncesindeyim.Rusya Federasyonu Devlet Başkanı’nın Konağı Kremlin’de olduğu için Kremlin’in her yerini gezilemiyormuş ve içeride sıkı güvenlik önlemleri varmış. Kremlin içindeki binalar pek çok kez restore edilmiş ve kırmızı tuğlalardan oluşan kule ve duvarları XV. yüzyılda yapılmış.Kremlin perşembe günleri kapalı – aklınızda olsun…
Bolşoy Tiyatrosu, Milano’daki La Skala ve Paris’teki Grand Opera gibi, dünyanın en ünlü tiyatrolarından biri. Rus Neo-Klasik mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan tiyatronun dış cephesi, düğün pastası şeklinde, pembe-beyaz renkli tasarlanmış. Yurt dışı turneleri, daima kapalı gişe oynayan Bolşoy Tiyatrosu, tarih boyunca en ünlü opera ve bale eserlerinin dünya prömiyerlerine sahne oldu. Bolşoy kelime olarak “büyük” anlamına geldiği için buraya “Büyük Tiyatro” da denilebilir.
Bizim Bolşoy Tiyatro gezimiz çevresinde dolanıp, bu güzel binayı seyretmek ve bol bol fotoğraf çekmekle sınırlı kaldı. Buraya daha fazla zaman ayırmayı düşünürseniz yola çıkmadan çok önce bilet almanız gerekiyor. Zira ayni gün bilet bulmak imkansızmış. Bu nedenle deneme bile yapmadık.
Yaptığım araştırmalarda tiyatronun engelliye uygun düzenlemelerin bulunduğunu öğrendim. Bir daha gidersem burada bir gösteri izlemeyi düşünebilirim. Zira içini görmek bile buna değer. Size önerim gitmeden önce sitesine girip bir bilet alın. Bu arada Bolşoy’da bale veya opera seyretmenin epey pahalı olduğunu söylemeliyim.
Binanın ön tarafındaki alan çok güzel. Kızıl meydana yürüyüş mesafesinde. Etrafta tuvalet falan görmedim. Her zaman belirttiğim gibi tuvalet zamanınızı iyi ayarlayın, Moskova’da bu konuda sıkıntı çekebilirsiniz.Tiyatro binasının hemen karşısında yer alan Devrim Meydanı, 1917 Ekim devrimi sırasında, korkunç sokak dövüşlerine sahne olmuş bir meydan. Çarpışmada hayatını kaybedenler meydanın üzerinde yer alan metro istasyonundaki platformu süsleyen, muhteşem bronz heykellerle hatırlanıyor.Manej Meydanı ve Cam Kubbeler
Manej, (Manege/Manezhnaya) zaman zaman etkinliklerin düzenlendiği, birçok turistik yerin de yakınında bulunan bir meydan. Zamanında çarlık askerlerin at eğitimi aldığı meydanda, toplanıp şarkı söyleyen gençlere rastladığınız gibi ışık şovlara da denk gelebilirsiniz. Meydanda birbirinden güzel süs havuzları bulunuyor. Meydanda bulunan yer altı çarşısının cam kubbeleri ise meydana ayrı bir güzellik katıyor. Her yönü ile tekerlekli sandalye’ye uygun ESKİ ABRAT SOKAĞI
Arabca anlamıyla “kenar semt” ancak şimdi şehrin kalbi. Rusya’nın entelektüel yapısına görebiliyorsunuz. Bir ressam çıkıyor karşıma, birkaç adım sonra karikatürüsler ve ardından sokak şarkıcıları. Tolstoy’un savaş ve barışında bahsettiği cadde. Puşkin’in sevgilisi ile yürüdüğü sokaklar. Sokağı tekerlekli sandalye ile boydan boya rahatça gezebilirsiniz. Göz önünde tuvalet göremedim.
KURTARICI İSA KADETRALİ
Moskova Nehrinin kuzey yanında yer alan katedral, 1931 yılında Stalin tarafından tamamen yıkıldıktan sonra, 2000’li yılların başında aslına uygun olarak tekrar inşa edilip ziyaretçilere açılmış. Dünyanın en uzun Ortodoks Hıristiyan kilisesi olma özelliği taşıyan Cathedral of Christ the Saviour (Kurtarıcı İsa Katedrali), tamamen bakırdan üretilen 3 kubbeli yapısı ve geleneksel Rus mimari hatlarıyla şehrin siluetini zenginleştiriyor.,
Kızıl meydandan yürüyerek gidilebilir ama Hop on Hop out turu dahilinde ulaşabilirsiniz. Girişinde tekerlekli sandalye için asansör bulunmakta. Görülmesi gereken bir kadetral.
NOVODEVİCİ MEZARLIĞI- KADETRALİ
Buraya gitmemizin en önemli nedeni Nazım Hikmet’in mezarının burada bulunması. Biraz aradık ama mezarın resmi aklımızda olduğundan kolayca bulabildik. Tüm mezarlığı gezemedik ama gördüğüm kadarı ile üstünde bol çiçek olan mezarların başında geliyor. Sanırım Türk ziyaretçiler bu dünyaca ünlü şairi ziyaret etmeden Moskova’dan ayrılmıyorlar.
Novodevici kadetralini maalesef tadilat nedeniyle gezemedik. Etrafında ve bahçelerinde gezinmekle yetindik.Zaman zaman böyle şansızlıklar denk gelebiliyor. Tadilat projesindeki resimle yetindik.
TVERSKAYA CADDESİ VE YELİSEV YİYECEK PAZARI
Gorki caddesi, şimdiki adı ile Trevskaya caddesi. Dünyanın en ünlü caddeleri arasında gösterilen Tverskaya, St. Petersburg’a kadar uzanan bir rotanın başlangıç noktası olma özelliği taşıyor. 1930’lu yıllarda büyük ölçekli olarak yeniden yapılandırılan caddede yüzlerce mağaza ve çok sayıda eğlence merkezi yer alıyor. Ünlü kişileri onurlandırmak için yeniden adlandırılan sokaklarda, müze haline getirilmiş evlerle karşılaşmak da mümkün oluyor. Burası ayni zamandaTolstoy’un Anne Karenina romanında bahsettiği cadde. Burada aynı zamanda, devrim öncesinden bu yana, orijinal haliyle korunan Yelisev Yiyecek Pazarı da yer alıyor.Tekerlekli sandalye ile gezilebilir, ancak yukarıdan aşağıya gitmeyi tercih edin derim. Uygun bir tuvalete rastlamadım.
HOP ON HOP OFF
Moskova’da Hop on hop off gezmek için iyi bir seçenek. Otobüsler engelliye uygun ve iniş çıkış rahat.En güzel yönü ise hem engelliden hem de refakatçisinden ücret almıyorlar. Yani bedava. Yanlız dikkat edin bedava uygulaması sadece hafta içi günleri için geçerli. Moskova gezisi için iyi bir seçenek, mutlaka bu turu yapın. Önemli yerleri izleme şansına sahip olursunuz. Otobüsün içinden çektiğim fotoğrafları sizlerle paylaşmak isterim.
Evet kısa Moskova gezimizden aklımızda kalanlar bunlar. Bir daha gidermiyim evet ama görmediğim yerler için ve bilhassa kremlin için. (Ama tabi vize kalkarsa) Yoksa bir görümlük şehir. Tekerlekli sandalye için de kolay değil.
Büyük önder Atatürk’ün doğduğu evini ve memleketi olan Selanik’i görme isteğimizi nihayet gerçekleştirme imkanını bulduk. Binayı hepimiz resimlerinden tanımaktayız. Daha önce yaptığım araştırmalarda bu konuda net bir bilgiye rastlamamış olsam da resimlerinden tekerlekli sandalye girişine uygun olmadığını tahmin etmekteydim. Tahminimde yanılamadığımı gidince anladım. Binanın sadece bodrum katına girme imkanı var.Selanik,Kavala ve Dede ağacı kapsayan gezimizi kara yolu ile yaptık. İstanbul’dan rahat bir yolculukla buralara ulaşmamız mümkün. Yollar otoban seviyesinde ve mevsim itibarıyla da (Ekim baş) oldukça boştu. Sabah erken saatte aracımızla İstanbul’dan yola çıktık. İpsala’ya kadar Trakya’yı kat ettikten sonra uzun bir TIR kuyruğunun yanından Yunanistan’a giriş yaptık. Bu arada Aracımıza 15 günlük yeşil sigorta yaptırmayı unutmadık (50 Euro) 40 km sonra 20 bin Türkün yaşadığı Dedeağaç’ ulaştık. Levhalardaki adı Aleksandrapolis.Dedeağaç’tan sonra arabayla 1,5 saat sonra Kavala’ya geldik. Yollar otoban ve nerdeyse bom boş. Bunda sonraki hedefimiz Selanik. Buralardaki gezi notlarımızı sonraya bırakarak öncelikle Atamızın doğduğu eve yaptığımız ziyareti paylaşalım. ATATÜRK EVİ
Atamızın doğduğu ve bir süre yaşadığı eve görmek bizi bayağı heyecanlandırdı. Bina çevresinde park yeri bulmak oldukça zor. Neyse bu sorunu halledip binaya giriş yaptık. Avlusunda bilhassa meşhur nar ağacının altında resim çektik.
Dediğim gibi binaya tekerlekli sandalye ile girmek mümkün değil. Herhangi bir çözüm aranmamış. Bu nedenle dışarıdan izlemekle yetindim. İçeriye giren eşimin izlenimleri ve çektiği fotoğraf ve videoları izlemekle yetindim. Bu arada yapılan tadilatlarla zaten orijinalinden çok uzaklaşan binaya en azından giriş katına ulaşmak için bir lift yapılsa iyi olurdu diyorum.
Sadece evin bodrum katına girebildim. Buradaki odaları görme imkanım oldu. Gene de orada olmak bu binanın önünde resim çektirmek bile güzel ve heyecan vericiydi.
Atatürk’ün ailesi Ali Rıza Efendi’nin 1988’de ölümüne kadar bu evde ikamet etmiştir. Sonradan bu ev Yunan hükümetine bırakılmış ve yunanlı bir aile tarafından satın alınmıştır.
Cumhuriyetin 10. Yılında Selanik belediyesi, Türk Yunan dostluğunun bir göstergesi olarak Atatürk’ün bu evde doğduğunu yazan bir mermer plaka yerleştirmiştir.
Daha sonra Selanik Belediyesince satın alınan evin anahtarı, Atatürk’e hediye edilmek üzere 19 Şubat 1937’de Türkiye’nin Selanik Başkonsolosluğu’na verilmiştir. 10 Kasım 1953 tarihinde “Atatürk Evi” ziyarete açılmıştır. Sergilenmesi kararlaştırılan eşya, Topkapı Sarayı ve Dolmabahçe Sarayından seçilerek Selanik’e gönderilmiştir. 2012 yılında yeniden restorasyona giren ev, modern müzecilik anlayışı ile yeniden tefriş edilmiştir. Bana sorarsanız bu anlayış ile yapılan restorasyon evin özelliğini bozmuştur. Keşke daha az modern uygulama yapılmasa idi.Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin toprağı sayılan bu ev bugün sınırlarımız dahilinde bulunmasa da, her Türk’ün kalbinde özel bir yere sahip olup, Selanik’e giden her Türk’ün ilk olarak ziyaret ettiği ve Türkiye için manevi değeri son derece yüksek olan bir mekandır.Belirttiğim gibi ev’in büyük kısmı tekerlekli sandalyeye uygun olmasa da Cumhuriyetimizin kurucusu ve Türklerin Atasının Büyük Atatürk’ün doğduğu ev, gidip görülmesi gereken bir mekan. Mutlaka gidin. SELANİK Atatürk’ün doğduğu, Türk devriminin hazırlandığı rıhtımı İzmir’in kordon boyunu andıran kadim şehir Selanik. Şirin ve hareketli bir şehir. Günübirlik geldiğimiz kenttin gezilmesi gerektiği söylenen bazı yerlerini gelin beraber gezelim. İlk durağımız Atatürk evi oldu. Ondan sonra sahile doğru yolculuğumuz başladı.Selanik küçük bir şehir. Evet yer yer İzmir’i bayağı bir andırıyor, sahili özellikle. Ama bizim İzmir’imiz daha güzel. Kamara Meydanı- Rotondo
Atatürk evinden sahile doğru yürümeye başlayınca ilk olarak Osmanlı’dan kalma Rotonda Camisini karşınıza çıkıyor. Şimdilerde müze olarak kullanılıyor. Ücret ödenerek giriliyor. Ama engelli ve refakatçisinden ücret alınmıyor sanırım. Zira bizden almadılar. Girişinde bulunan engelli lifi bulunması hoşumuza gitti. İçerisi engelliler için uygun rahatça gezilebilir.
Biraz aşağıya doğru indiğimizde Kamara meydanına ulaşılıyor. Şehrin en iyi bilinen ve Selaniklilerin buluşma yeri olarak tercih ettikleri bir yer olduğu söyleniyor. MS 3. yüzyılın sonunda ve 4. yüzyılın başında, Roma İmparatorlu Sezar Galerious’u onurlandırmak için yapılmış kemer ilgimizi çekiyor. Önünde fotoğraf çektiriyoruz.
Aristoteles Meydanı
Biraz daha sahile doğru iniyoruz. Geniş bir cadde de yer yer antik şehir kalıntılarını seyrederek yürümeye devam ediyoruz.
Deniz görünmeye başlıyor. Önümüzde Şehrin ana meydanı Aristoteles Meydanı, Selanik’in özellikle akşamları en kalabalık ve capcanlı yerlerinden. Venizelos parkı önünde yer alan Aristoteles Meydanı akşamüzeri cıvıl cıvıl.
Büyük İskender’in bir heykeli meydanın ortasında yer alıyor. Etrafta kafeler, alışveriş yerleri, barlar, kitapçılar, bankalar, oteller sıralanıyor. Sahilde ilginç gezi tekneleri bulunmakta. Bunlarla yarım saatlik deniz seyahati ile Selanik sahil şeridini seyredebilirsiniz. Giriş ücreti yok ama içerde bir şeyler içmek mecburi. Bir maden suyu ile idare ederseniz ucuza gelir.
Beyaz Kule
Selanik’in simge yapılarından Beyaz Kule, Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılmış ve Osmanlı döneminde önce kale, sonra garnizon ve sonra da zindan olarak kullanılmış. Bir dönem adı Aslan Kulesi olan yer, sonraları Yeniçeri Kulesi olarak anılmış. Zindan olarak kullanıldığı dönemlerde Sultan II. Mahmud’un emriyle kuledeki tutukluların hepsi kılıçtan geçirilince adı Kan Kulesi olarak anılmaya başlanmış. Şehir el değiştirince simgesel olarak vaftiz edilerek ve beyaza boyanmış ve adını da buradan alıyor. Kule hâlâ bu isimle anılsa da zaman içerisinde yavaş yavaş eski rengine geri dönmüş. 6 katlı Hisar 1988’de Selanik erken Hristiyanlık ve Bizans anıtları ile birlikte UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girerken, aynı yıl Beyaz Kule Europa Nostra (Avrupa Kültürel Miras Kuruluşları Federasyonu) koruma ödülünü almış.
Günümüzde müze olan kulenin tepesindeki şahane Selanik fotoğrafları çekiliyor. Müze pazartesi günleri kapalı ve diğer günlerde ise 8.30- 15.00 arasında ziyarete açık. Ancak tekerlekli sandalye ile çıkmak mümkün değil. Önünde resim çektirmekle yetiniyoruz.
Lefkos Pyrgos
Beyaz kuleye sırtını döndüğünüzde karşınızda yer alıyor. İzmir’in kordonunu andıran sahil şeridinde görülecek yerlerin başında Lefkos Pyrgos geliyor. İzmir Kordon kadar geniş değil tabi. Kıyı boyunca sıralanan barlardan birine oturup güneşin batışını izleyin.
Kısa Selanik gezimizden paylaşacaklarımız bu kadar. Dediğimiz güzergâhtan gelirseniz meyil nedeniyle fazla zorlanmazsınız. Sahil yoluda tekerlekli sandalye için uygun. Akşam bir balık yiyelim derseniz seçenek çok. Fiyatlar nasıl derseniz size yemek yediğimiz lokantanın Türkçesi de bulunan menüsünün resmini koydum. Bakın bakalım.
KAVALA
Yunanistan’a yaptığımız 2 günlük gezimiz dahilinde bir geçe geçirdiğimiz Kavala ile ilgili kısa bir bilgi vermek istiyorum. Engelliye uygun bir pansiyonda kaldığımız ve İstanbul’a 480 km mesafede olan kavala bildiğiniz gibi bizde kurabiyesi ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın memleketi olarak tanınıyor
Kavala şehrine uzaktan baktığınızda: bir yarımada görüyorsunuz. Şehre yaklaştıkça: Osmanlı kalesi ve su kemerleri karşınıza çıkıyor. Şehrin su ihtiyacını karşılamak için, Mehmet Ali Paşa tarafından 1550 yılında, Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaptırılmıştır. Kuzeydeki dağlardan, şehir merkezine su getirmekteymiş. 60 kemerden oluşan anıtsal yapı 52 metre yüksekliktedir.
Genel olarak sahil kesimi tekerlekli sandalye için uygun olsa da şehrin iç kısımları yokuşları nedeniyle gezmeyi zorlaştırmaktadır. Zaten fazlada gezme yeri bulunmamakta, sahilde bir tur atmak şehri görmek için yeterli olmaktadır.
