Category

Yurt Dışı Seyahatler

Engelliler için Amerika (Genel Notlar)

By Yurt Dışı Seyahatler

Amerika’ya gitmeden önce gerek okuduğum yazılarda ve gerekse gidenlerin anlattıklarından engelliler için tam olarak engellilere uygun olduğu belirtiliyordu. Hatta daha ileriye giden yorumlarda engellilere VİP muamelesi yapıldığı anlatılıyordu. Bu bende gitmeyi planladığım gezi öncesi fazlasıyla rahatlık hissi yaratmaktaydı. Gözümde büyüyen uçak yolculuğu dışında ABD gezimde fazla bir sıkıntı çekmeyeceğim yönünde duygulara sahip olmuştum.Uzun uçak yolculuğu için bulduğum çözüm ABD’ye aktarmalı gitmekti. Bu nedenle tüm gezilerimde tercih ettiğim THY yerine British  Airways ile yolculuk yapmamı gerektirdi. Böylece bir kıyaslama yapma şansımda doğacaktı. Ama bu konuda uçak bazında bir farklılık yoktu. Ayni uçak ayni koltuklar ve ayni yaklaşım. Sadece diller farklı. Bu yolculuklarda asıl farklılık Havaalanı işletmelerinde. Bizde ve diğer havaalanlarında asistan hizmetlerinde fazla fark olmamasına karşın, İstanbul havaalanlarında yaşadığım birkaç olumsuzluk nedeniyle aksaklık olabilir endişesini, diğer ülke havaalanlarında nedense duymadım. Gerçekten de diğer ülke havaalanlarında bu yönde bir sıkıntı yaşamadım. İlgili görevliler benden önce uçak girişinde oluyorlardı. Bizde ise genel olarak sebep olarak “yetersiz eleman” olması söylendiğinden görevlinin gelmemesi endişesi hep yaşanmaktadır.Ancak asıl fark “kabin içi sandalye” de olmaktadır. Bizde bu araçlar eski ve birçoğunda zaten az sayıda olan emniyet kemeri bozuk olmaktadır. Bu nedenle her an düşme tehlikesi bulunmaktadır. Bir defasında da da bunu yaşamış bulunmaktayım. Dışarıdaki hava alanlarında yeni ve en az 3-4 kemerli sandalyelerle paketlendiğimden herhangi bir düşme tehlikesi olmamaktadır. Ayrıca elemanlarda bu konuda oldukça titiz davranmaktadırlar. Konuyu birkaç defa bizdeki ilgililere bildirdiysem de halen bir değişiklik görmemekteyim. İnşallah düzelir diyelim ve ABD yolculuğumuza dönelim.

ABD’nin önemli 3 şehrinde yaptığım gözlemlerde ulaştığım en önemli sonuç  her mekanın tekerlekli sandalye için uygun planlandığı ve ulaşılabilirliğin üst düzeyde olduğudur. Gene buradaki önemli gözlemim görevlilerin ve insanların engelli insanlara her zaman yardımcı olmaları ve öncelik tanımalarıdır.Tüm ulaşım araçları tekerlekli sandalye ye uygun önlemlerle donatılmış. Metro ve otobüslerin yanında trafikte yeterli sayıda tekerlekli sandalyeliye uygun taksiler bulunmaktadır.  Metrolarda önemli sayıda durakta asansör bulunmaktadır. Tüm gezim boyunca defalarca kullandığım bu asansörlerde sadece bir defa arıza durumu ile karşılaştım.  Asansörlerde bunun için teknik yardım butonu bulunmaktadır. Bir kaç defa yanlışlıkla bastığım bu düğmeden hemen sesli yanıt aldım. Ama kadere bakın ki nedense arızalı asansörde bir türlü bu yoldan yetkiliye ulaşamadım. Kötü bir rastlantı diyelim. Bu durumda bir sonraki istasyona gidip oradan metroya ulaştım. Bu arada tek sorun ne derseniz, asansörlerdeki kötü koku derim. Sanırım bazı insanlar bunları umumi tuvalet olarak kullanıyorlar. Yol gösteren bir hanım yetkili asansöre girerken burnunu tıkamak zorunda hissetti kendini. Ama gerçekten büyük sorun. Bu nedenle asansöre binerken derin bir nefes almak ve çıkana kadar bu nefesi tutmakta yarar var.Vagonlarda engelliler için yer ayrılmış. Kalabalıkta olsa vagonlara girmek mümkün. İnsanlar size yer açmak için fizik kuralları dahilinde yardımcı oluyorlar. Metro ağı tüm şehirlerle de yeterli düzeyde.Acelem yok hem etrafı da göreyim diyorsanız (nefes tutma performansınızda yeterli değilse J)tercihinizi otobüsten yana yapabilirsiniz. Ulaşımı otobüs ile yapmanızı zorlaştıracak bir sorun yok. Şoföre kendinizi göstermeniz yeterli. Hemen kaldırıma yaklaşıyor. Bu arada başka hatlı bir otobüs işaret yapmasanız da önünüzde duruyor ve şoför size işaret yapıyor. Bu nedenle önceden binmek istemediğinizi işaretle bildirmenizde yarar var. Bizdeki bazı şoförlerin sizi görmemek için başka yerlere baktığı aklınıza gelebilir. Burada böyle bir durum yok. Otobüse girişler ön kapıdan oluyor. Önce inenler bekleniyor ve sonra diğer bekleyenlerden önce sizi alıyorlar. Bu konuda diğer insanlarında anlayışı takdire değer. Ses ikazı ile rampa açılıyor ve siz rahatça araca biniyorsunuz. Resimde de görüldüğü gibi tekerlekli sandalyeye ye ayrılan yerde açılıp kapanabilen koltuklar bulunmakta. Bu koltuklarda oturanla hemen kalkıp koltukları kapatarak size ayrılan yeri boşaltıyorlar. Bu durumda 4-5 yolcu yerlerinden kalkıyor. Onlar bu durumu fark etmese bile sizi gören yolcular hemen oturan yolcuları ikaz ediyorlar. Onlarda hiç itiraz etmeden kalkıyorlar. Bunlarda olmazsa duruma şoför müdahale ediyor ki bu durumla çok ender karşılaştım.  Tekerlekli sandalyenizi özel yerde bulunan yere sabitlediğinizde artık yolculuğa hazırsınız demektir. Tabi bu arada şoför sizi takip ediyor ve okey işaretini almadan hareket etmiyor. İnerken de yanda bulunan düğmeye basarak sandalyenizi mekanizmadan rahatça kurtarıyor ve gene öncelikle açılan rampada otobüsü terk ediyordunuz.

Taksiler içinde belirttiğim gibi özel tasarlanmış taksileri tercih edip rahatça binmeniz mümkün. Burada da şoför arka kapıdan sizi araca alıyor ve gerekli sabitlemeleri yapıyor. Böylece güvenli ve rahat bir yolculuk yapmanız mümkün. Bu arada tasarlanmış taksi bulamasanız ve kendiniz transfer yapabiliyorsanız diğer taksileri de rahatça kullanabilirsiniz.Yani ulaşım konusunda diğer insanlardan farksız şekilde istediğiniz yere  tek başınıza gitmeniz mümkün.

Burada değinmek istediğim önemli bir konu ise Amerika’da engellilere genel olarak hiçbir yerde öncelik ve ayrıcalık tanınmamasıdır. Evet, her yer engellilere uygun ancak hiçbir öncelik yok. Sizde herkes gibi sıraya girip herkes gibi bekliyorsunuz. Ben bir iki defa görevliye görünüp öncelik vermesini istediğimi belirttiysem de bu talebime hiçbir karşılık alamadım. Halbuki gerek Ülkemizde ve gerekse Avrupa şehirlerinde engellilere öncelik tanınmakta, beklemeden öncelikle işleminiz yapılmaktadır.Gene Amerika’da mekanlara girişte (müze, hayvanat bahçesi, tarihi eser vb.) engellilere ve refakatçilerine indirim yapılmamaktadır. Herkes ne ödüyorsa sizde aynisini ödüyorsunuz.  Halbuki gene gerek Ülkemizde ve gerekse Avrupa şehirlerin ya hiç ücret alınmıyor, ya da refakatçilere ücret alınmıyor. Sanırım bunun nedeni engellilerin yani sokağa çıkan engellilerin fazla olması ve her yer uygun olduğundan refakatçiye gerek bulunmamasıdır.Yukarıda belirttiğim gibi gezdiğim ABD şehirlerinde gerek müzeler  ve gezi alanları tekerlekli sandalyeye tam uyumlu. Bu nedenle her yerde tekerlekli sandalyeli engellilere rastlamanız mümkün.Tüm mekanlarda, alış veriş yerlerinde, müzelerde ve gezi alanlarında engellilere uygun tuvaletler bulunmaktadır. Genellikle engelli tuvaletleri normal tuvaletlerin içinde yer almaktadır. Kapısının farkından buranın engelliye uygun olduğunu anlıyorsunuz. (bizde de görülmeye başladı) . Ancak bu durum normal engellilerin buraları daha rahat kullandıklarını gözlemlemekteyiz. Aslında farklı kapıdan da girilse de buralarında normal insanlarca kullanıldığını maalesef görmekteyiz. Bu durum ABD.de böyle. Hatta daha fazla. Nedeni ise Amerikalıların önemli bir kısmı obez. Adamalar normal tuvaletlere sığmadığından daha geniş olan engelli tuvaletlerini kullanmaktadırlar. Bilmem belki de burada obez insanlarda engelli olarak kabul ediliyorlardır.Bir başka gözlemim ise genel toplum davranışı ile ilgili. Burada insanlar engellilere karşı saygılı davranış içindeler. Sizin 10 metre önünüzde de olsa insanlar sizin geçmeniz için mutlaka kapıları tutuyorlar. Siz geçene kadarda bekliyorlar. Bunun gibi her yerde ilgili ve yardımcı davranışlarla karşılaştım.Amerika da bulunduğum süreçte şehirlerarası otobüse de bindim.  . New York’ tan Washington’a otobüsle gidip geldim. Daha önce otobüslerin tekerlekli sandalyeye uygun olduğunu gördüğümden  içim rahatça bilet aldım. Otobüse otobüste bulunan bir rampa ile çıkıyorsunuz. Hemen kapını önündeki 3 sıra akordeon gibi katlanıyor. Açılan yere tekerlekli sandalye konuyor ve oradaki mekanizmalarla sandalye sabitleniyor. Güvenle seyahat ediyordunuz. Ama bir günde 10 saat yolculuk yapınca birazda rahatlık arıyorsunuz. Ama sandalyede rahat şekilde seyahat edilmeyeceğini  sanırım sizler anlarsınız. Kafanızı dayayacak yer olmağından uyuklamanız bile mümkün değil. Bence böyle seyahat yapacaksanız paranız varsa öncelikle uçak, yoksa da treni tercih edin. Hiç olmazsa koltukları rahat.Neyse biz artık seyahatimize dönelim. Saatinde otobüs durağında yerimi aldım. Saat 07 otobüsüne bilet almıştım. Ama bu otobüse binemedim. Zira otobüs tekerlekli sandalye uygun hale getirilemedi. Koltuklar katlanmaya direndi ve yer açılamadı. Oradaki görevliler saat 08 otobüsünü beklememizi söylediler. Zaten başka çaremiz yoktu. Ama gelen otobüste olmayınca tansiyonum yükseldi. Yetersiz İngilizcemle söylenmeye başladım. Paramı iade etseler kaçık gideceğim ama adamlar rahat (zaten tüm siyahi görevliler obez derecesine şişman ve de gayet rahatlar) konuyu hiç dert etmiyorlar. Gene bekleyin birazdan bir otobüs daha gelecek dediler ve yarım saat sonra gelen otobüse binebildik. Zaten 6 saat olarak planladığımız Washington gezimiz mecburen 4 saate indir. Bu nedenle planladığımız birkaç yeri göremedik.Bu sıkıntı nedeniyle iki gün sonra gene ayni firma ile yapmayı planladığımız Boston gezisini yapamadık. Yani cesaret edemedik. Ama dönüşte ilk işim bu firmaya bir yazı döşenmek oldu. Hatalarını kabul ettiler ve bize bir yıl geçerli açık tarihli sıfır ücretli yeni biletler gönderdiler. Ancak bir yıl içinde gidemeyeceğimizden bize bir faydası olmayacaktı. (Uçak biletini de gönderseler belki düşünürdük). Bu durumu bildirdiğimizde ise hiçbir sorun yaratmadan bilet ücretinin önemli bir kısmını kullandığım kredi kartına iade ettiler.Tüm ulaşım araçlarında olduğu gibi teknelerde tekerlekli sandalyeye ye tam uyumlu. Resimde  görüldüğü gibi uygun ve rahat şekilde tekneye biniyorsunuz.