Giriş Amerika gezimizin ilk durağındayız. Uzun bir uçak yolculuğunun ardından kente ulaştık. Daha önceden planladığımız gibi ve hiçbir sıkıntı yaşamadan, iki metro değiştirerek otelimize ulaştık. Kalacağımız günü düşünerek hava alanında bulunan makinelerden 5 günlük bilet aldık ve bu süre içinde gerek metro ve gerekse otobüs yolculuklarımızı bu biletle rahatça yaptık.New York, Amerika Birleşik Devletlerinin en kalabalık şehri ve dünyanın en kalabalık metropoliten alanlarından New York metropolitan bölgesinin merkezidir. “New York’u tek bir ziyarette fethetmek imkansızdır” sözünden hareketle şehrin belli başlı yerlerini gezmeyi önceden planlamıştıkNew York’u gezerken çok rahat edeceğinizin garantisini verebilirim. Şehrin gezilecek yerlerinin neredeyse tümünün yer aldığı Manhattan adasını dikey kesen yukarıdan aşağı 12 avenue(cadde) ve Central Park’dan itibaren aşağıya kadar yatay kesen 59 street(sokak) ile mükemmel bir adresleme sistemine sahiptir. Şehir; ticaret, finans, medya, sanat, moda, araştırma, teknoloji, eğitim ve eğlence sektöründe önemli katkı yaptığından dolayı küresel kent olarak anılmaktadır. Önemli bir uluslararası diplomasi merkezi olan kent, Birleşmiş milletler genel merkezine de ev sahipliği yapmaktadır ve dünyanın kültür başkenti olarak tanımlanır.Şehir, dünyanın en büyük doğal limanlarından birinin üstüne kurulmuştur. 5 kısımdan oluşur. Bunlar the Bronx, Brooklyn, Manhattan, Queens ve Staten Island.New York’u genel olarak, bir çok konumları itibariyle tekerlekli sandalye ile erişilebilir olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Şehri tekerlekli sandalye dostu görmek gerekir. Şehirde engelliler için herhangi bir indirim bulunmadığından, şehrin altı en popüler turistik yerinin giriş bedellerinde %41 indirim sağlayan CityPass almanız uygun olur.Bunun dışında bazı istasyonlar hariç metro durakları tekerlekli sandalyeye uygun. Otobüslerde tamamıyla engellilere uygun dizayn edilmiş durumda. Yani şehir içi ulaşımda sorun yaşanmıyor. Biz otelimizin yakınında metro durağı olduğundan genelde metroyu kullandık. Ancak metro hatlarının önemli bölümü epey eski olduğundan istasyonlar genel olarak yıpranmış ve bol bol farelerle karşılaşmanız mümkün. Ayrıca asansörlerdeki yoğun idrar kokusu nedeniyle girerken derin bir nefes almanız gerekiyor. Neyse ki asansör yolculuğu uzun sürmüyor.Sokakta tekerlekli sandalye kullanmak oldukça yorucu olduğunu söylemeliyim. Kaldırımlar genellikle hasarlı ve yaya geçitlerinde delikler bulunmakta. Artı yol çalışmaları ve inşaat iskeleleri gezimizi zorlaştıran faktörler oldu.New York’ta mekanların çoğu engelliler için çok iyi hazırlanmış ve erişilebilir durumdadır.Yeme içme konusunda her türlü imkan bulunmakta. Yollarda sık sık bilhassa helal gıda satan seyyar satıcılara rastlamak mümkün. Yani bütçeniz doğrultusunda karnınızı çeşitli şekillerde doyurabilirsiniz. Sadece oteller bilhassa merkezi bölgede oldukça pahalı. Biz bu nedenle queens bölgesinde nispeten ucuz bir otelde konakladık. Yakınında metro olması, merkeze uzak olmasının olumsuzluğunu bize hissettirmedi.Sizde gezi planınızı otelinizin konumuna göre yapabilirsiniz. Yakın olan yerleri ayni günde gezmeyi planlayın. Tek dikkat edeceğiniz husus gideceğiniz bölgedeki metro istasyonunu bilmek. Tabi bu istasyonun engelliye uygun olup olmadığına da dikkat ediniz. Bunun için internetten New York metrosunun sayfasını iyi inceleyip ona göre günlük planlarınızı yapınız. Engelli UlaşımıMetro:New York dünyanın en geniş yeraltı metro ağına sahip. Şehrin genelinde 468 metro durağı var diyorlar. Metro Engelli Amerikalılar Yasası 1990 yılında yürürlüğe girmesinden bu önce inşa edildiğinden, bütün duraklar tekerlekli sandalye ye uygun değil. Yavaş yavaş duraklara asansörler yapılmaktaymış. Mesela Manhattan’da, 147 istasyondan sadece 36 tanesi tekerlekli sandalye uygun. Bu arada duraklara ait asansörleri bulmak ta ayrı sorun. Sonradan eklendiğinden ilgisiz bir yerde olabiliyor. Mesela bir binanın içinde olabiliyor. Metro duraklarının hangisinde asansör oluğu metronun sitesinde mevcut.
Şehir İçi Otobüs : New York şehrinde otobüsler engelli ve tekerlekli sandalye kullanıcıları için erişilebilir durumda. Tüm otobüsler tekerlekli sandalye rampası ve alçaltılmış bir zemin veya mekanik bir asansör ile donatılmış. Rahatça inip binmek mümkün.
Taksi .Şehirde engelli işaretli taksilere sık sık rastlanıyor. Tarifeleri normal taksilerle ayni. Kullanımda sorun yaşanmıyor.Manhattan :Kesinlikle New York’un en önemli bölgesi. Gezilecek yerlerin tamamına yakını bu bölgede. Manhattan New York gibi kendi içinde bölümlere ayrılmış. Söz konusu bu bölgeler güneyden kuzeye doğru, sokak numaralarına göre bölünmüş olan Downtown Manhattan, Midtown Manhattan ve Uptown Manhattan’dır.
Manhattan’ı dolaşmak başta karışık gelebilir ama bir ızgarayı andıran sokak ve cadde düzenlemesi, aradığınız yeri bulmanızı kolaylaştırıyor. Manhattan’da doğudan batıya doğru numaralandırılmış, kuzeyden güneye uzanan 12 avenue (cadde) ve bu caddeleri paralel olarak kesen 220 tane street (sokak) var. Sokakların numaralandırılması ise adanın kuzey ucundan güneyine doğru sıralanıyor. Önceden bir gezi planı yapmakta fayda var. Birbirine yakın yerleri ayni günde rahatlıkla gezebilirsiniz. Zaman zaman yokuşlar biraz zorlamakta. Bu nedenle buraları metro ile aşmak daha uygun olacaktır. Şehrin bu bölgesinde zaman zaman bozuk yol ve kaldırımlarla karşılaşmak mümkün. American Museum of Natural History ABD’de bulunan dünyanın en büyük ve en ünlü müzesi. Müze birbirine bağlı 25 bina blokundan oluşmakta. Toplam 46 daimi sergi salonu, araştırma laboratuvarları ve kütüphanesi mevcuttur. Müze koleksiyonu, sadece küçük bir kısmı herhangi bir zamanda sergilenebilen 32 milyondan fazla parça içmekte. Müzenin 200’den fazla bilim insanı kadrosu olduğu da söylenmekte.
Amerika’nın en eski müzelerinden biri olan American Museum of Natural History, 1869’dan beri ziyaretçilerini ağırlıyor. İçerideki iskeletler, fosiller ve doldurulmuş hayvanlar size sanki üç boyutlu bir filmdeymiş siniz hissi uyandırıyor. Ve tabi olarak her yönü ile engelliye uygun. Mutlaka gezin
.Battery Park City & Battery Park
1960’larda World Trade Center inşa edilirken, kazıdan çıkarılan 30 milyon ton kadar toprak Hudson nehrine boşaltılmış, 1980’lerde irili ufaklı apartmanların, ofislerin ve parklardan oluşan Battery Park City kurulmuş. Bölgenin hemen yakınında, Manhattan’ın ucunda yeşil bir alan, Battary Park bulunmaktadır.Günümüzde New York’a gelen her turistin ziyaret etmek istediği Özgürlük Anıt’ı gezmek için öncelikle Battery Park’a gelmeniz gerekiyor. Park içerisinde iskeleye gitmek için levhaların sizi, kent tarihinde rol almış Castle Clinton’a yönlendiğini göreceksiniz.Burası 1811 yılında inşa edilen koruma amaçlı yapılan top kalesidir. Önce akvaryum olmuş bu alan, sonra müzeye dönüştürülmüştür.Günümüzde Özgürlük heykeli ve Ellis adasına giden feribotların bilet gişesi fonksiyonunu görmektedir
Manhattan’ın güney ucunda harika yürüyüş yolları ve paten yolları bulunan bu yeşillik alanda gün batımını seyretmek de ayrı haz vermekte. Düz bir alanda yer alan parkta tekerlekli sandalye ile rahatça gezebilir, bu arada sincapları ellerinizle besleyebilirsiniz.
Parkın içinde engelli tuvaleti de bulunan genel bir tuvalet yer almaktadır. Ayrıca bu alana da ;Museum of Jewish Heritage ve National Museum of American Indians’ı da ziyaret edebilirsiniz.
Brooklyn Bridge – Köprüsü ve South Street Seaport :
New York’un simgesel yapılarının başında gelen bu köprüyü birçok Amerikan filmlerinden anımsayacaksınız.1833’te açıldığında Brooklyn Köprüsü (Brooklyn Bridge), dünyanın en büyük asma köprüsüymüş. Manhattan ve Brooklyn’i birbirine bağlayan köprü, gotik tarzdaki mimarisiyle görülmeye değer bir özellikte. Köprünün yaya yolu girişi City Hall park’ın doğu yakasındadır.
Köprüyü tekerlekli sandalye ile rahatça gezebilirsiniz. Köprü 1.8 km uzunluğunda ve tekerlekli sandalye kullanıcıları için erişilebilirdir. Köprü, dünyada en fazla Fotoğrafı çekilen köprülerden biri haline gelmiş. Köprü yaya geçit tekerlekli sandalye girişi Manhattan tarafında Merkezi Caddesi’nin sonunda Brooklyn’den ve ya Tillary veya Adams Sokaklarda mevcuttur. Ayrıca bir gece vaktinde köprüyü görmenizi tavsiye ederim. Biz köprüyü Brooklyn tarafından seyrettik.Her daim kalabalık olan seyir yerlerinde her milletten insanları görebilirsiniz. Bulunduğumuz yerden hem broklyn köprüsünü hem de Manhattan köprüsünü izleyebilirsiniz.
Bryant Park
Times meydanının doğusunda,42nd Str üzerinde 6 ve 5. caddeler arasında, çalışanların yaz aylarında yemek ve atıştırma amaçlı toplandıkları yer olan yeşiller ve ağaçlar arasında kalan Bryant park alanını göreceğiz.39.000 m2’lik yüz ölçümüne sahipmiş. . Burası gökdelenlerin arasında bir adeta nefes alma yeri. Parkın hemen önünde de yine filmlerden tanıdık New York Halk Kütüphanesi yani New York Public Library bulunuyor. Herkes eline kahvesini almış parktaki sandalyelerinde dinleniyor.Yazları haftanın farklı günlerinde farklı etkinlikler ve tanıtımlar yapılmakta. Parkı bir köşesinde engelliler için meyilli bir giriş bulunmaktadır. Park tekerlekli sandalyeye uygun. Tuvalet bulunmamakta ama hemen yanında bulunan kütüphanede uygun tuvalet var.
NY Puplic Library Bryant Park’ın hemen arkasında yer alan ve 1911 de halka açılan New York Public Library bulunur Kütüphane girişinde sabır ve metanet’i temsilen iki aslan figürü yer alır ( 5. cadde girişi ).Dünyanın en büyük araştırma kütüphanesinde birkaç milyon kitap ve el yazması mevcut. Giriş ücretsiz. İçeride engelsizler için uygun tuvaletler bulunmaktadır. Şöyle bir dolaşın.
Central Park;
İşte bu şehirde mutlaka gitmeniz ve görmeniz gereken Simgesel bir yer. Burası Dünyanın en büyük parkı ve kesinlikle muhteşem bir yer. Hem Manhattan’ın göbeğinde, hem de böylesine bakir bir yer. Burasının yıllık ziyaretçi sayısı 20 milyon civarındaymış. Manhattan’ın kargaşasının, kalabalığının ortasında, hem New Yorklular için hem de turistler için korunmuş bir gezme ve dinlenme alanıdır. Empire State Building’ten şehre baktığınızda bu parkın büyüklüğünü ve güzelliğini görmemeniz mümkün değil.
Park içinde bazı bölgelere ulaşmak için yokuşu göze almanız gerekir. Tercih sizin. Mesela ben yokuş nedeniyle (belki de merdivende olabilir) Belvedere kalesine gidemedim. Oradan parkı seyretmeyi tavsiye etmişlerdi ama çıkanlar pek o fikirde değiller. Sizde kendinizi yormayın. Parkta gezilecek daha çok yer var.
800 m eninde ve 4 km uzunluğundaki Central Park, şehrin her daim kalabalık yerlerinden ama parkta herkes kendi halinde zaman geçirdiği için kalabalık rahatsız edici olmuyor. Great Lawvn’dan göllere, kuzeydeki çayırlara ve ormana kadar parktaki her şey tabii değil sonradan insanlar tarafından yapılmıştır. Ama güzel yapılmış. Şehrin o kalabalık ortamında kendinizi bir ormanın içinde buluveriyorsunuz. Genelde her yer tekerlekli sandalyeye uygun ve belli yerlerde uygun tuvaletler bulunmakta. Ayrıca çeşitli yiyecek satan büfelere ve paranız varsa pahalı denilebilecek restoranlar bulunmaktadır. Rahatlıkla bir gününüzü buraya ayırın. Yetmeyecektir ama idare edin artık.Etrafınıza baktığınızda, yürüyüş yapan, bisiklete binen, paten ve kaykay yapan, uzanan hatta uyuyan değişik yaş grubundan pek çok insan görürsünüz. Sadece spor değil tabii Central Park müdavimlerinin ilgi alanı. Parkta gitarını, kemanını vs. alıp parka gelen müzisyenlere de rastlayabilirsiniz.
Amerika Birleşik Devletlerinde en çok ziyaret edilen parktır. Yılda yaklaşık 35 milyon insan bu parkı ziyaret eder diyorlar.
Parkın bir güney bir de kuzey ucunda kışları buz pateni, diğer mevsimler normal paten yapılabilen iki adet pist, 5.cadde cadde civarında bulunmakta. Central Park Zoo – web ve Tisch Children’s Zoo, parkın ilginç hayvanat bahçeleri bulunmakta. Ama biz buraları gezme zamanı bulamadık. Pakın güney doğu köşesinde ilginç bir mekanda; mid park 64 th str.’ye yerleşmiş olan tarihi Carosuel’dir.1908 yapımlı atlıkarınca’ya nisan – kasım arası binilebiliniyor.
Yakın alanında yer alan Sheep Meadow, piknik yapmak ve güneşlenmek için bilinen bir yerdir.
Parkın tam ortasında 66 th str.den başlayan ünlü yazarların heykellerinin sıralandığı Literary Walk uzanır.Bu yürüme yolu bizi orkestra platformunun bulunduğu ve parkın meşhur noktası olan Bethesda Terrace an Fountaine ile sonlanan Mall alanına çıkaracaktır. Buradan göl manzarasını seyredip bol bol resim çekebilirsiniz.(bizim yaptığımız gibi)
Doğuya doğru ; Conservatory Water maket tekne göletine uzanırız ve burada maket tekneleri izleyebilirsiniz. Bu göletin kuzeyindeki, Alice Harikalar Diyarının karakterlerin bronz heykeline gelirsiniz.Hikaye kahramanlarının heykellerinin bulunduğu yer her daim resim çektirenlerle dolup taşıyor.
John Lennon’ın önünde öldürüldüğü Dakota Apartmanı ve Lennon anısını yaşatan Strawberry Fields da uğramayı ihmal etmeyin. Kulağınıza mutlaka imagine’nin melodisi gelecektik.
Chinatown New York’un bir özelliği de her bölgesinin farklı özellikler taşıması. Chinatown ise değişik bir atmosferi olan bölgeler arasında kesinlikle ilk sıralarda yer almaktadır.Adından da anlaşılacağı üzere bu mahalle, New York’un meşhur Çin Mahallesi’dir. Kentte Lower east side’deki etnik mahalleler arasında gelişen mahalledir. Küçük dükkanlarda, taklit ( Çakma ) markalar, saatler , çantalar , olağan hediyelikler , manav tezgahlarında egzotik Çin meyveleri ve 200’ü aşan restoranlar bulunmaktadır. Her şey var burada.ne ararsan burada. Karmaşık, hareketli , 200 bin civarında insan yaşayan mahalle.Meraklısına,Chatham square civarında ,Division str. ve Bowery’nin köşesinde , Konfüçyüs’un 1983 yapımı bronz heykeli yer alıyor.
.