Sonuç olarak ABD. de tüm taşıma araçları, mekanlar ve gezinme yerleri tekerlekli sandalyeye uygun. Tek başınıza bile gidebilirsiniz. Ancak tekrar belirteyim ki  öncelik ve indirim söz konusu değil.

Engelliler için Amsterdam

By Yurt Dışı Seyahatler



Berlin-Amsterdam tren yolculuğu
Konuya buradan girmemin nedeni benim bu yoldan buraya gelmem ve yaşadığımız sorunları sizlerle paylaşmam. Paylaşayım ki sizde ayni sıkıntıları çekmeyin. Beni böyle bir şansım yoktu ama şanslısınız ki sizin için var. Bu defaki Avrupa gezimde önce iki şehri hedeflemiştim. Berlin ve Amsterdam. Ona göre yerlerim ayırtmıştım. Ama son anda Amsterdam’ın Brüksel’e yakın olduğunu görünce son anda burayı da bir gün olsa da gezi planına ekledim. Ona göre uçak biletlerini aldık. Hâlbuki biraz daha incelesek Brüksel’den de Lüksenburg’un çok yakın olduğunu görüp belki burayı da ilave ederdik. Ama uçak biletlerini aldığımızdan bu mümkün olmadı. Olsaydı iyi olurdu. Bir daha sırf Lüksemburg için buraya gelmemiz maliyeti  göz önünde tutulduğunda ihtimal dışı. Neyse konumuza dönelim. Berlin-Amsterdam ve Amsterdan –Brüksel tren biletlerimizi Türkiye’deyken aldık. Ne olur neolmaz diye. Normal yolcu olsan belki yer bulursun ama tekerlekli sandalye olunca ve yer sayısı kısıtlı olduğundan bu yolu tercih ettik. Tercih ettik ama bilet alma esnasında böyle bir konum bulamadığımızdan tekerlekli sandalye ile ilgili bilgi veremedik. İşten büyük hatayı da burada yaptık. Aman siz bu hatayı yapmayın hele bizim gibi “little” İngilizcemizle. Zira oradaki görevli elinize bir telefon numarası veriyor o kadar. Oraya derdinizi anlatmak için o”little” İngilizce pek tabi yetmiyor. Aksi halde trene binememe ihtimaliniz yüksek olabilir. Mutlaka ve gerekirse telefon ile (tabi iyi bir İngilizceniz yoksabilen birisi vasıtası ile) de olsa ulaşın ve durumunuzu teyit ettirin. O zaman sadece istasyona 30 dakika önce gidip, ilgili yetkiliye adınızı vermeniz yeterli. Yoksa bizim gibi en az bir gün önce gidip 1-2 saatinizi istasyonda stres içinde geçirmeniz daha kötüsü engelli bileti satıldıysa o trene binememe durumu ile karşılaşabilirsiniz. Bu badireleri aştıktan sonra gelen ekibin ve Araçları yardımı ile trene bindik ve 3 tren değişiminde de ayni hizmet bizi bekliyordu. Hiçbir aksama olmadı. Sadece diğer trenlerde, sandalye ile koltuğa oturma şansım yoktu. Bunlar herhalde kısa hatlarda ulaşım yaptıklarından özel bir koltuk yoktu. Hele son bindiğimiz tren iki katlı olduğundan iki kat arasında bir yerde hiçbir tekbir olmaksızın yolculuk yaptık. Bu tedbirsizliği doğrusu yadırgadım. Burada fazla bir yer olmadığından ve yolcuların hepsinin nerdeyse en az bir bavulu olduğunu düşünürseniz yaşanan zorluğu gözünüzde canlandırabilirsiniz. Görevliler sadece sizi treninin içine atıyorlar o kadar. İçerde ne haliniz varsa kendiniz göreceksiniz. Trene biniyorsunuz bakıyorsunuz engelli yerinde birileri oturuyor. Ne olur ne olmaz diye hemen görevlileri ikaz etmeniz gerekiyor. Onlar gelip oturanlar ikaz ediyorlar. Dediğim gibi bu sorumsuzluğu epey yadırgadım. Tedbir konusunda Londra’yı tek geçerim.(Bkz: Engelliler için Londra)