Sandalye ile gezmesi bilhassa dar sokaklarda oldukça zor. Kaldırımlar dar ve tezgahlar kaldırımlara taşmış durumda. Yola insen gelen giden vasıtalar rahat vermiyor. Şöyle bir dolaşın yeter zaten. Yiyeceklerde beni pek açmadı.
Ellis adası
Ellis Adası, 1 Ocak 1892 ile 12 Kasım 1954 tarihleri arasında, New York’a gelen yeni göçmenler için bir transit merkezi olarak hizmet vermiştir. Genelde hüzün veren bir yer. Birçok filmde görmüşsünüzdür. İnsanlarım ülkeye girmek uğruna yaşadığı eziyetleri.
Neyse biz bunları tarihin utanç kısmına bırakıp adayı gezelim. Özgürlük heykelini gezdikten sonra gezi gemimiz bu adaya da uğruyor. Adayı turistlerin ziyaret etmesi serbesttir ve müze ücretsizdir. Müze binası her yönü ile tekerlekli sandalyeye uygun ve engelli tuvaleti bulunmaktadır. Döneme ait objelerin bulunduğu ve çeşitli dönemlerde çeşitli amaçlarla kullanılan binayı görün derim. Tabi vaktiniz varsa.
Ayrıca sadece bu adaya gelen ücretsiz feribotlar bulunmaktadır. Feribottan en iyi Özgürlük heykeli ve Manhattan siluetinin eğlenmekteymiş ki ayni fikirdeyim. Feribot gece dahil tüm gün çalışmaktaymış.
Empire State Building New York’ta tepesine çıkıp şehri seyretme imkanı veren 3 binadan biri. Bizim şehri seyretmek için tercihimiz burası oldu.
Empire State Building , New York’da bir gökdelen. Bina, Manhattan, Fifth Avenue’de 33. ve 34. caddelerin arasında yer alır 1 Mayıs 1931 tarihinde, o güne kadar Dünya’nın en yüksek binası olan Chrysler Building’in bu unvanını elinden almıştır. Bina 102 katlı olup, 1576 merdiven basamağına sahiptir.
Yüksekliği 381 m, anten ile beraber 443,2 m’dir. World Trade Center (Dünya Ticaret Merkezi) binasının 1972 tarihindeki açılışına kadar Dünya’nın en yüksek binası olarak kalmıştır. 11 Eylül 2001 tarihindeki terör saldırıları sonucu World Trade Center binaları yıkılınca, New York’un en uzun binası unvanını geri almıştır. Şu anda, anten yüksekliği ile 527 m olan Chicago’daki Sears Kulesi’nden sonra ABD’nin en yüksek ikinci binası olan Empire State Building, Dünya’da da tek başına yükselen en yüksek üçüncü yapıdır. Genelde uzun kuyruklar oluyormuş ama bizim şansımıza fazla kalabalık değildi. Hiçbir özel muamele görmeden sıraya girerek bekledik. Belki öne çağıran bir yetkili olur dedik ama nafile. Sıramız gelince biletimizi alıp (herhangi bir indirim de yoktu) asansöre yöneldik. Hızlı bir çıkış yaparken tavanda bulunan ekrandan binanın inşaat aşamalarını izledik.
Açık bir havada binadan,(şansımıza hava açıktı) 80 mil mesafedeki beş ABD eyaletine bakılabilir. Bunlar, New York, New Jersey, Pensilvanya, Connecticut ve Massachusetts’dir.. Bugüne kadar binayı 117 milyon kişi ziyaret etmiş diyorlar. Hatta binanın tüm kira gelirlerinden fazla geliri buradan elde ediyorlarmış. Biliyor işini bu Amerikalılar. Binanın 86. Ve 102. Katlarında seyir imkanları bulunmakta. Ama bizler için 86.kat uygun 102 katta duvarlar yüksek olduğundan uygun değil. Ayrıca 86 kattaki seyir dürbünlerinin seviyeleri tekerlekli sandalye seviyesine indirilmiş durumda. Bina Amerika engelli yasasına tam uyumlu. Gözlem katına çıkışlar sabah 08:00’de başlıyor, en son bilet satışı gece 11:15’de ve gözlem katı gece yarısı kapatılıyor.
Empire State Building’in inşaatı sadece 18 ayda bitirilmiş olup, bina New York’ta çekilen bazı filmlere ilham kaynağı olmuştur. Mesela King Kong’un bu binaya tırmanışını unutmamız mümkün değil.
Yetişkinler için bilet 12,50$, Engelliler için indirim yok. Chrysler Binası
New York silüetine imzasını atmış bir bina. Dünyada tamamı tuğla ile inşa edilmiş en uzun bina olan Chrysler Binası, tamamlanma tarihi olan 1930 yılında 319 metre ile dünyanın en uzun binası unvanını da almıştı.Çağdaş mimarların gözünde New York’un en iyi binalarından biri olarak görülmekte. Yanından geçip seyretmekle yetindik. Grand Central Terminal Grand Central Terminali Midtown Manhattan bölgesinde yer alan bir gar binasıdır. Bina 42. Cadde ile Park Avenue arasında yer almaktadır.
Grand Central Terminali halen tren platformu sayısı itibariyle dünyanın en büyük tren garı binasıdır.Toplamda 48 tren peronu ve 75 ayrı tren ray hattı mevcuttur. Burası da bir çok filmden aşına olduğumuz bir mekan.(Zaten bu şehir bir film platosu gibi) Engelliye uygun ve tuvalet mevcut. Bilhassa içindeki saat ile de ün yapmıştır.
Ground Zero ( World Trade Center) 11 Eylül 2001 tarihine kadar, New York’a gelen turistlerin Downtown Manhattan gezisi, World Trade Center (Dünya Ticaret Merkezi)’nin ikiz kulelerini görmek üzere bu noktadan başlarmış. Binlerce kişinin hayatını kaybettiği terör saldırısından sonra, bir zamanlar kulelerin yer aldığı bu bölgeye artık Ground Zero (Sıfır Noktası) denilmekte ve hâlâ turistlerin ilgi odağı olma özelliğini korumakta.
Terör saldırısından sonra yıkılan kulelerin yerine ölenlerin anısına bir Anıt dikildi. Bizler şehre yüksekten bakmayı Empire State Building yana kullandığımızdan binaya girmedik. Etrafında dolaştık. Ölenlerin anısına yapılan ve etrafında ölenlerin isimlerin bulunduğu anıtsal havuzun yanında gezdik ve resimler çektik. Ağır bir hüzün hakim. Rahatça gezilebilecek düzlükte.
Binaya çıkmak isterseniz diye aldığım bilgiyi paylaşayım. Gözlem 100 kattan yapılıyormuş. Görüş alanı tüm binayı saran, 360 derecelik bir bakış açısı sağlıyormuş Tuvaletler 100’üncü katta bulunmaktaymış Giriş 12-dolar ve engelli indirimi yok.Bu arada hemen yakınında yer alan aşağıda resimde de görülen ilginç yapı bir alış veriş merkezi ve istasyon binası.
Westfield Word Trade Center muhteşem bir mimari eser. Amerikalılar AVM yaparsa böyle yapar denilecek bir yapı. Çatısı ile de dikkat çeken yapıda genelde lüks mağazaların yer almaktadır. Bunun yanında kafeler, lokantalarda bulunmakta.
Harlem
Hollywood filmlerinden aşina olduğumuz Harlem, genelde New York’un sorunlu bir bölgesi olarak tanınır. Hala ekonomik olarak en yoksul yerdir. Central parkın kuzeyinden 110 th Str.ten başlar ve 178 th str.’e kadar uzanır.Son zamanlarda yapılan pek çok olumlu değişiklik, bölgenin bu özelliğini biraz da olsa değiştirmiş. Suç oranı yüksek, çoğunlukla Afrika kökenli ABD’lilerin yaşadığı bir bölgedir. Bizde park gezimiz sırasında parka yakın bölgesinde bir tur atmakla yetindik. Fazla bir özelliği yok, gezilmesi şart değil.
Little Italy
Chinatown’la komşu olan Little Italy, Amerika’nın küçük İtalya’sı. İtalyanların yemek konusundaki ünü, Atlantik Okyanusunun bu tarafına da yayılmış. Bu mahallede bol soslu bir spagetti ve bir kadeh ev yapımı şarap tadabilir ve ünlü İtalyan markalarının ürünlerini satın alabilirsiniz.
Mahalle düz bir yerde yer almakta ve gezinti için uygun. Oraya gittiğimizde karnımız tok olduğundan yemek yemedik ama güzel bir İtalyan dondurmasının tadına baktık.
Metropolitan Museum of Art
Museum Mile bölgesi müzelerinden biri olan Metropolitan Museum of Art kısaca “ Met” olarak bilinir. 1870 yılında Avrupa’daki benzerleriyle boy ölçüşebilmesi için kurulan müze, batı dünyasının en kapsamlı koleksiyonlarından birine sahip. Yaklaşık 2 milyon metrekare. Müzede 3 milyondan fazla eser bulunmakta ve 250 salonuyla müze, bunun sadece dörtte birini sergiliyormuş
. Müze, ABD’de en çok ziyaret edilen ve dünyada ise üçüncü sırada ziyaret edilen müze, tekerlekli sandalye kullanıcıları için tam olarak erişilebilir durumdadır. Asansörler ve erişilebilir tuvaletler bina boyunca yer alıyor.
Giriş ücretli ama biz gişedeki kızın yardımı ile 3 kişi 20 dolar bağış yaparak girdik. Sizde bu konuda girişim yapın. Müze öyle bir günde gezilecek gibi değil. Biz sadece 3 saat gezebildik. Ama gördüğüm müzeler arasında ilk 3’de yer alır. Daha geniş bir zamanda bol bol gezmeyi hayal ederek müzeden ayrıldık.
NYC Rockefeller Center
1930’larda John D. Rockefeller tarafından kurulmuş, dünyanın tek bir kişiye ait olan, en büyük iş ve eğlence kompleksi olan Rockefeller Center’daki binalarda 30’dan fazla restoran, özel mağazalar ve bir de buz pateni pisti olduğunu öğrendim.
Merkezi Manhattan’ın baş köşesini , 5 ve 6. caddeler arasında ; 47 th Str.den 52 th Str.’e kadar yaklaşık 9 hektar alan kaplar.Bu kompleksteki tüm binalar bir postanenin yer aldığı , pek çok mağaza ve restoranla dolu yer altı geçitleriyle birbirine bağlı durumdadırRockefeller’ın üstüne çıkıp New York manzarası da izlenebiliyor. Bu gözlem noktasına Top of the Rock deniliyor ve ücreti tam 27 $ , indirimli 17 $ .Rockefeller Bölgesinde yürümeye devam ederken 5th Avenue St. Patricks Katedralinin karşı tarafında Atlas Heykelini göreceksiniz. Burası da New York açısından önemli bir yapı. Atlas Heykeli antik Yunan tanrısını betimlemektedir.
İçine girmeden adını çok duyduğumuz binayı dışarıdan seyretmekle yetindik. New York’ta gezerken mutlaka karşınıza çıkacaktır.
Özgürlük Heykeli
Özgür New York’un ve ABD’nin sembolü sayılan Özgürlük Anıtı, Fransa’nın Amerika’ya bir armağanı. 1886’dan beri ‘Yeni Dünya’ya gelen göçmenleri karşılayan Anıt, turistlerin de ilgi odağı.
Anıt, Fransa’da yapımı 10 yıl süren ve tamamlandıktan sonra parçalara ayrılıp Amerika’ya taşınmış ve burada 1886’da tekrar birleştirilerek ulusal bir anıt hâline gelmiş.46 m. yükseklikteki heykel Frederic Auguste Bartholdi tasarımlıdır.Günümüzde New York’a gelen her turistin ziyaret etmek istediği Anıt’ı gezmek için öncelikle Battery Park’a gelmeniz gerekiyor. Alacağınız bir biletle her iki adayı da gezebilirsiniz. Burada da bir indirim söz konusu değil. Sırada öne alınmakta yok. Anıtın içini gezmek için sınırlı sayıda tura izin verilmekteymiş. Anıtın içini görmek istiyorsanız biletlerinizi önceden almanızda fayda var. Biz almadığımızdan içini gezemedik.
Adaya geldiğinizde Anıtı gezmek için haritada görüldüğü gibi heykelin etrafında bir tur atmanız gerekiyor.Hem heykeli bol bol görebilir hem buradan New York Limanı manzarasını izleyebilirsiniz ama biraz uzaklara baktığınızda muhteşem bir Manhattan ve Brooklyn manzarasına şahit olursunuz. Heykelinin güzelliğini ve tarihi bol bol yaşayın. Gezi alanı düz ve engelliye uygun, engelli tuvaletli de mevcut. Teknelerde tekerlekli sandalyeye uygun, içerisinde özel yer bulunmakta. Yani rahatça gidip rahatça gezebilirsiniz. Mutlaka gidin.Ayrıca lobide bulunan, Anıtın yapılışıyla, tarihiyle ilgili sergiyi de gezebilirsiniz. Bu arada biz şampiyonluğumuzu atkımız ile burada da kutladık.
Radio City Music Hall
Manhattan’da bulunan Radio City Music Hall bir eğlence mekanı ve konser salonu. 1932 yılında açılan Radyo Şehir tarihi boyunca farklı zamanlarda sayısız eylemler, Grammy Ödülleri, NFL Taslak ve ev sahipliği yapmıştır. İçine girmeden etrafında dolaşıp binayı dıştan görüntüledik.
St. Patricks Cathedral
Aziz Patrik Katedral’i 1858 – 74 yıllarında inşa edildiğinde bölgenin en yüksek binası imiş. Bu şehirdeki binalarda mutlaka bu özellik bulunmakta. ( 103 m. ).Günümüzde etrafı cam kaplı yüksek binalarla , Rockefeller Center’e ait gökdelen ve çevre binaları yanında küçücük kalmaktadır. New York başpiskoposluğunun merkeziymiş. Tekerlekli sandalyeye uygun bir bina. Görülmesi gerekir.
Times Square (Times Meydanı)
Hiç şüphesiz dünyanın en ünlü meydanlarından biri. New York’unda tartışmasız en önemli yeri. Öğrendiğimize göre eskiden sevimsiz ve iç karartıcı bir meydanda iken günümüzde Times Meydanı, Manhattan’ın en canlı ve eğlence dolu yeri olmuş. Şık görünümlü ofisler, oteller , gösteri merkezleri,dükkan ve restoranlar ile her daim hareketlidir.Bol bol bulunan ışıklı reklam panoları ile burada geçe olduğunu bile anlamıyorsunuz, her yer aydınlık. Mutlaka geçe gidin. Theater District (Tiyatro Bölgesi) ise; 42nd Street’ten 53rd Street’e kadar 6th ve 8th Avenue arasında kalan bölgedir diyebiliriz. Bugün Broadway olarak bildiğimiz en ünlü bölüm ise 42nd Street’tir. Bu civarda birbirinden ünlü tiyatrolar bulunmaktadır.
Alan milyonlarca ışık, yüzlerce pano ve reklam alanları ile çevrili. Gezen ve yer yer merdivenlerde oturan , kalabalık insan seli .Dükkanlar mağazalar geç saatlere kadar açık. Tekerlekli sandalyeye uygun bir alan.
Meşhur kırmızı merdivenlerine çıkmamız mümkün değil ama seyretmek bile ilginç.
United Nations Birleşmiş Milletler
Birleşmiş Milletler Genel Merkezi New York Şehri’nde Birleşmiş Milletler’e ait bir kompleks.Çok tanıdık bir bina. 1952’de kompleks inşasının bitmesinden beri Birleşmiş Milletlerin resmî karargâhı olarak fonksiyon göstermekte Manhattan’ın Turtle Bay mahallesinde, East River’a bakan bir alanda bulunur2. Dünya Savaşından sonra uluslararası barışı sağlamak için kurulmuş Birleşmiş Milletlere ait binalar da Midtown Manhattan’ın önemli yapılarındandır. Genel sekreterlik, cam-mermer karışımı olan yüksek binada çalışır. Genel Kurul ise toplantılarını iç bükey bir terası olan, alçak binada yapar. Toplantı olmadığı günlerde binanın içinde düzenlenen turlara katılabilirsiniz.Tur ücreti : tam 16 $ , indirimli 9 -11 $.Biz katılmadık sadece binayı izlemek ve hatıra fotoğrafı çektirmekle yetindik. Wall Street
Battery Park’tan yürüme mesafesinde bulunan Wall Street, Manhattan’ın en ünlü sokaklarından biridir. Çoğu ziyaretçi burayı biraz karanlık ve kasvetli bulabilir, çünkü çok yüksek binaların olduğu bu bölgede sokaklar çok dardır.
Artık sembolik bir anlamı olsa da, 1653 senesinde New York’un Hollandalı valisi Peter Stuyvesant, kolonicileri İngilizler’den korumak için bu bölgeye bir duvar yaptırmış. Bu duvar yıkılalı çok olmuş ama sokağa adını veren de yine bu duvar olmuş. Yollar parke olduğundan sandalye için hareket güç olabiliyor.
Asıl ilgi alanı caddenin diğer tarafında yer alan Borsa binasıdır. Borsayla ilgili olmasanız bile Broad Street No.8- 18’de bulunan New York Borsası’nın (New York Stock Exchange)binasını görmelisiniz. 11 Eylül’e kadar bu binada halka açık bir galeri ve ziyaretçi merkezi varmış ama artık kapalı.