İşte tam bir engelli şehri. Neden mi çünkü dümdüz bir şehir. Kanalların üzerindeki bazı köprülerdeki meyilleri saymasak hiçbir yardım almadan gezebilirsiniz. Ama bu arada bazı kaldırımların ve bilhassa meydanların parke taşla döşenmiş olması sorunu burada da var. Sandalyenin dayanıklı olması lazım. Yoksa Allah korusun. Kötü bir sürpriz yaşanabilir.Şehre Berlin üzerinden tren ile gelecekseniz mutlaka önceden rezervasyon yaptırınız. Yoksa epey güçlük çekersiniz.(Bkz: Engelliler için Berlin)geldiğimizden ilk durağımız istasyon oldu. Zaten burası şehrin ulaşım merkezi. Trenler, tramvaylar, otobüsler, feribotlar, kanal gezinti tekneleri yani aklınıza gelecek her ulaşımın merkezi. Amsterdamlılar da zaten istasyonlarının büyüklüğü ile öğünüyorlar. Burada taksi ücretlerinin yüksek olduğu söyleniyor. Biz burada hiç taksiye binmedik. Zira hiç ihtiyaç duymadık. Zaten ben yurt dışı gezinmelerinde, inme binme sorunu olmaması ve bazı taksi şoförlerinin hoşnut olmayan tavırları nedeniyle mümkün olduğu kadar toplu taşım araçlarını tercih ediyorum. Burada hep tramvaya bindik. Tramvaylara sadece engelli işareti olan kapısından biniliyor. Kalış süresine göre günlük bilet almanızı öneririm. Tramvayların içinde bilet almak mümkün. Bazılarında özel biletçiler var bazılarında ise bu görevi şoförler üstleniyor.  Trenden iner inmez tramvay duraklarına yöneldik. Oradaki görevliye kalacağımız otelin adresini göstererek kaç no.lu araca binmemiz ve hangi durakta inmemiz konusunda yeterli bilgiyi aldık. Hemen hemen beş dakikada bir kalkıyorlar. İlk tramvaya binerek yolculuğumuz başladık. Bundan sonrada bu 16 no.lu tramvaya günde 2-3 kere mutlaka bindik. Buraya bizim gibi trenle gelirseniz sizde bu yolu izleyin. Hemen belirteyim ki buradaki tramvaylarda özel bir rampa yok. Araç yüksekliği ile kaldırım yüksekliği ayni tutularak giriş için ayrıca bir rampa konulmamış. Ama genel olarak her durakta bu seviye tutturulmadığından bu araçlara binmek için mutlaka yardım alınması gerekiyor.Biz trenle geldik diye sizlerinde trenle gelmeniz gerekmez.  Uçak ile gelebilirsiniz diye size birkaç bilgi aktarmak görevimiz. (Aslında her zaman bizzat yaşadığım olayları sizlerle paylaşmayı tercih ederim. Bu defalık çok güvendiğim kaynaktan aldığım bilgileri paylaşmaktayım. Sadece havaalanı ulaşımı konusunda. Sciphol hava alanından 197 no.lu Belediye otobüsü (Airport Express otobüs) ile geçe gelirseniz  geçe otobüsü ile ulaşabilirsiniz. Bu otobüslerde tekerlekli sandalye için şoförlerince kurulan rampalar mevcut. Bu otobüsler B- 9 otobüs peronundan kalkıyorlar. Daha fazla bilgi Havaalanı Ekspres otobüs bulabilirsiniz www.bus197.nl. Ayrıca 15 dakikada trenlerle de şehre ulaşmanız mümkün. Ama bunun için havaalanındaki danışma masasına başvurmanız gerekli. Zira her yerde olduğu gibi burada da asistan hizmeti almanız gerekir, trene binebilmek için. Genel olarak ulaşımı değerlendirirsek burada şehir içi ulaşım araçlarının büyük bölümü tekerlekli sandalye ye uygun. Hiç metroya binme ihtiyacı duymadım ama yaptığım araştırmada Amsterdam metrolarının erişilebilir olduğunu öğrendim. Yani rahatça binebilirsiniz. Ama yol haritalarına dikkat edin ve mutlaka doğru metroya binin. Malum bu metro hatları bilhassa hattı bol olan şehirlerde sorun. Yoksa ters bir istikamete gitmeniz olası.

Amsterdam da bahsedilmesi gereken bir ulaşım aracıda kesinlikle bisiklet. Tam bir bisiklet şehri. Kendilerine ayrılan yollardan bayağı hızlı gidiyorlar. Dikkatli olmak lazım. Bu arada bir sorunu çözemedim. Bizimde tekerleklerimiz var acaba bisiklet yolundan gitme hakkımız var mı? Zira normal insanların buradan gitmeleri yasak. Zaten buradan girmeye kalkarsanız iyi bir bisiklet darbesi ile karşılaşırsınız.  Bende bu nedenle yaya yollarını tercih ettim. Ama bozuk olan yaya yolunun yanın da dümdüz bisiklet yolları daha çekici gelmiyor değil.

Bu uzun girişten sonra gelin sandalyemize binip şehri gezmeye başlayalım. Aklımdayken söylemem gereken bir hususta Avrupa gezilerinizde Ekim Kasım aylarında bile kuzeyi tercih etmeyin. Bayağı soğuk olabiliyor. Mayıs Haziran aylarında kuzey, ekim kasım aylarında Güney’i tercih edin. Biz Ekim ayının başında gittiğimiz halde bu bölgede epey üşüdük. Kış ve yaz ayları benim seyahat planlarımda olmuyor. Kış çok soğuk, kar kış bize uymaz. Yazında hem kalabalık hem de çok sıcak. O da bize uymaz.
Dam Meydanı


Amsterdam’ın merkezinde yer alan, şehrin en ünlü meydanıdır. Meydan gün boyu hem yerli halkın hem de turistlerin yoğun ilgi gösterdiği yerler arasında yer alıyor. Özellikle yaz aylarında meydanda kurulan lunapark genç yaşlı birçok gezginin keyifli anlar yaşamasını sağlayan güzel bir etkinliktir. Ama bizim orada bulunduğumuz ekim ayında da kuruluyordu. Ama biz çalışırken göremedik. Zamanımız yetmedi. Meydan çevresinde çeşitli kafe, restoran, otel ve hediyelik eşya alışverişi yapabileceğiniz mağazalar yer almaktadır. Meydan da bulunan parke taşları nedeniyle hareket zor olsa da imkânsız değil. Tren istasyonuna yürüme mesafesinde. Etrafında bulunan yapıları izlerken bir kafe de kahvenizi içebilirsiniz.

Dam Meydanı çevresinde şehrin birçok önemli yapısı yer almaktadır. Koninklijk Paleis(Kraliyet Sarayı), Nieuwe KerkUlusal AnıtMadama Tussauds MüzesiDamrak Caddesi,De Bijenkorf,Kalverstraat ve NH Grand Hotel Krasnapolsky bu bölgede yer alan en önemli yerlerdir. Biz burada bulunan Madame tussaund müzesini (Londra da gezdiğimiz için) ve NH Grand Hotel Krasnapolsky dışarıdan seyretmekle yetindik. Diğerlerini gelin beraber gezelim. Bu arada bu meydana birçok şekilde ulaşabilirsiniz. Oteliniz yakında olursa bunlara da gerek kalmaz zaten.

Nieuwe Kerk


Amsterdam şehrin merkezindeki Dam Meydanı’nda yer alan, Amsterdam’ın ikinci cemaat kilisesidir.
Niuwe Kerk’in ziyaret gün ve saatleri burada yapılan geçici sergilere göre değişmektedir. Yapı ziyarete iki sergi arasında tamamen kapalıymış. Herhaldekilise aktif değil. 1645 tarihli Jacob van Campen’in eseri olan Büyük Org, 1664 yılında Albert Vinckenbrinck tarafından yapımı 15 yılda tamamlanmış olan Oyma Vaiz Kürsüsü ve Rombout Verhulst’un De Ruyter’ın anısına yaptığı Michiel de Ruyter’in Mezarı (1607-76) Nieuwe Kerk’teki en önemli bölümler arasında yer alır. Giriş ücretli. Bizim burada olduğumuz tarihlerde burada Marlen Monroe 90. Yaşında sergisi vardı. Bizim için güzel bir sürpriz oldu. Ünlü aktristin çeşitli görüntülerini eşyalarını ve giysilerini yakından görme imkânını bulduk. Böylece de kiliseyi de görmüş olduk. Giriş 16€ idi ve tek biletle iki kişi girdik. Malum genellikle birçok yerde refakatçilerden ücret alınmıyor.

Ulusal Anıt:

Dam Meydanı’nın tam ortasında yer alan ve 22 metrelik dikilitaşa sahip beyaz anıt II. Dünya Savaşı’nda ölen Hollandalıların anısını yaşatır. Yerli yabancı tüm gezginlerin tercih ettiği bir buluşma noktası olduğu söyleniyor. Sadece önünde resim çektirdik.
Damrak Caddesi

Şehrin en hareketli ve ünlü alışveriş caddelerinden biri olan Damrak, meydana hemen yakın konumda yer alır.Sandalye ile gezmek rahat. Hediyelik eşya mağazaları burada bulunmakta. Tabi her yerde olduğu gibi gene bol bol peynir dükkanları da burada. Caddede yer alan De Bijenkorf çok katlı Şehrin en ünlü alışveriş merkezi. Üst katında yer alan bol alternatifli yemek katında yemeğimizi yedik. Alış veriş için ise bayağı ünlü markalar bayağı pahalı olarak satıldığından sadece bakmakla yetindik. Tuvalet ihtiyacı içinize adres starsbuck hem bir kahve içip hem de tuvalet ihtiyacınızı giderebilirsiniz. Engelli tuvaleti genel olarak burada da korunuyor. Anahtarı yetkililerde. Zaten her gittiğim kafe ve lokantada da durum ayni. Bu nedenle oldukça temiz. Ama nedense ağır bir koku oluyor.

Kalverstraat

Araç trafiğine kapalı olan Kalverstraat, şehrin bir diğer ünlü alışveriş caddesidir. Burada bol bol dolaştık. Genelde taşı bir yol olsa da idare ediyor. Sıcak demli Türk çayı hasretimizi bu cadde de iki yerde yer alan Simit Saraylarında giderebilirsiniz. Malum Avrupa da en çok aranan demli bir Türk çayı. Birçok marka mağaza burada yer alıyor. Ayrıca burada da peynir dükkanları var. Bunun yanında buranın ünlü patates kızartmasını da burada bulabilirsiniz.  Bayağı lezzetli.
Kraliyet Sarayı

Amsterdam’ın merkezindeki Dam Meydanı’nda yer alan Amsterdam Kraliyet Sarayı(Koninklijk Paleis), şehrin en önemli tarihi yapılarından birisidir. Belediye binası olarak inşa edilen saray, halen Hollanda Kraliyet Ailesi tarafından resmi törenlerde kullanılmaktadır.

Şehrin simgesi olan bu yapıyı mutlaka Amsterdam gezilecek yerler listenize ekleyin. Ziyarete yıl boyunca çoğu gün açık olan bu yapının içini gezmeseniz bile şehrin simgesinin önünde fotoğraf çektirmeden ayrılmayın. Giriş için gene sadece bir bilet alıyorsunuz. Bilet ücreti 7,5 € . Ama maalesef ücretsiz olan ses kılavuzlarında çoğu yerde olduğu gibi Türkçe yok. Acaba neden yok ve bu konuda kimse bir girişimde bulunmuyor mu diyedüşünüyorum. Ufacık Portekizlerin dili var bizim yok. Arapça var ama Türkçe yok. (Bir iki istisna hariç tabi) Üst katta bulunan gezilecek yerlere ulaşım asansörle yapılıyor. Bir görevli sizi kilitli kapılardan geçirerek asansöre kadar götürüyor. Böylece sarayın ziyarete açık olmayan bazı detaylarını da görmüş oluyorsunuz. Sarayın ziyaretçilere açık olan her yeri tekerlekli sandalye için de uygun. Rahatça gezebilirsiniz. Sarayda gayet temiz ve bakımlı engelli tuvaleti mevcut. Kapısı kilitli ve anahtar görevlilerde. Hemen gelip kapıyı açıyorlar.

Red Light District 

 

Bilinen adı ile Kırmızı Fener Mahallesi yalnızca Amsterdam’ın değil aynı zamanda Avrupa’nın de en ünlü bölgelerinden biri. Genel olarak Özgürlükler şehri olarak bilinen Amsterdam’ın dünyaca tanınır olmasında bu bölgenin önemi çok fazla. Semtin özgürlükçü atmosferi Hollanda’nın ifade özgürlüğüne verdiği önemi yansıtmaktadır. Hemen aklınıza kötü şeyler gelmesin, özellikle gündüzleri bölgede her yaştan gezgin bölgeyi turistik olarak geziyormuş. Gündüzleri son derece güvenli olan alana biz akşam saatlerinde gittik. Fazla yoğun değildi. Yollar parke taşlarından yapıldığından sandalye için fazla rahat değil. Ama gezilebilir.

Bölgede fotoğraf ve video çekimi kesinlikle yasak olduğunu okumuştum. O nedenle sadece kanal üzerinden bir iki kare fotoğraf çekmekle yetindik. Kırmızı Fener Mahallesi’nde birçok uyuşturucu satıcısına rastlayabilirsiniz dense de bize denk gelmedi. Eğer birisi sizin yanınıza yaklaşırsa panik yapmanıza gerek yok, kibarca ilgilenmediğinizi söylemeniz yeterli deniyor. Zira Bölge gün boyu polis korumasındaymış. Zaten gece-gündüz bölgede gezerken olayla alakası olmasa da gezmek istediği için bölgede yer alan turist yoğunluğu sizin de dikkatinizi çekecektir.  Gene de gece çok geç saatlerde ara sokaklarda dolaşmamakta fayda var.

Rembrandtlein



Amsterdam’ın en güzel ve ünlü meydanlarından biri. 1876 yılında Hollandalı ressam ve baskı ustası olan Rembrandt’ın meydana heykelinin yerleştirilmesi ile bölge günümüzdeki adını almış. Gece gündüz hareketli olan meydanda birçok eğlence mekanı ve kafe, restoran yer alıyor. Ulaşımı rahat olan meydan tekerlekli sandalye içinde uygun. Meydana gidip heykellerin arasında bol bol resim çektirin.