Ayrıca New York’un Finans Merkezi’nin ve Wall Street’in sembolü hâline gelmiş bronz Wall Street Boğa’sıyla ve karşısında ona kafa tutan küçük kız heykeliyle de bir fotoğraf çektirmeden dönmeyin.
5th avenue
New York’ta 5th avenue yani 5. bulvar dünyanın en ünlü, en lüks alışveriş caddelerinden birisi. Adanın en kuzeyinden Harlem bölgesinden başlar ve Central park’ın hemen doğu kenarını izleyerek güneye , Washington Square Park alanına kadar boylu boyunca uzanır.Ünlü markalar bu bulvar ve burayı kesen caddelerde sıralanmıştır.Apple Store , 767 5th Avenue – New York, NY adresinde ilginç ve cam dizaynı ile yeni ve büyük mağazasında yerini almıştır. Bulvarın en şatafatlı bölgesi ;40 ve 59th Str.- caddeler arasıdır..
5. caddenin doğusunda yer alan ve kuzey & güney yönü ile devam eden diğer ünlü bulvarda ; Madison Ave ve onunda doğusunda bulunan Park ave bulvarları bulunmaktadır. Broadway : 5. caddeden ayrılıp, sanatın merkezi, dünyanın en önemli sanatçıların doğduğu, tiyatroların, sahne sanatlarının, şovların beşiği Broadway bölgesine ilerliyoruz. Dünyanın en büyük gösteri merkezleri bu bölgede yer alıyor. Özellikle akşam görülmeye değer. Işıkların büyüsüne kapılıp hayallere dalıyoruz. Rahatlıkla gezilebilecek ve görülmesi gereken bir bölge. Flat Iron
Ülkenin ilk gökdeleni olan Flatiron Binasını görüp fotoğrafını çekmekle yetiniyoruz. Oldukça enteresan bir bina. Gelmişken mutlaka görülmeli. Broadway ve 5th avenue kesiştiğinde ilginç mimari bir yapı. New York’un önemli ikonik binalarından biri. Halen İş merkezi olarak kullanılıyormuş. Union Square
Broadway’den 4 Ave. vede E 14th Str. ile E 18th Str. arasında kalan alandır.1839 yılında açılmış , 1872 de yeniden tasarlanmış alan kent için tarihte toplumsal olaylara sahne olmuştur.1882 de ilk işçi bayramına ev sahipliği yapmış.George Washington, Abraham Lincoln, Mohandas Gandi, ve Marquis de Lafayette gibi ünlülerin heykelleri yer alan park’ta popüler Greenmarket bulunur.Haftanın 4 günü sebze meyve vs. tarzında semt pazarın bulunduğu alandır. Sonuç
Başta da yazdığım gibi “New York’u tek bir ziyarette fethetmek imkansızdır” sözüne hak vererek 7 günlük seyahatimizde bu kadar yer görebildik. Değişik lokantalarda değişik yemekler yedik. Ama aklımızda olup gidemediğimiz yerleri kısmet olursa başka bir tarihe bırakarak şehirden ayrıldık. Uzun uçak seyahati ve bilhassa otellerin pahalılığı olumsuz yönleri olsa da gene de bir daha da gitmek istediğimiz şehir. Tekerlekli sandalye sizi engellemesin, sıkıntı çekmeyeceğiniz bir şehir. İmkanınız varsa çekinmeden gidin.
Şikago, Orta Batı Amerika’da Michigan Gölü kenarında kurulmuş, Illinois eyaletine bağlı bir kent. İllinois eyaletinin en büyük şehri ve Amerika’nın en büyük 3. şehri olan Şikago; gökdelenleriyle, filmleri ve müzikalleriyle özdeşleşmiş , gerçek caz ve blues müziklerinin doğduğu yerdir. Şehirleşmenin çok ileri olmasına karşın, yeşil alanlar azımsanmayacak kadar çoktur. Binalar ve doğa ahenk içinde. Sanat ve bilim müzeleri, kilometrelerce uzanan kum plajları, devasa doğa parkları ve modern mimarisiyle Şikago; kesinlikle görülmeye değer, çok yönlü bir şehirdir
Şikago yemek yemeyi sevenlerin cenneti, fast food kültürünün kalbidir.(Bu yüzdende şehrin yarısı obez) İlk McDonalds şubesi burada açılmış. Kentte yerel ve uluslararası mutfaktan her bütçeye uygun, kaliteli ve lezzetli yemeklerin sunulduğu çok sayıda restoran yer alıyor Kentteki dünya mutfağı, sayısız restoranın sunmuş olduğu kaliteli ve nefis lezzetlerden tatma imkanı sunmakta.
Şehrin Kuşbakışı görünümü New York kadar etkileyici değil. Bu nedenle tekne turları daha etkileyici bir alternatif olabilir. Şehirde bir çok mimari tekne turları yapıldığını ve bunlardan birisinin tekerleki sandalyeye tam uygun olduğunu öğrendim. Şirket adı Wendella. Wendella teknelerinde teknenin üstüne asansör ile erişilebiliniyormuş. Trump Kulesi dibinde erişilebilir bilet standı ve iskelesi bulunmaktadır.Ben vakit bulamadığımdan bu geziyi yapamadım. Siz giderseniz mutlaka bu geziyi yapın. Kısmet olur bir daha gidersem kesinlikle bu tura katılmayı düşünüyorum. Kısmet.
Chicago’da tekerlekli sandalye ile erişilebilecek bir çok yer bulunmakta. Bunlara müzeler, gezi alanları, spor etkinlikleri, kamu parkları, eğlence ve tiyatro gösterileri ve tabii ki özel pizzaları dahildir!. Chicago müzelerinin ve sanat galerilerinin çoğuna ilgi çekici yerler var. Ancak daha önce belirttiğim gibi burada da herhangidir engelli indirimi ve önceliği bulunmamaktadır. Ancak Chicago CityPASS ile giriş ücretinden% 50 veya daha fazla tasarruf sağlayacağından, bir çok yeri gezmeyi planlıyorsanız bu karttan satın almayı düşünmeni kesinlikle önerebilirim.Chcago buraya özel tarzlı pizzası ile ünlüdür. Bu Chicago’da yaratılan ve hâlâ hizmet verilen , Pizza Hut’ta veya Little Caesar’da bulacağınız özel pizza değil. Gerçek Chicago derin çanak pizza aslında “derin” veya kalın ve topsings ile dolu.Chicago kaldırımlarının çoğunluğu, pürüzsüz. Ancak sert kışlardan dolayı bazı kaldırımlarda çatlaklar olabiliyor. Bazı kavşaklar yüksek olabiliyor. Tekerlekli sandalye kullananların, yükseltilmiş sokağa erişebilmek için bir ila iki blok daha yol alması gerekebiliyor ancak hemen belirteyim ki bu kavşakların az bir kısmını oluşturmakta ve kentin genel erişilebilirliğini etkilememektedir. Tekerlekli sandalye kullanıcıları, özellikle Michigan Gölü kıyısına giden / oradan gelen bazı bölgelerde engebeli veya dik bölgelerle karşılaşacaklardır. Şehrin şehir merkezindeki alanlar büyük ölçüde düz ve gezinmesi kolay.Kaldırımlar ve sokaklar kar yağması durumunda (ki buranın kışının ne denli yaman olduğunu burada master yapan oğlumdan duymuştum)düzenli olarak temizlenmekte ve buzlar parçalanmaktaymış Ancak kış hava koşullarında, tekerlekli sandalye kullananlar kar yağışının biriktiği alanlarda gezinmekte zorluk çekebilirler. Bu nedenle bence buraya kış aylarında gelmeyin derim.Biz burada genellikle Yaya gezdik. Yorulduğumuz zaman kısa molalar verdik. Sadece otelden merkeze gelmek için otele yakın olan otobüsü kullandık. Zaten gittiğimiz yerlerde otel merkezden uzaksa yakınlık durumun göre ya otobüsü ya da metroyu kullanıyoruz. New York’ta metro yakında onu kullandık burada da otobüs yakındı onu kullandık. Gezeceğimiz noktaya yakın durakta inerek ya yayan olarak yada bir diğer otobüse (veya metroya) binerek hedefimize ulaştık. Genelde gezimizi yayan yaptığımızı söyleyebilirim. Zira birçok gezi alanı birbirine çok yakın. İnip binmeye değmiyor.
Tüm mekan kapılarında özel butonlar bulunmaktadır. Buraya basarak otomatik açılan kapıdan kimsenin yardımı olmadan içeri girebiliyorsunuz. Ama çoğu zaman bunu kullanmanıza gerek almıyor. Sizden önce giren varsa ve sizi fark ederse mutlaka ama mutlaka siz girene kadar kapıyı tutuyor.UlaşımDiğer ABD şehirlerinde olduğu gibi Chicago’da da tekerlekli sandalye kullanıcıları için erişilebilir iyi bir toplu taşıma sistemi var. Bu hem otobüs hem de tren hizmeti içermekte. Alınan biletlerle her ikisinden de istifade edilebiliyorsunuz.Tekerlekli sandalye kullanıcıları, toplu taşıma seçeneklerinden birini veya daha fazlasını kullanarak şehrin her yerine erişebilir. Trenlere istasyon platformlarından kolayca erişilebilir ve hem akülü hem de manuel tekerlekli sandalye kullananlar trenleri rahatça kullanabilir. Ancak maalesef bazı istasyonda asansör bulunmamakta.
Otobüsler, engelliler ve tekerlekli sandalye kullananlar için tamamen erişilebilir olmasını sağlayan çok sayıda erişilebilirlik özelliği ile donatılmış. Tüm otobüsler açılabilir veya alçaltılmış zemin rampaları veya asansörler ile donatılmış. Her otobüsün üzerinde iki tekerlekli sandalye sabitleme alanı bulunuyor. Her durakta ses ve kavşak duyuruları yapılmakta.
Durakta sizi fark eden sürücü hemen gerekli şekilde kaldırıma yaklaşmakta ve ön kapıda bulunan rampayı otomatik olarak açmaktadır. Tekerlekli sandalye için ayrılan yerlerde portatif olarak açılıp kapanan ve 4-5 kişinin oturduğu koltuklar bulunmaktadır. Burada oturan varsa hemen kalkmakta ve koltukları katlayarak size yer açmaktadırlar. Eğer onlar fark etmesse diğer yolcular hemen ikaz ediyorlar, onlarda fark etmesse sürücü gerekli ikazı yapıyor. Sandalyenizi otomatik olarak sabitleyen mekanizmaya kolaylıkla kitleniyorsunuz. İnerken de özel bir düğmeye basarak sandalyeyi bu kilit mekanizmasından kolaylıkla kurtarıyorsunuz. Yani tekerlekli sandalyeli bir engelli tek başına hiçbir sorun yaşamadan yolculuk yapabiliyor. En ufak sorunda insanlar yardımcı oluyor. Sürücü sizden tamam işaretini almadan kesinlikle hareket etmiyor. Medeniyet ve engelliye saygı bu olsa gerek.
Ücretler her yöne 2,25 dolardır ama yeniden yüklenebilir Ventra kartı ile ödeme yaparsanız, yolculuk başına 2, 00 dolar ödeniyor. Biz 3 günlük kart alarak bu süre boyunca bunu rahatlıkla kullandık.Tekerlekli sandalyeye uyumlu taksi araçları Şikago içinde mevcut ve normal bir taksi ile aynı metre oranlarında ücret almakta. Bu taksilerde yan veya arka girişlerde tekerlekli sandalye rampaları mevcut. Tekerlekli sandalye taksileri, şehir genelinde ve her iki havaalanı havaalanında da talep üzerine, ortalama 15 dakikadan daha kısa bekleme süreleri ile çağrıla biliniyor. Sürücüler tekerlekli sandalye kullananlara bu özel taksi içinde ve dışında yardımcı oluyorlar. Kredi kartı ile ödeme yapmak mümkün.Şimdi gezmeye başlayalım. Gezi sırasıyla yazmaya gayret edeceğim. İlk önce otobüsle ulaştığımız Adler planetaryumundayız. Adler Planetaryumu
Öncelikle mekânın etrafını gezmeye başlıyoruz. Yemyeşil alan. Çimenlerde dinlenen insanlar, gölde yüzen güneşlenen insanlar ve park yerinde klasik sarı renkli onlarca okul otobüsleri bizi karşılıyor. Hafif meyilli mekanlarda gezerek binaya yaklaşıyoruz.
Hayırsever Max Adler tarafından 1930 yılında kurulmuş astronomi müzesidir. Batı Yarımkürede ilk inşa edilen planetaryumdur ve bu alandan multimedya gökyüzü gösterileri sunulmakta. Astronomiye ve astrofizik araştırmalara adanmış bir kamu müzesi olma özelliği taşıyor. Chicago gezilecek yerler listenizde bulundurmak isteyeceğiniz Adler Planetaryumunda 1971 tarihinde aydan getirilen ufak kaya parçası gibi ilginizi cezbedebilecek materyaller de bulunuyor.
Tekerlekli sandalyeliler sadece Güney Girişinden girebiliyorlar. Burada bulunan her bölüme ve her gösteri yerine rahatlıkla girmeniz mümkün. Tekerlekli sandalyeler için iki açık alanlar var ve bunlar mekanın en iyi kısımda bulunmaktadır. Tekerlekli sandalye kullanan ziyaretçiler asansörde onlara yardımcı olan (Adler mavi ceket çalışanlar), Görev Uzmanlarından sorarak istedikleri yere rahatlıkla erişebilir. Bir kafe ile birlikte tuvaletler orta kısımda bulunmaktadır.
Tüm dış gezilerimde gözlemlendiğim ve bir Türk vatandaşı olarak üzüntü duyduğum konuyu burada da belirtmek isterim. Burada yüzlerce çocuk bilimle iç içe yaşıyor. Tüm bilgisayarlar onların hizmetinde. Her şeyi yaşayarak görerek öğreniyorlar. Bizim çocuklarla bu çocukların ayni imkanlarda eğitim gördüğünü söylememiz mümkün değil. Bu nedenle bu ülkelerle farkı kapatmak bir yana her gün daha gerilerde kalacağımız bilmek hiçte sır değil. Maalesef.
Mekanın terasında muhteşem Şikago manzarası bulunmakta. Burada bol bol resim çektirdik.
Bundan sonra hedefimiz buraya yakın olan akvaryum. Shedd Akvaryumu
Chicago gezilecek yerler açısından ziyaretçilerine farklı seçenekler sunuyor. Shedd Akvaryumu da bu alternatifler arasında dikkat çekmeyi başarıyor. Dünyanın en büyük kapalı tuzlu su akvaryumları içinde bulunan Shedd Akvaryumu, 32.000 üzerinde canlıya ev sahipliği yapıyor. Balina, köpek balığı, yunus ve pinhana gibi çeşitli balıkları görebileceğiniz akvaryum içinde hediyelik eşya alabileceğiniz oldukça büyük bir mağaza da bulunuyor. Burası 1930 tarihinde açılmış. Şehrin tanınmış işadamı John Graves Shedd: akvaryum kurulması için 1924 yılında: 2 milyon dolar para bağışlamıştır. Tuvaleti mevcut.
Akvaryumun tekerlekli sandalye girişi güneybatı tarafında. Müze kampüsündeki işaretler sizi o girişe yönlendiriyor. İçinde engelli tuvaleti bulunmakta. Her bilet, akvaryum tiyatrosunda gösterilen 4 boyutlu filmlerden birini izlemek için bir geçiş içeriyor. Kesinlikle tavsiye ederim! Tekerlekli sandalyeler tiyatronun arka kısmında yer alıyor.
Burada görülmesi gereken yerlerin başında yer alan bu akvaryum her yönü ile tekerlekli sandalyeye uygun. İçinde birçok engelli tuvaleti var. Ayrıca gene her yerde olduğu gibi burada da bol bol yeme içme yerleri bulunmakta. İlginç deniz canlılarını görmek için 3-4 saatinizi buraya ayırın.
Field Doğal Tarih Müzesi
Akvaryum çıkışı hedefimiz hemen yakında bulunan Grand park. Ama yol üzerinde bulunan bu müze binasını atlamak olmaz Naturel History Field Müzesi olarak isimlendirilir. Müzede 21 milyon yıl öncesine ait örnekler bulunmakta. Bunlar arasında özellikle geniş bir koleksiyon oluşturan “dinazor” iskeletleri görülmeye değermiş. Müzede, ayrıca: dünyanın dört bir yanından gelen elmas ve değerli taşlara ait geniş bir koleksiyon görülür.Müzenin diğer ilginç bölümü: Mısır uygarlığına ait 23 insan ve birçok hayvan mumyasının bulunmasıdır.Bu bilgileri size iletiyorum ama maalesef vakit darlığı (zira paramıza göre pek ucuz olmayan giriş ücretini ödemişken buraya uzun zaman ayrılması gerekir. Yoksa yarım saatlik bir gezi için bu parayı ödemek doğrusu gereksiz geliyor) nedeniyle içeri giremiyor, binanın resmini çekmekle yetiniyoruz. İnşallah bir dahaki sefere.
Hedef hemen karşıdaki Grant park. Grant Park
319 dönümlük park alanıdır. 1847 yılında yapımı tamamlanmıştır.1871 büyük yangınından sonra, şehrin bütün enkazı buraya gömülür. 1911 sonrası inşaat yapılmasına izin verilmeden kamuya açık hale getirilmiştir.