 Vondelpark

Eğer şehrin gürültüsünden biraz uzaklaşıp Avrupa’nın en ünlü parklarından birinde kafa dinlemek isterseniz Vondelpark‘a uğrayabilirsiniz. Amsterdam’ın en geniş ve en popüler parkında; 100 tür ağaç, geniş bir yerel veya ithal bitki türü ve orkestra sahnesi, gül bahçesi, birçok ev kuşuna ev sahipliği yapan göller ile küçük akarsular bulunuyor. Park dümdüz ve sandalye için sorun yok


Oude Kerk
Amsterdam’daki en eski ve en büyük kilise. Günümüzdeki Gotik yapı 14. yüzyıldan kalma olup tek nefli kilisenin bazilikaya dönüştürülmesi ile oluşturulmuş. Burası zarif vitrayları, tavan resimleri ve ünlü orguyla şehrin en dikkat çekici kilisesi ama biz burayı sadece uzaktan seyrettik. Bu nedenle detaylı bir bilgi yazamıyorum. Sadece giriş ücretinin 5 € oluğunu söyleyebilirim.Amsterdam Çiçek Pazarı

 Şehrin en önemli yerlerinden olmasa da en ünlü noktalarından. Amsterdam’a kadar gidip de ünlü çiçek pazarında bir tur atmadan, mevsim çiçeklerine göz atıp lale soğanı almadan dönmek olmaz dediler, bizde yol üzerinde olduğundan bir görelim dedik. Sıralı olarak birçok çiçekçi bulunmakta. Düzayak bir konumda ve rahatça geziliyor. Çiçeklere meraklıysanız daha detaylı gezebilirsiniz.

Heineken Experience

Burası Amsterdam’ın eğlenceli ve ünlü gezi noktalarından. Hollanda’nın ünlü bira firması olan Heineken ile çeşitli sunumların yapıldığı internaktif müze gezginlere oldukça keyifli vakit geçirtmesi ile ünlü. Heineken Experience’in yer aldığı bu yapı, 1864’te yılında firmanın yeniden yapılanmaya gittiği ve fabrikanın şehir dışında bir yere taşındığı 1988 yılına kadar Heineken’in genel merkezi olarak kullanılmıştır. O günlerden bu yana burası, sanal gerçeklik turlarının ve reklam kampanyalarından bira yapımına kadar Heineken’in tarihçesi üzerine sergilerin de bulunduğu bu eğlenceli cazibe merkezi özellikle turistler tarafından yoğun ilgi görmektedir. Giriş ücreti 15€ ve indirim yok. Bu nedenle burayı bizzat gezemedim. Bilgiler alıntıdır. Ancak kapıda bilgi aldığım görevliler buranın tekerlekli sandalye ye uygun olduğunu söylediler.Van Gogh Müzesi

Amsterdam’ın ünlü müzesi olan Van Gogh Müzesi, dünyanın en kapsamlı Van Gogh (1853-1890) koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor. Sanatçının kardeşi Theo tarafından düzenlenmiş olan Müzede sanatçı Van Gogh’un birçok resmi, çizimi, mektubu ve çağdaş sanatçıların eserleri sergileniyor

Müzede; Van Gogh’un 200’den fazla resmi, 500’den fazla çizimi, çoğu kardeşi Theo’ya yazılmış yüzlerce mektubu, Japon baskıları ve tümü kalıcı olarak sergilenmese de, çağdaş sanatçıların resimleri sergilenir.
Müzede toplam dört kat bulunur ve ayrıca bir ek bina da vardır. Van Gogh’un önemli eserlerinin tümü birinci katta, kronolojik olarak sergilenmektedir. İkinci katta Van Gogh’un yaşamı ve sanat dönemlerine ilişkin ayrıntılı bilgisayar kayıtlarına ulaşılabilen bir çalışma alanı mevcuttur. Üçüncü katta ise birçok eskizi ve birkaç daha az tanınmış eseri bulunur. Müzeye giriş 17 Euro ancak refakatçi için ücret almıyorlar. Tekerlekli sandalyeliler ana giriş kapısından giriş yapamıyorlar. Yolun karşısında bekleyenler kuyruk oluşturmaktaydı. Ama bizi fark eden görevli (kendinizi mutlaka fark ettirin bir şekilde) bizi yan binaya yönlendirdi. Burada bulunan asansörle tüm katlara ulaşmak mümkün. Bina içinde kafe bulunmakta ayrıca engelli tuvaleti de mevcut. Müzenin her yerine ulaşmak mümkün. Fotoğraf çekmek yasak.

Van Gogh Müzesi’nde Sergilenen Önemli Eserler arasında, Arles’teki Yatak Odası (1888)Günebakan Vazo (1888)Buğday Tarlasındaki Kargalar (1890)Patates Yiyenler (1885)Yağmurdaki Köprü ve1887 yılında yaptığıKendi PortresiEğer müze ve sanat galerileri vazgeçilmezleriniz arasındaysa müzeyi mutlaka Amsterdam gezilecek yerler listenize ekleyin

Amsterdam Kanalları

Amsterdam denilince akıllara ilk gelen şeylerden biri, şüphesiz şehrin dünyaca ünlü kanalları. Hatta fırsatınız varsa tren istasyonu önünden kalkan ve 1-1,5 saat süren kanal turlarına mutlaka katılın. Ama tabi olarak her tekne tekerlekli sandalyeye uygun değil. Bizde bahsedildiği üzere tren istasyonlarının önünde bulunan iskelelere yöneldik. Ama iskelelerin yol seviyesinden aşağıda olması ve inişlerin merdivenle olması ümidimizi azalttı. Gene de bir ümit gişelere yöneldik ama maalesef teknelerin sandalye için uygun olmadığını söylediler. Zaten teknelerin yapısından bu anlaşılıyordu. Daha önce şehirde bol bol bulunan tur firmalarının bürosunda çalışan görevlilerde (nasıl görevlilerse…) teknelerin bize uygun olmadığını söylemişlerdi. Ama daha önce bir yerde sandalye ile tekneye bine bilebildiği hakkında bir bilgi almış olmama rağmen ümidimi kaybettim. Ancak gezi planında olan Rijksmuseum’a giderken başka bir kanal kenarında tekne iskeleleri görünce tekrar gişeye yaklaştık. Oradaki görevli teknelerinin sandalye ye uygun olmadığını ancak 100-150 metre ileride bunun mümkün olan teknenin bulunduğunu söyledi. Bir ümitle oraya yöneldik. Ama yaklaştıkça bu teknede de uygun bir aparat göremedik.  Ancak bizi gören teknenin kaptanı bize “tamam” işareti yapınca rahatladık. Lift aparatı teknenin içindeymiş. Hemen işe başladı ve sistemi kurdu ve bizi tekneye aldı.