Maggie Daley, Millennium Parkı, Art Institute of Chicago, Buckingham Çeşmesi, botanik bahçesi ve Hutchinson Field gibi mekanları da içerisine alan Grant Park, yüksek binalarla çevrili şehre doğal bir enerji katıyor. Adı gibi gerçekten büyük bir alanı kapsıyor.
Dünyanın en büyük çeşmelerinden biri olan Buckingham Çeşmesi, parkın merkezinde yer alıyor. Fıskiyelerin yarattığı su gösterilerini ilgi ile izliyoruz Burada en çok vaktimizi. Bu ilginç havuzda geçiriyoruz ve bol bol resim çekiyoruz.
Parkın yolakları tekerlekli sandalye kullananlar tarafından tamamen erişilebilir durumdadır ve rampalar her merdivenin yakınında bulunmaktadır. Grant Park ayrıca Millennium Park alt parkına ev sahipliği yapmaktadır.
Bu arada müze tarafından girişte bulunan kulübede mola verip değişik ve güzel bir tadı olan hot doğ yemeği sizde ihmal etmeyin. Pişman olmasınız.
Millennium Park Batısında Michigan Bulvarı, doğusunda Columbus Yolu, kuzeyinde Randolph Caddesi ve güneyinde Monroe Caddesi ile çevrelenen Millennium Park, şehrin sembolik buluşma noktaları arasında yer alıyor. Michigan gölü kıyı şeridine yakın alanda kurulu yaklaşık 100.000 m2 alana sahip ünlü bir park. Üzeri parlak metaller ile çevrili olan Jay Pritzker Pavilion, fütüristik yapısıyla ziyaretçilerini büyülemeyi başarıyor. Aynı zamanda açık konser alanı olarak kullanılan Millennium Park avlusunda çeşitli etkinlikler de düzenleniyor.
Millennium Park, sezona bağlı olarak çeşitli sanat teçhizatlarının yanı sıra buz pateni ve patinaj pisti sunmaktadır. Park, her merdivene yakın rampa ve iyi korunmuş yürüyüş yollarıyla tamamen erişilebilir durumda olup rahatça gezilebilir. The Crown Fountain : Parkın hemen girişinde meydanda 15 m. yüksekliğindeki duvarları, LED ekrandan yapılmış cam blok yapılı anıttır ; İspanyol Jaume Plensa tarafından tasarlanmıştır. Cam blokların yüzeyinde 1000 başarılı Şikago’lunun portreleri video olarak görüntülenmektedir. Zaman dilimleriyle bu portrelerin ağızlarından fıskiye ile su akar. Özellikle bu anı çocuklar kaçırmaz ve su altında eğlenirler. Su, akan hayatı sembolize ediyormuş..
Jay Pritzker Pavilion : Frank Gehry tarafından tasarlanan ve paslanmaz çelikten oluşan, park içinde bulunan bir konser alanıdır.4000′ i koltuk, 7000 kişide çimende oturarak büyük bir konsere ev sahipliği yapabilir. Ses akustiği gayet iyidir. Yerden yaklaşık 35 m. yükseklikteki çelik boru – kafes şeritler, konser alanının açıkta kalan (çim) kısmına arena havasını katar. Burası Grant Park Music Festival‘i ve Gospel Fest gibi ilk bahar ve sonbahar festivallerinde ücretsiz konserlere ev sahipliği yapar. Bizde gezimiz sırasında festivale denk geldik ve bu alanda konser izledik.
Cloud Gate (Bean)
Cloud Gate : İngiliz sanatçı Anish Kapoor tasarımlı yapı, 110 ton ağırlıkta ve 60 x 30 m. boyutlarında. Sıvı cıva damlası görünümlü dev metal nesne, pürüzsüz yüzeyiyle ayna gibi gökyüzünü ve bulutları yansıtmakta. Bu alanda kendinizi de bulut ve gökdelen sulieti eşliğinde ölümsüzleştirebilirsiniz. Bu sanat eseri; ters duran bir fasulye tanesini andırıyor ve altından geçmek mümkün.
Millennium Park’ta bulunan bu devasa çelik fasulye (Bean) heykeli, hiç tartışmasız şehrin en dikkat çeken eserlerinin başında geliyor. Çevredeki gökdelenlerin siluetini yansıtan harika heykel, sıra dışı dizaynıyla göz dolduruyor. Chicago’yu ziyarete gelen hemen hemen herkes, Cloud Gate önünde fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmiyor. Tabi bizde eksik kalmadık ve bol bol resim çektik. Çok ilginç bir obje.
Navy Pier
Burası Şikago gezimiz boyunca en fazla uğradığımız yer. Akşam yemeklerini burada bulunan restoranlarda yemeği tercih ettik. Bilhassa akşamları cıvıl cıvıl bir yer.
Navy Pear: Michigan gölü kıyısında, yaklaşık 1 km. uzunluk , 90 m. genişlikte sahil şeridine ( iskele ) sahip dinlenme eğlence ve park alanı. İskele ilk olarak: 1916 yılında yapılmış. İskele, zamanında dünyanın en büyük iskelesiymiş. Dünya Savaşı gazilerinin onuruna “Navy Pier” olarak isimlendirilmiş.
1992 yılında başlayan yenileme çalışmaları, 1994 yılında tamamlanmış. Sonuçta, Chicago şehir alanında, çok başarılı bir eğlence merkezi ortaya çıkmış. Bölgeye: fast food büfeleri, dükkanlar, bir balo salonu, bir konser sahnesi ve kongre-sergi salonu dahil edilmiştir. Ayrıca: bir dönme dolap, bir IMAX sinema salonu, Shakespeare oyunları sergilenen bir tiyatro, Funhouse (çeşitli aynalardan oluşan) bir Chicago çocuk müzesi, Vitray Windows Smith Müzesi eklenmiş.
Chicago gezilecek yerler listenizde mutlaka bulundurmak isteyeceğiniz Navy Piyer’de, Cruise gemileri ile çeşitli gezilere katılabilir veya lunaparkta gönlünüzce eğlenebilirsiniz.Buraya mutlaka geçede gelmelisiniz. Renk cümbüşü, insan kalabalıklığı ve ışıl ışıl Şikago manzarası ile ilginizi mutlaka çekecektir.
Polks Bros Park’ta bulunan çeşmeler yaz aylarında sıcaklardan bunalan çocukların serinleme yeridir. Eğer siz de sıcaklardan bunalırsanız çocuklar gibi bu çeşmelerin altında serinleyebilirsiniz. Bizde burada suların altında güzel zamanlar geçirdik.
Akşamüstü burada yapacağınız bir yürüyüş, güzel bir restoranda göl manzarası ve gün batımı eşliğinde yiyeceğiniz bir yemek ve sonrasında katılacağınız güzel bir etkinlik size güzel bir tecrübe yaşatacaktır.
Burası aynı zamanda liman olduğu için, bölgede tekneler aracılığıyla güzel bir nehir turuna çıkabilirsiniz. Bazı teknelerde romantik akşam yemeği yemek de mümkündür.
Tekne turu ücretleri: Yetişkinler: 26 Dolar / 12 yaş altı çocuklar: 7 Dolar / 12 – 17 yaş arası çocuklar: 14 Dolar Lincoln Park
Bu günkü gezimizin başlangıç noktası burası. Otelimizden sonra iki otobüs yolculuğu ile buraya ulaştık.
Lincoln Park Zoo – hayvanat bahçesi (ücretsiz), Lincoln Park konservatuarını, Theatre on the Lake – göl tiyatrosunu, Chicago History Museum, the Peggy Notebaert Nature Museum, North Avenue Beach ve Oak Street Beach plaj alanlarını, Lincoln park kültür merkezini, Alfred Caldwell Lily Havuzunu, Abraham Lincoln ve diğer heykelleri de içine alan çok geniş bir sahada yer almaktadır. İyi bir dinlenme alanı olduğu kadar, restoran, bar ve hayvanat bahçesi ile eğlence mekan.
Şehrin stresini atabilmek için de farklı alternatifler sunuluyor. Bisiklet parkurları, yürüyüş yolları, oyun ve dinlenme alanları sayesinde günün yorgunluğunu atmanız kolaylaşıyor. Her yönü ile tekerlekli sandalyeye uygun. Daha doğal olan bu parkta gezinmekte rahat ve dinlendirici. Mutlaka gidin. Lincoln Park Zoo
Zoo Park : The Association of Zoos and Aquariums (AZA) ” hayvanlar ve akvaryumlar birliği ” ne ait 35 dönümlük parktır. Kuruluşu 1868 lere uzanır. İçinde 200 tür ve 1000’in üstünde hayvana ev sahipliği yapar Lincoln Park içindeki tarihi hayvanat bahçesi, Chicago gezilecek yerler planınıza dahil etmek isteyeceğiniz lokasyonlar arasında bulunuyor. Haftanın her günü 10:00-17:00 saatleri arasında ücretsiz olarak ziyaret edilebilen Lincoln Park Zoo’da goril, zürafa, zebra, aslan, maymun ve gergedan gibi farklı hayvan türlerini görebilmek mümkün oluyor.
Michigan Avenue-Magnificent Mile
Amerika’nın en göz alıcı bulvarlarından biri olan Michigan Avenue, John Hancock Center, Wrigley Binası ve Tribune Kulesi gibi yapılara da ev sahipliği yapıyor.
Madison Caddesini kuzey ve güney olarak bölen Michigan Meydanı’nın kuzey bölümünde bulunan ünlü Magnificent Mile üzerinde, gezebileceğiniz ya da alışveriş yapabileceğiniz çok sayıda galeri, butik ve lüks mağaza yer alıyor. Düz bir cadde olan caddeyi çeşitli zamanlarda bol bol gezdik.
Art Institute of Chicago
Müze; Grant Park içinde, S Michigan Avenue ve Adams Center bölgesinde yer alır.Müzenin girişinde: ziyaretçileri iki büyük aslan karşılıyor.
Dünya standartlarındaki müzelerden biri olan The Art Institute of Chicago‘da (Şikago Sanat Enstitüsü), geçmişi asırlara dayanan resim, heykel, dekoratif işleme, dokuma ve mimari çizim gibi sayısız eser yer alıyor. Şehrin en ünlü bu müzesinde, dünyanın dört bir yanından gelen sanat eserlerinin bulunduğu geniş bir koleksiyon sergilenmekte. Burada gezdiğimiz tek müze burası oldu. Mutlaka 2-3 saatinizi buraya ayırın derim. Giriş ücretli.
Tekerlekli sandalyeye uygun ve engelli tuvaletleri mevcut. Aslında Amerika için bunları belirtmemiz gereksiz ama alışkanlık işte.
John Hancock Merkezi & 360 Chicago
Fazlur Khan tarafından tasarlanan John Hancock Merkezi, 457 metre yüksekliği ile şehrin en çok ilgi çeken gökdelenleri arasında yer alıyor. İçerisinde dükkan, ofis, lokanta ve daire gibi sosyal alanlar bulunan binanın koyu renk çapraz çelik görünümlü tasarımı göz dolduruyor. Ziyaretçiler için hazırlanan 94. kattaki gözlemevi (360 Chicago), Chicago manzarasını 360 dereceyle izleyebilmenize de olanak tanıyor
360 CHICAGO’nun manzaraları, binanın büyük göle daha yakın olması nedeniyle Willis Kulesi’nden daha etkileyici olduğu söylense de biz tercihimiz Willis’ten yana kullandığımızdan buraya çıkmadık.360 CHICAGO tekerlekli sandalyeye erişilebilir. CityPASS olmadan giriş ücreti yetişkinler için 20 $ ‘dır.Buraya çıkmadık ama hemen yakınında bulunan The Cheesecake factory’de nefis bir c cheesecake yemeden geçemedik. 250 çeşit menü içinde yaklaşık 50 çeşit cheesecake ve tatlı çeşidi bulunmakta. Menüdeki kalorilerine fazla takılmayın, bir daha nerde yiyeceksiniz. Hem bol bol dolaşıyorsunuz bu kalörileri rahatça yakarsınız. Tavsiye ederim.
Willis Kulesi & Skydeck Chicago
Şikagoda görmeyi önceden planladığımız bina burası. Şehirdeki görülmesi gereken yerlerin en üst sırasında bulunan Willis Kulesi, eski adıyla Sears Tower dünyanın en yüksek gökdelenlerinden biridir. 440 metre yüksekliğindeki 110 katlı bu gökdelen içerisinde çeşitli ofisler yer almakta, fakat turizm açısından önemli kısmı olan Sky Deck katı gökdelenin yani gökdelenin teras bölümü 360 derecelik Şikago manzarasına sahiptir.
Şikago’yu ayaklarınızın altında hissetmek ve bulutsuz günlerde çevredeki dört eyaleti de görmek mümkünmüş. Bu terasta kuş bakışı seyir keyfi yaşamak istiyorsanız biletinizi önceden ayırmalısınız. Aksi takdirde sırayı görüp vazgeçebilirsiniz. Özellikle yaz aylarında hafta sonları öğle saatlerinde çok uzun bir kuyruk oluşmaktaymış. Biz Haziran ayı başında oradaydık. Gene de kuyruk vardı. Herhangi bir öncelik olmadan sıraya girdik. 70 saniyede zeminden Skydeck’e çıkan asansör ile tepeye çıktık.
Yukarıdaki seyir katının her bir yönünden şehri rahatça izledik. Bol bol resim çektik.
103.kat ve 412 yükseklikteki Skydeck, camlı gözlem alanından, kentin batıda kalan kısmını yarım daire alanı olarak ayaklarınız altında izleyebiliyorsunuz. Sizi gökyüzü ile buluşturan ve tamamı dayanıklı camlardan imal edilen Skydeck gözlem bölümü, şehri kelimenin tam anlamıyla ayaklarınızın altına seriyor. Skydeck tekerlekli sandalyeye açıktır. 2009’da eklenen “The Ledge”, Skydeck’in en çok konuşulan özelliği. Binanın yanından dört metre uzanan üç cam kutu, ziyaretçilere Wacker Drive üzerinden camın üzerinde dururken (veya otururken) inanılmaz fotoğraflar çekmenize izin veriyor. Aşağıdaki caddenin 1,353 fit yüksekliğinde cam bir kutuya ağır bir tekerlekli sandalye götürmek konusunda endişe ediyorsanız, güvende! Cam zemin yaklaşık 5 ton ağırlığa sahip olabilir ve kimse henüz düşmemiş. Tabi bu kadar meşhur olunca buraya girmek ve resim çektirmek için epey bir zaman beklemeniz gerekiyor. Ama beklemeye değer bir yer. Zaten sadece resim çektirebiliyorsunuz. Fazla etrafa bakma zamanınız yok.
Cam kabin içerisinde kuş bakışı şehri izleyebileceğiniz bu gökdelen içerisinde aynı zamanda bir kafeterya ve hediyelik eşya dükkanı var. Biz gene de belirtelim. Burada da engelli tuvaleti bulunmaktadır.
2009 yılında Londra merkezli sigorta şirketi “Willis Group Holdings” binanın bir kısmını kiralamış ve binanın adlandırma hakkını elde etmiştir. Önceleri “Sears Tower” olarak bilinen bina , 16 Temmuz 2009 tarihinde, resmen “Willis Tower” adını almıştır .Bu gün için ABD nin en yüksek 2.binasıdır..Uzun süre (1998′ e kadar) dünyanın en yüksek binası olma rekoruna da sahip olmuştur. Lüks ofisleri ve daireleri ile şehrin prestij merkezleri arasında gösteriliyor
Kulenin tepesinde uçakların binayı fark edebilmeleri için iki tane büyük anten yapılmıştır. Bu antenler özel günlere göre kırmızı veya yeşil renkte yanmaktadır. Sevgililer Günü, Bağımsızlık Günü, Kansere Karşı Koy gibi gün ve etkinliklerde kırmızı renkte, Dünya Günü, St. Patrick’s Günü gibi günlerde de yeşil renkte yanmaktaymış.
Yazları ; saat 09.00-22.00 , sonbahar & kış ; 10.00-20.00 arası ziyarete açık. Giriş 19 dolar. Şikago belirttiğim gibi mutlaka görülmesi, yaşanması gereken bir şehir. Her yönü ile tekerlekli sandalyeye uygun. ABD seyahati planlıyorsanız mutlaka bu şehri gezi planınıza koyun. Fırsatım olursa tekrar girmeyi isterim.
8 günlük New York gezimizin içinde günübirlik gittiğimiz Washington New York’un karmaşasından sonra çok sessiz ve sakin bir yer olarak göründü bizlere. Düzgün bir şehirleşme yapısına ve planına sahiptir. Düzenli ve bakımlı ve düz olması nedeniyle engelliye çok uygun bir şehir. Geniş meydanlar, birbirine neredeyse tamamen paralel, geniş sokak ve caddeler ve şehrin görüntüsünü bozmayacak alçak binalar ilk göze çarpan özelliklerdir. New York’un aksine burada hiç gökdelen yok. Beyaz Saray, ABD Kongresi, ABD Yüksek Mahkemesi ,Dünya ülkelerinin büyükelçilikleri, kabine sekreterlikleri (bakanlıklar) gibi bütün federal kurumlar bu kentte yer alır.
Gezi planımızda içinde 10 saat otobüs yolculuğunu da düşünüldüğünde bir gün ayırdığımız bu gezimizde bu şehrin tüm önemli yerlerini görmemiz mümkün olamadı. “Genel olarak Amerika Notları”yazımızda belirttiğimiz otobüs sorunu nedeniyle kaybettiğimiz iki saat de bize en azından bir müzeyi görme fırsatını da elimizden almış oldu.(Bknz: “Genel olarak Amerika Notları )Biz gezimizi yaya olarak yaptık. Ama süreniz uygun ise gezi otobüslerini tercih edin. Daha kısa sürede daha fazla yer görme imkanınız olur. Ama 2-3 gün zaman ayırırsanız yaya olar ak rahatça gezmeniz mümkün. Buranın en güzel özelliği ise; gezilip görülecek yerlerin çoğunun birbirine yürüme mesafesinde olmalarıdır.
Washington, Amerika Birleşik Devletleri listesinde Tekerlekli sandalye en uygun 5 şehrinden birisi. Şehir tekerlekli sandalye ile erişilebilirlikte dünyanın sayılı şehirlerinden. Sabah 7’de planladığımız hareket saati dokuz da gerçekleşti. BigBus firmasının nispeten eski otobüsü ile yaklaşık 5 saatte Washington’a ulaştık. Ama sizlere, böyle günü birlik gezi için otobüs yolculuğunu tavsiye etmem. Treni tercih edin derim.Washington’da toplu taşıma sistemi engelli ve tekerlekli sandalye kullanıcıları için tamamen erişilebilir. Tekerlekli sandalyeniz ile her tarafı rahatlıkla gezebilirsiniz.
Şimdi gezimize başlayabiliriz. Gezimize otobüsün indirdiği yer olan Union istasyonundan başlayarak sırasıyla devam edelim. Union Station Plaza
Union Station Plaza üzerindeki bina 1908 yapımıdır. Yıllık 30 milyon ziyaretçi alan bu komplekste ; 130 kadar mağaza , restoran , hediyelik eşya – oyuncak vs. her şey bulmak mümkün. Aynı zamanda dünya standartlarında sergilere ve uluslararası kültürel etkinlikler için bir mekan olarak da hizmet vermektedir. Tekerlekli sandalyeye uygun ve içerideki tüm tuvaletler engelliye uygundur.
İstasyonun yanı başında National Postal Museum bulunmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri Posta işletmeleri tarihini ve dünya posta hizmetlerini kapsayan sergi, dokümanlar içeren bir müze olduğunu öğrendiğim binaya girmeden önünden geçip resmini çekmekle yetindik.
US Capitol Hill -Kongre binası
İstasyon ve müzeyi arkamıza alıp yürüdüğümüzde, Sağlı sollu ağaçlık ve yeşil arazinin oluşturduğu Senato Parklarına ait geniş alanlardayız. Bu parklar 2 adet olup ; Lower / alt park ( ki burası oturma & yürüme alanları yanı sıra dikdörtgen sığ bir havuz alanını içermektedir ) ve Upper / üst Park’tan ibarettir. Hareket noktamızdan yaklaşık 200 m. kadar sonra yürümekte olduğumuz caddeden karşımızda Senatonun ( Capitol ) kubbesi rahatlıkla görülmekte. Yürüdüğümüz bu yollar sağlı sollu çiçekler ile kaplı , araç park alanlarıdır. Sağımızda kalan meyilli yoldan çıkarak, Upper / Üst Senato park meydanına geliyoruz.
Amerikan Kongre Binası Amerika Birleşik Devletlerinin yönetimini yürüten ABD Kongresinin ikamet yeridir. Yıllarca çeşitli şekilde resimlerini gördüğümüz bu heybetli bina bizleri etkiliyor. Platformun ortasında etrafı rengarenk çiçeklerle dolu, fıskiyeli havuz başında arka fonda Senato binasını da alıp bir fotoğraf çektiriyoruz.
Bu düz ve geniş alanda hem binayı seyrediyoruz hem de bol bol resim çektiriyoruz. Bu platformdan inerek dekoratif olarak yapılmış minik şelaleli havuz alanıyla, ayrıca sığ olan büyük dikdörtgen havuzun yer aldığı Lower / Alt Senato Park meydanına ulaşılıyor. The Mall
Alt senato parkından hemen sonra bu park alanına geliyoruz. National Mall, geniş bir alanı kapsıyor. İnsanlar burada rahatlıkla dinleniyor ve çeşitli aktivitelere katılıyorlar. Mall, her yıl ortalama 25 milyon ziyaretçiyi ağırlıyormuş. Tabi burada da mangal yok ve her yer tertemiz.
Bu alanda Smithsonian Institute’un çok sayıda müzesi bulunur ve bu müzeler ücretsiz olarak gezilebilir.
Burası Başkent’in tarihine ev sahipliği yapan kalabalık, hareketli gezi alanı. 24 saat halka açık olan bu kamusal park alanı, kentin kalbindedir. Buradaki tüm gezi aktiviteleri , müzeler vs. ücretsizdir.
Washington Monument
169 metre ile dünyanın en yüksek dikili taş unvanına sahip olan bu anıt, Amerika’nın ilk cumhurbaşkanı George Washington anısına yapılmıştır. Açılışı 1885 yılıdır. Kurşun kalemi anımsattığı için yerliler arasında ‘the pencil’ olarak nitelendirilen bu beyaz mermerden yapılı anıt, Amerika tarihinin en önemli simgelerinden sayılıyor. Anıtın yapımı sırasında her bir eyaletten ve dünyanın değişik yerlerinden hediye edilen 193 hatıra taşı iç duvarlara yerleştirildi. Anıtta, ABD ve Osmanlı devletlerinin dostluğunun simgesi olarak 1854 yılında yerleştirilmiş Osmanlıca kitabe de vardır..
Şehrin panoramatik manzarasını görmek için tek noktalardan biri olduğundan çok rağbet görüyor. Açık olduğu döneme denk gelirseniz giriş ücretsiz. Anıtın tamamen tekerlekli sandalye erişilebilir. Bizde etrafında turladık ve resim çektik.
The White House – Beyaz Saray
Beyaz Saray , Amerika Birleşik Devletleri devlet başkanlarının Washington’da bulunan resmi ikametgahı dır.
1792-1800 tarihleri arasında yapılmıştır. Amerika Birleşik Devletlerinin federal başkenti olan Washington’daki çok sayıda resmi binanın en önemlisidir. White House’u gezmek ise tahmin edeceğiniz üzere pek kolay değildir. Belli bir kısmı ziyaretçilere açık olan White House’u gezebilmek için en az altı ay önceden rezervasyon yaptırmanız gerekiyormuş. Turlar ücretsizmiş. Böyle bir rezervasyon yaptırmadığımız için önünde resim çektirmekle ve binayı seyretmekle yetindik.
Washington Müzeleri
Her ne kadar zaman darlığımız nedeniyle hiçbir müzeyi gezemesek de hepsinin tekerlekli sandalye ye uygun olduğunu ve de ücretsiz olduğunu belirtmek isterim. Bir ada üzerinde hepsi birbirine komşu olan bu müzeleri gezmek için epey bir zaman ayırmanız gerekiyor.
Amerika’ya gitmeden önce gerek okuduğum yazılarda ve gerekse gidenlerin anlattıklarından engelliler için tam olarak engellilere uygun olduğu belirtiliyordu. Hatta daha ileriye giden yorumlarda engellilere VİP muamelesi yapıldığı anlatılıyordu. Bu bende gitmeyi planladığım gezi öncesi fazlasıyla rahatlık hissi yaratmaktaydı. Gözümde büyüyen uçak yolculuğu dışında ABD gezimde fazla bir sıkıntı çekmeyeceğim yönünde duygulara sahip olmuştum.Uzun uçak yolculuğu için bulduğum çözüm ABD’ye aktarmalı gitmekti. Bu nedenle tüm gezilerimde tercih ettiğim THY yerine British Airways ile yolculuk yapmamı gerektirdi. Böylece bir kıyaslama yapma şansımda doğacaktı. Ama bu konuda uçak bazında bir farklılık yoktu. Ayni uçak ayni koltuklar ve ayni yaklaşım. Sadece diller farklı. Bu yolculuklarda asıl farklılık Havaalanı işletmelerinde. Bizde ve diğer havaalanlarında asistan hizmetlerinde fazla fark olmamasına karşın, İstanbul havaalanlarında yaşadığım birkaç olumsuzluk nedeniyle aksaklık olabilir endişesini, diğer ülke havaalanlarında nedense duymadım. Gerçekten de diğer ülke havaalanlarında bu yönde bir sıkıntı yaşamadım. İlgili görevliler benden önce uçak girişinde oluyorlardı. Bizde ise genel olarak sebep olarak “yetersiz eleman” olması söylendiğinden görevlinin gelmemesi endişesi hep yaşanmaktadır.Ancak asıl fark “kabin içi sandalye” de olmaktadır. Bizde bu araçlar eski ve birçoğunda zaten az sayıda olan emniyet kemeri bozuk olmaktadır. Bu nedenle her an düşme tehlikesi bulunmaktadır. Bir defasında da da bunu yaşamış bulunmaktayım. Dışarıdaki hava alanlarında yeni ve en az 3-4 kemerli sandalyelerle paketlendiğimden herhangi bir düşme tehlikesi olmamaktadır. Ayrıca elemanlarda bu konuda oldukça titiz davranmaktadırlar. Konuyu birkaç defa bizdeki ilgililere bildirdiysem de halen bir değişiklik görmemekteyim. İnşallah düzelir diyelim ve ABD yolculuğumuza dönelim.
ABD’nin önemli 3 şehrinde yaptığım gözlemlerde ulaştığım en önemli sonuç her mekanın tekerlekli sandalye için uygun planlandığı ve ulaşılabilirliğin üst düzeyde olduğudur. Gene buradaki önemli gözlemim görevlilerin ve insanların engelli insanlara her zaman yardımcı olmaları ve öncelik tanımalarıdır.Tüm ulaşım araçları tekerlekli sandalye ye uygun önlemlerle donatılmış. Metro ve otobüslerin yanında trafikte yeterli sayıda tekerlekli sandalyeliye uygun taksiler bulunmaktadır. Metrolarda önemli sayıda durakta asansör bulunmaktadır. Tüm gezim boyunca defalarca kullandığım bu asansörlerde sadece bir defa arıza durumu ile karşılaştım. Asansörlerde bunun için teknik yardım butonu bulunmaktadır. Bir kaç defa yanlışlıkla bastığım bu düğmeden hemen sesli yanıt aldım. Ama kadere bakın ki nedense arızalı asansörde bir türlü bu yoldan yetkiliye ulaşamadım. Kötü bir rastlantı diyelim. Bu durumda bir sonraki istasyona gidip oradan metroya ulaştım. Bu arada tek sorun ne derseniz, asansörlerdeki kötü koku derim. Sanırım bazı insanlar bunları umumi tuvalet olarak kullanıyorlar. Yol gösteren bir hanım yetkili asansöre girerken burnunu tıkamak zorunda hissetti kendini. Ama gerçekten büyük sorun. Bu nedenle asansöre binerken derin bir nefes almak ve çıkana kadar bu nefesi tutmakta yarar var.Vagonlarda engelliler için yer ayrılmış. Kalabalıkta olsa vagonlara girmek mümkün. İnsanlar size yer açmak için fizik kuralları dahilinde yardımcı oluyorlar. Metro ağı tüm şehirlerle de yeterli düzeyde.Acelem yok hem etrafı da göreyim diyorsanız (nefes tutma performansınızda yeterli değilse J)tercihinizi otobüsten yana yapabilirsiniz. Ulaşımı otobüs ile yapmanızı zorlaştıracak bir sorun yok. Şoföre kendinizi göstermeniz yeterli. Hemen kaldırıma yaklaşıyor. Bu arada başka hatlı bir otobüs işaret yapmasanız da önünüzde duruyor ve şoför size işaret yapıyor. Bu nedenle önceden binmek istemediğinizi işaretle bildirmenizde yarar var. Bizdeki bazı şoförlerin sizi görmemek için başka yerlere baktığı aklınıza gelebilir. Burada böyle bir durum yok. Otobüse girişler ön kapıdan oluyor. Önce inenler bekleniyor ve sonra diğer bekleyenlerden önce sizi alıyorlar. Bu konuda diğer insanlarında anlayışı takdire değer. Ses ikazı ile rampa açılıyor ve siz rahatça araca biniyorsunuz. Resimde de görüldüğü gibi tekerlekli sandalyeye ye ayrılan yerde açılıp kapanabilen koltuklar bulunmakta. Bu koltuklarda oturanla hemen kalkıp koltukları kapatarak size ayrılan yeri boşaltıyorlar. Bu durumda 4-5 yolcu yerlerinden kalkıyor. Onlar bu durumu fark etmese bile sizi gören yolcular hemen oturan yolcuları ikaz ediyorlar. Onlarda hiç itiraz etmeden kalkıyorlar. Bunlarda olmazsa duruma şoför müdahale ediyor ki bu durumla çok ender karşılaştım. Tekerlekli sandalyenizi özel yerde bulunan yere sabitlediğinizde artık yolculuğa hazırsınız demektir. Tabi bu arada şoför sizi takip ediyor ve okey işaretini almadan hareket etmiyor. İnerken de yanda bulunan düğmeye basarak sandalyenizi mekanizmadan rahatça kurtarıyor ve gene öncelikle açılan rampada otobüsü terk ediyordunuz.
Taksiler içinde belirttiğim gibi özel tasarlanmış taksileri tercih edip rahatça binmeniz mümkün. Burada da şoför arka kapıdan sizi araca alıyor ve gerekli sabitlemeleri yapıyor. Böylece güvenli ve rahat bir yolculuk yapmanız mümkün. Bu arada tasarlanmış taksi bulamasanız ve kendiniz transfer yapabiliyorsanız diğer taksileri de rahatça kullanabilirsiniz.Yani ulaşım konusunda diğer insanlardan farksız şekilde istediğiniz yere tek başınıza gitmeniz mümkün.
Burada değinmek istediğim önemli bir konu ise Amerika’da engellilere genel olarak hiçbir yerde öncelik ve ayrıcalık tanınmamasıdır. Evet, her yer engellilere uygun ancak hiçbir öncelik yok. Sizde herkes gibi sıraya girip herkes gibi bekliyorsunuz. Ben bir iki defa görevliye görünüp öncelik vermesini istediğimi belirttiysem de bu talebime hiçbir karşılık alamadım. Halbuki gerek Ülkemizde ve gerekse Avrupa şehirlerinde engellilere öncelik tanınmakta, beklemeden öncelikle işleminiz yapılmaktadır.Gene Amerika’da mekanlara girişte (müze, hayvanat bahçesi, tarihi eser vb.) engellilere ve refakatçilerine indirim yapılmamaktadır. Herkes ne ödüyorsa sizde aynisini ödüyorsunuz. Halbuki gene gerek Ülkemizde ve gerekse Avrupa şehirlerin ya hiç ücret alınmıyor, ya da refakatçilere ücret alınmıyor. Sanırım bunun nedeni engellilerin yani sokağa çıkan engellilerin fazla olması ve her yer uygun olduğundan refakatçiye gerek bulunmamasıdır.Yukarıda belirttiğim gibi gezdiğim ABD şehirlerinde gerek müzeler ve gezi alanları tekerlekli sandalyeye tam uyumlu. Bu nedenle her yerde tekerlekli sandalyeli engellilere rastlamanız mümkün.Tüm mekanlarda, alış veriş yerlerinde, müzelerde ve gezi alanlarında engellilere uygun tuvaletler bulunmaktadır. Genellikle engelli tuvaletleri normal tuvaletlerin içinde yer almaktadır. Kapısının farkından buranın engelliye uygun olduğunu anlıyorsunuz. (bizde de görülmeye başladı) . Ancak bu durum normal engellilerin buraları daha rahat kullandıklarını gözlemlemekteyiz. Aslında farklı kapıdan da girilse de buralarında normal insanlarca kullanıldığını maalesef görmekteyiz. Bu durum ABD.de böyle. Hatta daha fazla. Nedeni ise Amerikalıların önemli bir kısmı obez. Adamalar normal tuvaletlere sığmadığından daha geniş olan engelli tuvaletlerini kullanmaktadırlar. Bilmem belki de burada obez insanlarda engelli olarak kabul ediliyorlardır.Bir başka gözlemim ise genel toplum davranışı ile ilgili. Burada insanlar engellilere karşı saygılı davranış içindeler. Sizin 10 metre önünüzde de olsa insanlar sizin geçmeniz için mutlaka kapıları tutuyorlar. Siz geçene kadarda bekliyorlar. Bunun gibi her yerde ilgili ve yardımcı davranışlarla karşılaştım.Amerika da bulunduğum süreçte şehirlerarası otobüse de bindim. . New York’ tan Washington’a otobüsle gidip geldim. Daha önce otobüslerin tekerlekli sandalyeye uygun olduğunu gördüğümden içim rahatça bilet aldım. Otobüse otobüste bulunan bir rampa ile çıkıyorsunuz. Hemen kapını önündeki 3 sıra akordeon gibi katlanıyor. Açılan yere tekerlekli sandalye konuyor ve oradaki mekanizmalarla sandalye sabitleniyor. Güvenle seyahat ediyordunuz. Ama bir günde 10 saat yolculuk yapınca birazda rahatlık arıyorsunuz. Ama sandalyede rahat şekilde seyahat edilmeyeceğini sanırım sizler anlarsınız. Kafanızı dayayacak yer olmağından uyuklamanız bile mümkün değil. Bence böyle seyahat yapacaksanız paranız varsa öncelikle uçak, yoksa da treni tercih edin. Hiç olmazsa koltukları rahat.Neyse biz artık seyahatimize dönelim. Saatinde otobüs durağında yerimi aldım. Saat 07 otobüsüne bilet almıştım. Ama bu otobüse binemedim. Zira otobüs tekerlekli sandalye uygun hale getirilemedi. Koltuklar katlanmaya direndi ve yer açılamadı. Oradaki görevliler saat 08 otobüsünü beklememizi söylediler. Zaten başka çaremiz yoktu. Ama gelen otobüste olmayınca tansiyonum yükseldi. Yetersiz İngilizcemle söylenmeye başladım. Paramı iade etseler kaçık gideceğim ama adamlar rahat (zaten tüm siyahi görevliler obez derecesine şişman ve de gayet rahatlar) konuyu hiç dert etmiyorlar. Gene bekleyin birazdan bir otobüs daha gelecek dediler ve yarım saat sonra gelen otobüse binebildik. Zaten 6 saat olarak planladığımız Washington gezimiz mecburen 4 saate indir. Bu nedenle planladığımız birkaç yeri göremedik.Bu sıkıntı nedeniyle iki gün sonra gene ayni firma ile yapmayı planladığımız Boston gezisini yapamadık. Yani cesaret edemedik. Ama dönüşte ilk işim bu firmaya bir yazı döşenmek oldu. Hatalarını kabul ettiler ve bize bir yıl geçerli açık tarihli sıfır ücretli yeni biletler gönderdiler. Ancak bir yıl içinde gidemeyeceğimizden bize bir faydası olmayacaktı. (Uçak biletini de gönderseler belki düşünürdük). Bu durumu bildirdiğimizde ise hiçbir sorun yaratmadan bilet ücretinin önemli bir kısmını kullandığım kredi kartına iade ettiler.Tüm ulaşım araçlarında olduğu gibi teknelerde tekerlekli sandalyeye ye tam uyumlu. Resimde görüldüğü gibi uygun ve rahat şekilde tekneye biniyorsunuz.