Yani tamamen rastlantı ile buraya ulaştık. Ama siz artık böyle bir tekne olduğunu ve bunun Rijksmuseum müzesinin kanal tarafının hemen önünde bulunduğunu biliyorsunuz. Bu şirketin adının da olduğunu biliyorsunuz. Bu geziyi mutlaka yapın. Herhangi bir indirim yok ama parayı bastırıp (sanırım 15 – 17 Euro arası) 75 dakika süren bu yolculuğu yapın. Burada yaşadığım ikinci sürpriz sesli kılavuzda Türkçenin bulunmasıydı. Böylece gezerken şehir, kanallar ve etraftaki yapılat hakkında bilgi alma şansımız oldu. Ama siz gene de mutlaka bir yabancı dil öğrenin

Rijksmuseum

17. yüzyıl Hollanda sanatına adanmış en geniş koleksiyonun yanı sıra Ortaçağ’dan günümüze uzanan ilgi çekici eserlerin de sergilendiği Hollanda Ulusal Müzesi olan Rijksmuseum, Amsterdam’ın en ünlü ve önemli müzesi. Dünyanın en büyük Felemenk sanat koleksiyonuna ev sahipliği yapan müzede birçok değerli eseri inceleyebilirsiniz. Biz vakitsizlik nedeniyle bu şansa sahip olamadık. Zira burası öyle 1-2 saatlik bir müze değil. En az 5-6 saat dolaşmak gerekli. Şöyle bir gezmek için 60-70 tl vermek günah. Ancak müzenin 10 yıl süren  ve 2013 yılında biten restorasyon çalışmasının sonrasında(bilhassa)  her yönü ile engelliye uygun olduğunu öğrendim. Ayrıca Giriş ücretinin 17 euro ve refakatçi için bilet alınmadığını ve de  içeride engelli tuvaletleri mevcut olduğu öğrendiğim kesin bilgiler içinde.
Hollanda’nın tartışmasız en ünlü müzesi olan Rijksmuseum, aralarında Rembrandt’ın 20 kadar tablosunun yanı sıra Steen, Hals, Vermeer ve diğer önde gelen ressamların eserlerinin bulunduğu 17. yüzyıl Hollanda resminin en kapsamlı koleksiyonlarını içermektedir. Müzede ayrıca Hollanda sanatının 20. yüzyıl öncesindeki tüm dönemlere ait olağanüstü bir resim koleksiyonu da bulunmaktadır.

Rijksmuseum’un giriş katında Ortaçağ ve Rönesans dönemi sergilerinin yanı sıra, Özel Koleksiyonlar ve Asya Pavyonu bölümleri yer alır. Birinci katta 18.-19. yüzyıl sanatı; ikinci katta 17. yüzyıl (Altın Çağ) ve üçüncü katta 20. yüzyıl eserleri sergilenir.
Anne Frank’ın Evi
20. yüzyılın en önemli kitapları arasında yer alan Anne Frank’in Hatıra Defteri’ni belki duymuşsunuzdur. II. Dünya Savaşı’nda Anne Frank ve ailesinin iki yıl boyunca saklandığı ev günümüzde müzeye çevrilmiş ve Anne Frank Evi adı ile şehrin en önemli noktalarından biri olmuş durumda. Binanın  engelliye uygun olmadığını öğrendiğimden ve kanal turu esnasında önünden geçtiğimizden bir daha gitme gereğini duymadık.1942 yılında Amsterdam’daki Yahudileri toplayan Almanlardan kaçan Frank ve Van Pels aileleri, 25 ay boyunca buradaki gizli bir dairede saklanmışlar. 1929 doğumlu olan Anne Frank da, 1942 – 1944 yılları arasında burada saklanmıştır ve bu süre zarfında yaşadıkları ile ilgili olarak günlük tutmuştur.İki yılını saklanarak burada geçiren aile daha sonra ihanete uğrayarak yakalanmış ve ülkenin kuzeyinde bulunan Belsen’e gönderilmişler. Burada saklanan sekiz kişiden yalnızca Otto Frank sağ kalmıştır. Anne Frank ve kız kardeşi, Belsen’e gönderildikten kısa bir süre sonra tifüsten ölmüşlerdir.
Volendam ve edam


Amsterdam’a yaklaşık 40-45 dakika uzaklıkta olan bu sahil kasabaları Amsterdam gezinizde mutlaka gitmeniz ve görmeniz gereken yerler. Buraya Ana istasyon binasının arkasında yer alan duraklardan kalkan otobüsler ile ulaşmanız mümkün. Günlük olarak satılan bilet ile gün içinde bu otobüsleri sürekli  kullanabilirsiniz. Bilet ücreti 10 euro. Aslında burada birçok köy bulunmakla beraber bunlardan Marken, Volendam ve Edam görülmesi gereken yerler. Biz gene vakitsizlik ve plansızlık yüzünden Marken’e gidemedik. Hala aklımız orada kaldı. Bir aktarma ile  otobüs ile veya  Volendam’dan kalkan küçük feribot ile ulaşmak mümkün. Siz mutlaka gezi planınıza dahil edin.