Sonuç olarak ABD. de tüm taşıma araçları, mekanlar ve gezinme yerleri tekerlekli sandalyeye uygun. Tek başınıza bile gidebilirsiniz. Ancak tekrar belirteyim ki öncelik ve indirim söz konusu değil.
Berlin-Amsterdam tren yolculuğu Konuya buradan girmemin nedeni benim bu yoldan buraya gelmem ve yaşadığımız sorunları sizlerle paylaşmam. Paylaşayım ki sizde ayni sıkıntıları çekmeyin. Beni böyle bir şansım yoktu ama şanslısınız ki sizin için var. Bu defaki Avrupa gezimde önce iki şehri hedeflemiştim. Berlin ve Amsterdam. Ona göre yerlerim ayırtmıştım. Ama son anda Amsterdam’ın Brüksel’e yakın olduğunu görünce son anda burayı da bir gün olsa da gezi planına ekledim. Ona göre uçak biletlerini aldık. Hâlbuki biraz daha incelesek Brüksel’den de Lüksenburg’un çok yakın olduğunu görüp belki burayı da ilave ederdik. Ama uçak biletlerini aldığımızdan bu mümkün olmadı. Olsaydı iyi olurdu. Bir daha sırf Lüksemburg için buraya gelmemiz maliyeti göz önünde tutulduğunda ihtimal dışı. Neyse konumuza dönelim. Berlin-Amsterdam ve Amsterdan –Brüksel tren biletlerimizi Türkiye’deyken aldık. Ne olur neolmaz diye. Normal yolcu olsan belki yer bulursun ama tekerlekli sandalye olunca ve yer sayısı kısıtlı olduğundan bu yolu tercih ettik. Tercih ettik ama bilet alma esnasında böyle bir konum bulamadığımızdan tekerlekli sandalye ile ilgili bilgi veremedik. İşten büyük hatayı da burada yaptık. Aman siz bu hatayı yapmayın hele bizim gibi “little” İngilizcemizle. Zira oradaki görevli elinize bir telefon numarası veriyor o kadar. Oraya derdinizi anlatmak için o”little” İngilizce pek tabi yetmiyor. Aksi halde trene binememe ihtimaliniz yüksek olabilir. Mutlaka ve gerekirse telefon ile (tabi iyi bir İngilizceniz yoksabilen birisi vasıtası ile) de olsa ulaşın ve durumunuzu teyit ettirin. O zaman sadece istasyona 30 dakika önce gidip, ilgili yetkiliye adınızı vermeniz yeterli. Yoksa bizim gibi en az bir gün önce gidip 1-2 saatinizi istasyonda stres içinde geçirmeniz daha kötüsü engelli bileti satıldıysa o trene binememe durumu ile karşılaşabilirsiniz. Bu badireleri aştıktan sonra gelen ekibin ve Araçları yardımı ile trene bindik ve 3 tren değişiminde de ayni hizmet bizi bekliyordu. Hiçbir aksama olmadı. Sadece diğer trenlerde, sandalye ile koltuğa oturma şansım yoktu. Bunlar herhalde kısa hatlarda ulaşım yaptıklarından özel bir koltuk yoktu. Hele son bindiğimiz tren iki katlı olduğundan iki kat arasında bir yerde hiçbir tekbir olmaksızın yolculuk yaptık. Bu tedbirsizliği doğrusu yadırgadım. Burada fazla bir yer olmadığından ve yolcuların hepsinin nerdeyse en az bir bavulu olduğunu düşünürseniz yaşanan zorluğu gözünüzde canlandırabilirsiniz. Görevliler sadece sizi treninin içine atıyorlar o kadar. İçerde ne haliniz varsa kendiniz göreceksiniz. Trene biniyorsunuz bakıyorsunuz engelli yerinde birileri oturuyor. Ne olur ne olmaz diye hemen görevlileri ikaz etmeniz gerekiyor. Onlar gelip oturanlar ikaz ediyorlar. Dediğim gibi bu sorumsuzluğu epey yadırgadım. Tedbir konusunda Londra’yı tek geçerim.(Bkz: Engelliler için Londra)
İşte tam bir engelli şehri. Neden mi çünkü dümdüz bir şehir. Kanalların üzerindeki bazı köprülerdeki meyilleri saymasak hiçbir yardım almadan gezebilirsiniz. Ama bu arada bazı kaldırımların ve bilhassa meydanların parke taşla döşenmiş olması sorunu burada da var. Sandalyenin dayanıklı olması lazım. Yoksa Allah korusun. Kötü bir sürpriz yaşanabilir.Şehre Berlin üzerinden tren ile gelecekseniz mutlaka önceden rezervasyon yaptırınız. Yoksa epey güçlük çekersiniz.(Bkz: Engelliler için Berlin)geldiğimizden ilk durağımız istasyon oldu. Zaten burası şehrin ulaşım merkezi. Trenler, tramvaylar, otobüsler, feribotlar, kanal gezinti tekneleri yani aklınıza gelecek her ulaşımın merkezi. Amsterdamlılar da zaten istasyonlarının büyüklüğü ile öğünüyorlar. Burada taksi ücretlerinin yüksek olduğu söyleniyor. Biz burada hiç taksiye binmedik. Zira hiç ihtiyaç duymadık. Zaten ben yurt dışı gezinmelerinde, inme binme sorunu olmaması ve bazı taksi şoförlerinin hoşnut olmayan tavırları nedeniyle mümkün olduğu kadar toplu taşım araçlarını tercih ediyorum. Burada hep tramvaya bindik. Tramvaylara sadece engelli işareti olan kapısından biniliyor. Kalış süresine göre günlük bilet almanızı öneririm. Tramvayların içinde bilet almak mümkün. Bazılarında özel biletçiler var bazılarında ise bu görevi şoförler üstleniyor. Trenden iner inmez tramvay duraklarına yöneldik. Oradaki görevliye kalacağımız otelin adresini göstererek kaç no.lu araca binmemiz ve hangi durakta inmemiz konusunda yeterli bilgiyi aldık. Hemen hemen beş dakikada bir kalkıyorlar. İlk tramvaya binerek yolculuğumuz başladık. Bundan sonrada bu 16 no.lu tramvaya günde 2-3 kere mutlaka bindik. Buraya bizim gibi trenle gelirseniz sizde bu yolu izleyin. Hemen belirteyim ki buradaki tramvaylarda özel bir rampa yok. Araç yüksekliği ile kaldırım yüksekliği ayni tutularak giriş için ayrıca bir rampa konulmamış. Ama genel olarak her durakta bu seviye tutturulmadığından bu araçlara binmek için mutlaka yardım alınması gerekiyor.Biz trenle geldik diye sizlerinde trenle gelmeniz gerekmez. Uçak ile gelebilirsiniz diye size birkaç bilgi aktarmak görevimiz. (Aslında her zaman bizzat yaşadığım olayları sizlerle paylaşmayı tercih ederim. Bu defalık çok güvendiğim kaynaktan aldığım bilgileri paylaşmaktayım. Sadece havaalanı ulaşımı konusunda. Sciphol hava alanından 197 no.lu Belediye otobüsü (Airport Express otobüs) ile geçe gelirseniz geçe otobüsü ile ulaşabilirsiniz. Bu otobüslerde tekerlekli sandalye için şoförlerince kurulan rampalar mevcut. Bu otobüsler B- 9 otobüs peronundan kalkıyorlar. Daha fazla bilgi Havaalanı Ekspres otobüs bulabilirsiniz www.bus197.nl. Ayrıca 15 dakikada trenlerle de şehre ulaşmanız mümkün. Ama bunun için havaalanındaki danışma masasına başvurmanız gerekli. Zira her yerde olduğu gibi burada da asistan hizmeti almanız gerekir, trene binebilmek için. Genel olarak ulaşımı değerlendirirsek burada şehir içi ulaşım araçlarının büyük bölümü tekerlekli sandalye ye uygun. Hiç metroya binme ihtiyacı duymadım ama yaptığım araştırmada Amsterdam metrolarının erişilebilir olduğunu öğrendim. Yani rahatça binebilirsiniz. Ama yol haritalarına dikkat edin ve mutlaka doğru metroya binin. Malum bu metro hatları bilhassa hattı bol olan şehirlerde sorun. Yoksa ters bir istikamete gitmeniz olası.
Amsterdam da bahsedilmesi gereken bir ulaşım aracıda kesinlikle bisiklet. Tam bir bisiklet şehri. Kendilerine ayrılan yollardan bayağı hızlı gidiyorlar. Dikkatli olmak lazım. Bu arada bir sorunu çözemedim. Bizimde tekerleklerimiz var acaba bisiklet yolundan gitme hakkımız var mı? Zira normal insanların buradan gitmeleri yasak. Zaten buradan girmeye kalkarsanız iyi bir bisiklet darbesi ile karşılaşırsınız. Bende bu nedenle yaya yollarını tercih ettim. Ama bozuk olan yaya yolunun yanın da dümdüz bisiklet yolları daha çekici gelmiyor değil.
Bu uzun girişten sonra gelin sandalyemize binip şehri gezmeye başlayalım. Aklımdayken söylemem gereken bir hususta Avrupa gezilerinizde Ekim Kasım aylarında bile kuzeyi tercih etmeyin. Bayağı soğuk olabiliyor. Mayıs Haziran aylarında kuzey, ekim kasım aylarında Güney’i tercih edin. Biz Ekim ayının başında gittiğimiz halde bu bölgede epey üşüdük. Kış ve yaz ayları benim seyahat planlarımda olmuyor. Kış çok soğuk, kar kış bize uymaz. Yazında hem kalabalık hem de çok sıcak. O da bize uymaz. Dam Meydanı
Amsterdam’ın merkezinde yer alan, şehrin en ünlü meydanıdır. Meydan gün boyu hem yerli halkın hem de turistlerin yoğun ilgi gösterdiği yerler arasında yer alıyor. Özellikle yaz aylarında meydanda kurulan lunapark genç yaşlı birçok gezginin keyifli anlar yaşamasını sağlayan güzel bir etkinliktir. Ama bizim orada bulunduğumuz ekim ayında da kuruluyordu. Ama biz çalışırken göremedik. Zamanımız yetmedi. Meydan çevresinde çeşitli kafe, restoran, otel ve hediyelik eşya alışverişi yapabileceğiniz mağazalar yer almaktadır. Meydan da bulunan parke taşları nedeniyle hareket zor olsa da imkânsız değil. Tren istasyonuna yürüme mesafesinde. Etrafında bulunan yapıları izlerken bir kafe de kahvenizi içebilirsiniz.
Dam Meydanı çevresinde şehrin birçok önemli yapısı yer almaktadır. Koninklijk Paleis(Kraliyet Sarayı), Nieuwe Kerk, Ulusal Anıt, Madama Tussauds Müzesi, Damrak Caddesi,De Bijenkorf,Kalverstraat ve NH Grand Hotel Krasnapolsky bu bölgede yer alan en önemli yerlerdir. Biz burada bulunan Madame tussaund müzesini (Londra da gezdiğimiz için) ve NH Grand Hotel Krasnapolsky dışarıdan seyretmekle yetindik. Diğerlerini gelin beraber gezelim. Bu arada bu meydana birçok şekilde ulaşabilirsiniz. Oteliniz yakında olursa bunlara da gerek kalmaz zaten.
Nieuwe Kerk
Amsterdam şehrin merkezindeki Dam Meydanı’nda yer alan, Amsterdam’ın ikinci cemaat kilisesidir. Niuwe Kerk’in ziyaret gün ve saatleri burada yapılan geçici sergilere göre değişmektedir. Yapı ziyarete iki sergi arasında tamamen kapalıymış. Herhaldekilise aktif değil. 1645 tarihli Jacob van Campen’in eseri olan Büyük Org, 1664 yılında Albert Vinckenbrinck tarafından yapımı 15 yılda tamamlanmış olan Oyma Vaiz Kürsüsü ve Rombout Verhulst’un De Ruyter’ın anısına yaptığı Michiel de Ruyter’in Mezarı (1607-76) Nieuwe Kerk’teki en önemli bölümler arasında yer alır. Giriş ücretli. Bizim burada olduğumuz tarihlerde burada Marlen Monroe 90. Yaşında sergisi vardı. Bizim için güzel bir sürpriz oldu. Ünlü aktristin çeşitli görüntülerini eşyalarını ve giysilerini yakından görme imkânını bulduk. Böylece de kiliseyi de görmüş olduk. Giriş 16€ idi ve tek biletle iki kişi girdik. Malum genellikle birçok yerde refakatçilerden ücret alınmıyor.
Ulusal Anıt:
Dam Meydanı’nın tam ortasında yer alan ve 22 metrelik dikilitaşa sahip beyaz anıt II. Dünya Savaşı’nda ölen Hollandalıların anısını yaşatır. Yerli yabancı tüm gezginlerin tercih ettiği bir buluşma noktası olduğu söyleniyor. Sadece önünde resim çektirdik. Damrak Caddesi
Şehrin en hareketli ve ünlü alışveriş caddelerinden biri olan Damrak, meydana hemen yakın konumda yer alır.Sandalye ile gezmek rahat. Hediyelik eşya mağazaları burada bulunmakta. Tabi her yerde olduğu gibi gene bol bol peynir dükkanları da burada. Caddede yer alan De Bijenkorf çok katlı Şehrin en ünlü alışveriş merkezi. Üst katında yer alan bol alternatifli yemek katında yemeğimizi yedik. Alış veriş için ise bayağı ünlü markalar bayağı pahalı olarak satıldığından sadece bakmakla yetindik. Tuvalet ihtiyacı içinize adres starsbuck hem bir kahve içip hem de tuvalet ihtiyacınızı giderebilirsiniz. Engelli tuvaleti genel olarak burada da korunuyor. Anahtarı yetkililerde. Zaten her gittiğim kafe ve lokantada da durum ayni. Bu nedenle oldukça temiz. Ama nedense ağır bir koku oluyor.
Kalverstraat
Araç trafiğine kapalı olan Kalverstraat, şehrin bir diğer ünlü alışveriş caddesidir. Burada bol bol dolaştık. Genelde taşı bir yol olsa da idare ediyor. Sıcak demli Türk çayı hasretimizi bu cadde de iki yerde yer alan Simit Saraylarında giderebilirsiniz. Malum Avrupa da en çok aranan demli bir Türk çayı. Birçok marka mağaza burada yer alıyor. Ayrıca burada da peynir dükkanları var. Bunun yanında buranın ünlü patates kızartmasını da burada bulabilirsiniz. Bayağı lezzetli. Kraliyet Sarayı
Amsterdam’ın merkezindeki Dam Meydanı’nda yer alan Amsterdam Kraliyet Sarayı(Koninklijk Paleis), şehrin en önemli tarihi yapılarından birisidir. Belediye binası olarak inşa edilen saray, halen Hollanda Kraliyet Ailesi tarafından resmi törenlerde kullanılmaktadır.
Şehrin simgesi olan bu yapıyı mutlaka Amsterdam gezilecek yerler listenize ekleyin. Ziyarete yıl boyunca çoğu gün açık olan bu yapının içini gezmeseniz bile şehrin simgesinin önünde fotoğraf çektirmeden ayrılmayın. Giriş için gene sadece bir bilet alıyorsunuz. Bilet ücreti 7,5 € . Ama maalesef ücretsiz olan ses kılavuzlarında çoğu yerde olduğu gibi Türkçe yok. Acaba neden yok ve bu konuda kimse bir girişimde bulunmuyor mu diyedüşünüyorum. Ufacık Portekizlerin dili var bizim yok. Arapça var ama Türkçe yok. (Bir iki istisna hariç tabi) Üst katta bulunan gezilecek yerlere ulaşım asansörle yapılıyor. Bir görevli sizi kilitli kapılardan geçirerek asansöre kadar götürüyor. Böylece sarayın ziyarete açık olmayan bazı detaylarını da görmüş oluyorsunuz. Sarayın ziyaretçilere açık olan her yeri tekerlekli sandalye için de uygun. Rahatça gezebilirsiniz. Sarayda gayet temiz ve bakımlı engelli tuvaleti mevcut. Kapısı kilitli ve anahtar görevlilerde. Hemen gelip kapıyı açıyorlar.
Bilinen adı ile Kırmızı Fener Mahallesi yalnızca Amsterdam’ın değil aynı zamanda Avrupa’nın de en ünlü bölgelerinden biri. Genel olarak Özgürlükler şehri olarak bilinen Amsterdam’ın dünyaca tanınır olmasında bu bölgenin önemi çok fazla. Semtin özgürlükçü atmosferi Hollanda’nın ifade özgürlüğüne verdiği önemi yansıtmaktadır. Hemen aklınıza kötü şeyler gelmesin, özellikle gündüzleri bölgede her yaştan gezgin bölgeyi turistik olarak geziyormuş. Gündüzleri son derece güvenli olan alana biz akşam saatlerinde gittik. Fazla yoğun değildi. Yollar parke taşlarından yapıldığından sandalye için fazla rahat değil. Ama gezilebilir.
Bölgede fotoğraf ve video çekimi kesinlikle yasak olduğunu okumuştum. O nedenle sadece kanal üzerinden bir iki kare fotoğraf çekmekle yetindik. Kırmızı Fener Mahallesi’nde birçok uyuşturucu satıcısına rastlayabilirsiniz dense de bize denk gelmedi. Eğer birisi sizin yanınıza yaklaşırsa panik yapmanıza gerek yok, kibarca ilgilenmediğinizi söylemeniz yeterli deniyor. Zira Bölge gün boyu polis korumasındaymış. Zaten gece-gündüz bölgede gezerken olayla alakası olmasa da gezmek istediği için bölgede yer alan turist yoğunluğu sizin de dikkatinizi çekecektir. Gene de gece çok geç saatlerde ara sokaklarda dolaşmamakta fayda var.
Rembrandtlein
Amsterdam’ın en güzel ve ünlü meydanlarından biri. 1876 yılında Hollandalı ressam ve baskı ustası olan Rembrandt’ın meydana heykelinin yerleştirilmesi ile bölge günümüzdeki adını almış. Gece gündüz hareketli olan meydanda birçok eğlence mekanı ve kafe, restoran yer alıyor. Ulaşımı rahat olan meydan tekerlekli sandalye içinde uygun. Meydana gidip heykellerin arasında bol bol resim çektirin.
Eğer şehrin gürültüsünden biraz uzaklaşıp Avrupa’nın en ünlü parklarından birinde kafa dinlemek isterseniz Vondelpark‘a uğrayabilirsiniz. Amsterdam’ın en geniş ve en popüler parkında; 100 tür ağaç, geniş bir yerel veya ithal bitki türü ve orkestra sahnesi, gül bahçesi, birçok ev kuşuna ev sahipliği yapan göller ile küçük akarsular bulunuyor. Park dümdüz ve sandalye için sorun yok
Oude Kerk Amsterdam’daki en eski ve en büyük kilise. Günümüzdeki Gotik yapı 14. yüzyıldan kalma olup tek nefli kilisenin bazilikaya dönüştürülmesi ile oluşturulmuş. Burası zarif vitrayları, tavan resimleri ve ünlü orguyla şehrin en dikkat çekici kilisesi ama biz burayı sadece uzaktan seyrettik. Bu nedenle detaylı bir bilgi yazamıyorum. Sadece giriş ücretinin 5 € oluğunu söyleyebilirim.Amsterdam Çiçek Pazarı
Şehrin en önemli yerlerinden olmasa da en ünlü noktalarından. Amsterdam’a kadar gidip de ünlü çiçek pazarında bir tur atmadan, mevsim çiçeklerine göz atıp lale soğanı almadan dönmek olmaz dediler, bizde yol üzerinde olduğundan bir görelim dedik. Sıralı olarak birçok çiçekçi bulunmakta. Düzayak bir konumda ve rahatça geziliyor. Çiçeklere meraklıysanız daha detaylı gezebilirsiniz.
Burası Amsterdam’ın eğlenceli ve ünlü gezi noktalarından. Hollanda’nın ünlü bira firması olan Heineken ile çeşitli sunumların yapıldığı internaktif müze gezginlere oldukça keyifli vakit geçirtmesi ile ünlü. Heineken Experience’in yer aldığı bu yapı, 1864’te yılında firmanın yeniden yapılanmaya gittiği ve fabrikanın şehir dışında bir yere taşındığı 1988 yılına kadar Heineken’in genel merkezi olarak kullanılmıştır. O günlerden bu yana burası, sanal gerçeklik turlarının ve reklam kampanyalarından bira yapımına kadar Heineken’in tarihçesi üzerine sergilerin de bulunduğu bu eğlenceli cazibe merkezi özellikle turistler tarafından yoğun ilgi görmektedir. Giriş ücreti 15€ ve indirim yok. Bu nedenle burayı bizzat gezemedim. Bilgiler alıntıdır. Ancak kapıda bilgi aldığım görevliler buranın tekerlekli sandalye ye uygun olduğunu söylediler.Van Gogh Müzesi
Amsterdam’ın ünlü müzesi olan Van Gogh Müzesi, dünyanın en kapsamlı Van Gogh (1853-1890) koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor. Sanatçının kardeşi Theo tarafından düzenlenmiş olan Müzede sanatçı Van Gogh’un birçok resmi, çizimi, mektubu ve çağdaş sanatçıların eserleri sergileniyor
Müzede; Van Gogh’un 200’den fazla resmi, 500’den fazla çizimi, çoğu kardeşi Theo’ya yazılmış yüzlerce mektubu, Japon baskıları ve tümü kalıcı olarak sergilenmese de, çağdaş sanatçıların resimleri sergilenir. Müzede toplam dört kat bulunur ve ayrıca bir ek bina da vardır. Van Gogh’un önemli eserlerinin tümü birinci katta, kronolojik olarak sergilenmektedir. İkinci katta Van Gogh’un yaşamı ve sanat dönemlerine ilişkin ayrıntılı bilgisayar kayıtlarına ulaşılabilen bir çalışma alanı mevcuttur. Üçüncü katta ise birçok eskizi ve birkaç daha az tanınmış eseri bulunur. Müzeye giriş 17 Euro ancak refakatçi için ücret almıyorlar. Tekerlekli sandalyeliler ana giriş kapısından giriş yapamıyorlar. Yolun karşısında bekleyenler kuyruk oluşturmaktaydı. Ama bizi fark eden görevli (kendinizi mutlaka fark ettirin bir şekilde) bizi yan binaya yönlendirdi. Burada bulunan asansörle tüm katlara ulaşmak mümkün. Bina içinde kafe bulunmakta ayrıca engelli tuvaleti de mevcut. Müzenin her yerine ulaşmak mümkün. Fotoğraf çekmek yasak.
Van Gogh Müzesi’nde Sergilenen Önemli Eserler arasında, Arles’teki Yatak Odası (1888)Günebakan Vazo (1888)Buğday Tarlasındaki Kargalar (1890)Patates Yiyenler (1885)Yağmurdaki Köprü ve1887 yılında yaptığıKendi Portresi. Eğer müze ve sanat galerileri vazgeçilmezleriniz arasındaysa müzeyi mutlaka Amsterdam gezilecek yerler listenize ekleyin
Amsterdam Kanalları
Amsterdam denilince akıllara ilk gelen şeylerden biri, şüphesiz şehrin dünyaca ünlü kanalları. Hatta fırsatınız varsa tren istasyonu önünden kalkan ve 1-1,5 saat süren kanal turlarına mutlaka katılın. Ama tabi olarak her tekne tekerlekli sandalyeye uygun değil. Bizde bahsedildiği üzere tren istasyonlarının önünde bulunan iskelelere yöneldik. Ama iskelelerin yol seviyesinden aşağıda olması ve inişlerin merdivenle olması ümidimizi azalttı. Gene de bir ümit gişelere yöneldik ama maalesef teknelerin sandalye için uygun olmadığını söylediler. Zaten teknelerin yapısından bu anlaşılıyordu. Daha önce şehirde bol bol bulunan tur firmalarının bürosunda çalışan görevlilerde (nasıl görevlilerse…) teknelerin bize uygun olmadığını söylemişlerdi. Ama daha önce bir yerde sandalye ile tekneye bine bilebildiği hakkında bir bilgi almış olmama rağmen ümidimi kaybettim. Ancak gezi planında olan Rijksmuseum’a giderken başka bir kanal kenarında tekne iskeleleri görünce tekrar gişeye yaklaştık. Oradaki görevli teknelerinin sandalye ye uygun olmadığını ancak 100-150 metre ileride bunun mümkün olan teknenin bulunduğunu söyledi. Bir ümitle oraya yöneldik. Ama yaklaştıkça bu teknede de uygun bir aparat göremedik. Ancak bizi gören teknenin kaptanı bize “tamam” işareti yapınca rahatladık. Lift aparatı teknenin içindeymiş. Hemen işe başladı ve sistemi kurdu ve bizi tekneye aldı.
Yani tamamen rastlantı ile buraya ulaştık. Ama siz artık böyle bir tekne olduğunu ve bunun Rijksmuseum müzesinin kanal tarafının hemen önünde bulunduğunu biliyorsunuz. Bu şirketin adının da olduğunu biliyorsunuz. Bu geziyi mutlaka yapın. Herhangi bir indirim yok ama parayı bastırıp (sanırım 15 – 17 Euro arası) 75 dakika süren bu yolculuğu yapın. Burada yaşadığım ikinci sürpriz sesli kılavuzda Türkçenin bulunmasıydı. Böylece gezerken şehir, kanallar ve etraftaki yapılat hakkında bilgi alma şansımız oldu. Ama siz gene de mutlaka bir yabancı dil öğrenin
17. yüzyıl Hollanda sanatına adanmış en geniş koleksiyonun yanı sıra Ortaçağ’dan günümüze uzanan ilgi çekici eserlerin de sergilendiği Hollanda Ulusal Müzesi olan Rijksmuseum, Amsterdam’ın en ünlü ve önemli müzesi. Dünyanın en büyük Felemenk sanat koleksiyonuna ev sahipliği yapan müzede birçok değerli eseri inceleyebilirsiniz. Biz vakitsizlik nedeniyle bu şansa sahip olamadık. Zira burası öyle 1-2 saatlik bir müze değil. En az 5-6 saat dolaşmak gerekli. Şöyle bir gezmek için 60-70 tl vermek günah. Ancak müzenin 10 yıl süren ve 2013 yılında biten restorasyon çalışmasının sonrasında(bilhassa) her yönü ile engelliye uygun olduğunu öğrendim. Ayrıca Giriş ücretinin 17 euro ve refakatçi için bilet alınmadığını ve de içeride engelli tuvaletleri mevcut olduğu öğrendiğim kesin bilgiler içinde. Hollanda’nın tartışmasız en ünlü müzesi olan Rijksmuseum, aralarında Rembrandt’ın 20 kadar tablosunun yanı sıra Steen, Hals, Vermeer ve diğer önde gelen ressamların eserlerinin bulunduğu 17. yüzyıl Hollanda resminin en kapsamlı koleksiyonlarını içermektedir. Müzede ayrıca Hollanda sanatının 20. yüzyıl öncesindeki tüm dönemlere ait olağanüstü bir resim koleksiyonu da bulunmaktadır.
Rijksmuseum’un giriş katında Ortaçağ ve Rönesans dönemi sergilerinin yanı sıra, Özel Koleksiyonlar ve Asya Pavyonu bölümleri yer alır. Birinci katta 18.-19. yüzyıl sanatı; ikinci katta 17. yüzyıl (Altın Çağ) ve üçüncü katta 20. yüzyıl eserleri sergilenir. Anne Frank’ın Evi 20. yüzyılın en önemli kitapları arasında yer alan Anne Frank’in Hatıra Defteri’ni belki duymuşsunuzdur. II. Dünya Savaşı’nda Anne Frank ve ailesinin iki yıl boyunca saklandığı ev günümüzde müzeye çevrilmiş veAnne Frank Evi adı ile şehrin en önemli noktalarından biri olmuş durumda. Binanın engelliye uygun olmadığını öğrendiğimden ve kanal turu esnasında önünden geçtiğimizden bir daha gitme gereğini duymadık.1942 yılında Amsterdam’daki Yahudileri toplayan Almanlardan kaçan Frank ve Van Pels aileleri, 25 ay boyunca buradaki gizli bir dairede saklanmışlar. 1929 doğumlu olan Anne Frank da, 1942 – 1944 yılları arasında burada saklanmıştır ve bu süre zarfında yaşadıkları ile ilgili olarak günlük tutmuştur.İki yılını saklanarak burada geçiren aile daha sonra ihanete uğrayarak yakalanmış ve ülkenin kuzeyinde bulunan Belsen’e gönderilmişler. Burada saklanan sekiz kişiden yalnızca Otto Frank sağ kalmıştır. Anne Frank ve kız kardeşi, Belsen’e gönderildikten kısa bir süre sonra tifüsten ölmüşlerdir. Volendam ve edam
Amsterdam’a yaklaşık 40-45 dakika uzaklıkta olan bu sahil kasabaları Amsterdam gezinizde mutlaka gitmeniz ve görmeniz gereken yerler. Buraya Ana istasyon binasının arkasında yer alan duraklardan kalkan otobüsler ile ulaşmanız mümkün. Günlük olarak satılan bilet ile gün içinde bu otobüsleri sürekli kullanabilirsiniz. Bilet ücreti 10 euro. Aslında burada birçok köy bulunmakla beraber bunlardan Marken, Volendam ve Edam görülmesi gereken yerler. Biz gene vakitsizlik ve plansızlık yüzünden Marken’e gidemedik. Hala aklımız orada kaldı. Bir aktarma ile otobüs ile veya Volendam’dan kalkan küçük feribot ile ulaşmak mümkün. Siz mutlaka gezi planınıza dahil edin.
Volendam
Volendam Kuzey Denizi kıyısında bulunan tipik bir sahil kasabası. Tertemiz, sakin, huzurlu bir o kadarda ziyaretçi alan bu şirin belde de sahil boyunca dolaşabilir, bir şeyler atıştırabilir ve nispeten ucuz olan mağazalardan alışveriş yapabilirsiniz. Yollar tekerlek ki sandalye için uygun. Sadece sahile çıkarken bir yokuş var. O da aşılmayacak kadar dik değil. Burayı uzun uzun anlatmaktansa çektiğim resimleri sizlerle paylaşmam yeterli olur sanırım. Ancak sadece bir umumi tuvalet gördüm oda merdivenle inilerek ulaşıldığından bizlere uygun değildi. Başkada bir tuvalete rastlamadım. Yok diyemem ama ben rastlamadım Otobüsten indikten sonra sahile doğru yürüyoruz. Sahile ulaşmadan rastladığımız bir kafe de kahvaltı yaptık. Ama aceleci davrandık zira sahil tarafında birçok alternatif olan yerler vardı. Sahile ulaştığımızda kıyıya paralel uzanan parke taşlı bir yol görüyoruz. Bu yol boyunca hepsi birbirinden bakımlı, tarihi evler birbiri ardına sıralanıyor. Bu evler daha çok turistik amaçlı restaurant, kafe ve mağaza olarak kullanılıyor. Limanda birbirinden güzel tekneler sıralanmış duruyor. Ahşap tekneler ve yatlar özelikle dikkatimizi çekiyor. Dükkanların içinde bulunan ahşaptan yapılmış gemi maketleri, klasik Hollanda ayakkabıları ve ev maketleri o kadar incelikle ve güzel yapılmışlar ki gerçek gibi duruyorlarEstetik harikası şirin evleri, tertemiz yolları, güzel denizi, güler yüzlü insanları ve turistik dükkânları ile iç açan, keyifle gezilecek bir kasaba, buranın nefis havasını derince içinize çekmeden, bu kasabadan ayrılmayın derim.
Edam
Volandam göre daha hareketsiz. Gene sakin ve huzurlu bir mekan Eski bir liman kenti Edam. Peynir üretimi, Edam’ın varlık sebebi. Küçük ama keyifle yürünecek bir kasaba diyebilirim. Volendam gibi süslü evleri ve nehir kenarında yürüyebileceğin yürüyüş parkurları var. Burada da tuvalet sorunu var. Bin bir güçlükle bulduğumuz tuvalet engelliye uygun değildi ve buraya yakışmayacak derecede bakımsızdı.
Son Yorumlar