Volendam

Volendam Kuzey Denizi kıyısında bulunan tipik bir sahil kasabası. Tertemiz, sakin, huzurlu bir o kadarda ziyaretçi alan bu şirin belde de sahil boyunca dolaşabilir, bir şeyler atıştırabilir ve nispeten ucuz olan mağazalardan alışveriş yapabilirsiniz. Yollar tekerlek ki sandalye için uygun. Sadece sahile çıkarken bir yokuş var. O da aşılmayacak kadar dik değil. Burayı uzun uzun anlatmaktansa çektiğim resimleri sizlerle paylaşmam yeterli olur sanırım. Ancak sadece bir umumi tuvalet gördüm oda merdivenle inilerek ulaşıldığından bizlere uygun değildi. Başkada bir tuvalete rastlamadım. Yok diyemem ama ben rastlamadım  Otobüsten indikten sonra sahile doğru yürüyoruz. Sahile ulaşmadan rastladığımız bir kafe de kahvaltı yaptık. Ama aceleci davrandık zira sahil tarafında birçok alternatif olan yerler vardı. Sahile ulaştığımızda kıyıya paralel uzanan parke taşlı bir yol görüyoruz. Bu yol boyunca hepsi birbirinden bakımlı, tarihi evler birbiri ardına sıralanıyor. Bu evler daha çok turistik amaçlı restaurant, kafe ve mağaza olarak kullanılıyor. Limanda birbirinden güzel tekneler sıralanmış duruyor. Ahşap tekneler ve yatlar özelikle dikkatimizi çekiyor.  Dükkanların içinde bulunan ahşaptan yapılmış gemi maketleri, klasik Hollanda ayakkabıları ve ev maketleri o kadar incelikle ve güzel yapılmışlar ki gerçek gibi duruyorlarEstetik harikası şirin evleri, tertemiz yolları, güzel denizi, güler yüzlü insanları ve turistik dükkânları ile iç açan, keyifle gezilecek bir kasaba, buranın nefis havasını derince içinize çekmeden, bu kasabadan ayrılmayın derim.

Edam


Volandam göre daha hareketsiz. Gene sakin ve huzurlu bir mekan Eski bir liman kenti Edam. Peynir üretimi, Edam’ın varlık sebebi. Küçük ama keyifle yürünecek bir kasaba diyebilirim. Volendam gibi süslü evleri ve nehir kenarında yürüyebileceğin yürüyüş parkurları var. Burada da tuvalet sorunu var. Bin bir güçlükle bulduğumuz tuvalet engelliye uygun değildi ve buraya yakışmayacak  derecede bakımsızdı.

Engelliler için Berlin

By Yurt Dışı Seyahatler

Almanya’nın beklide Avrupa’nın savaşı ve acıları en yoğun yaşayan şehrini engelli gözü ile incelemeye başlıyoruz. Berlin de dolu dolu üç gün geçirdim ve bu süre şehri genel olarak gezmeye yetti. Şehir olarak tekerlekli sandalyeye uygun bir konumda. THY uçağımız Berlin de Tergal havaalanına iniyor. Bu hava alanından şehre taksi ile ulaştık. Zira havaalanı şehre yakın ve üç kişi olduğumuzdan maliyeti fazla fark etmedi. 20 – 25 euro ile şehre ulaşabilirsiniz. Ayrıca şoför de mutlaka Türk olacağından ilk ağızdan şehir ile ilgili bilgileri alırsınız. Ulaşım imkanları yeterli ve nerdeyse tüm toplu taşım araçları engelliye uygun. Nerdeyse tüm taksi şoförleri Türk. Zaten her sıkıştığınız yerde çevrenizde bir vatandaşımıza rastlamanız mümkün. Yollar genellikle tek. Sandalye için uygun. Ancak bazı yollar ve kaldırımların parke taşı ile yapılması hareketlerimizi zorlaştırdı ise de genelde belirttiğimiz gibi şehirde dolaşmak zor değil. Şehir de öyle fazla yükseklik farkları yok.  Hemen hemen tüm duraklarda kaldırım seviyesi toplu taşım araçlarının kapı seviyesi ile eşit konumda ama zaman zaman seviye farkı oluştuğundan refakatçi olmadan bu araçlarla nasıl binilir ve inilir bilemedim. Canlı bir örnekte rastlamadım. Bu nedenle gezinizde yanınızda birisi olması şart. Şehir içinde otobüs kadar beklide daha fazla bizim eskiden troleybüs dediğimiz araçlar bulunmakta. Biletleri araç içinde alma imkanınız var. Benim önerim kalacağınız gün sayısı kadar toplu bilet alın. Hesaplı oluyor ve her türlü araçta kullanılabiliyor. Metrolar da engelliye uygun ve rastladığım her durakta asansör vardı ve çalışıyordu. Sonuç olarak Berlin de şehir içi ulaşımda bir sorun yaşamasınız. Bir önerimde bu toplu taşım araçlarının internet sitelerini araştırmanız. Uygulamalarını telefonlarınız indirmeniz. Çok faydalı olur. Bu arada yurt dışına çıkarken paketinize mutlaka internet ulaşımı ekletiniz. Zira gerek google haritaları ve google çeviri programını kullanmak gerekmekte. Biz bunu yapmadığımızdan zaman zaman sıkıntı çektik. (bu arada google çeviri programı çevirim içi de kullanılabiliyormuş, haberiniz olsun). Bu arada Berlin’de alışveriş mekanları saat yedi odlumu kapanıyor. Tabi müzeler daha erken. Bu nedenle yediden sonra yapılacak iş kalmıyor. Ya yemek mekanlarında takılacaksınız yada bir kafede. Yani akşamları zor geçiyor.Belirdiğim gibi şehir oldukça düz olduğundan ve ulaşım kolay olduğundan size kesin bir gezi planı yapmayacağım. Sizler otelinizin konumuna göre plan yapabilirsiniz.Bizim otelimiz (Get point Charlie ) oldukça merkezi bir yerdeydi.Öncelikle hedefimiz Alexanderplatz Meydanı.
Alexanderplatz Meydanı

Bu meydan tüm turistlerin ilgi odağı.  Meydanın ortasındaki TV kulesi ise hem Berlin’in sembollerinden hem de Berlin’i havadan gözlemlemek ve bu arada bir bir şeyler içmek için güzel bir mekan. Ancak bu imkanlar bizim için geçerli değil. Güvenlik kaygıları nedeniyle, tekerlekli sandalye kullanıcıların kuleye çıkmalarına izin verilmemekte. Nedenini anlamadım ama pekte üzülmedim. Berlin’i yukardan seyretmek  eksiklik gibi gelmedi bana. Meraklıklıları için ise üzgünüm. Ama elimden bir şey gelmez. Tv kulesi şehrin her yanından görülüyor.Ayrıca Havalimanından gelen otobüsler, diğer otobüsler ve metro ile tramvay sisteminin ana durakları bu meydanda. Ayrıca duyduğuma göre bu meydanda çeşitli şenlikler ve festivaller de düzenleniyormuş.(bize denk gelmedi)  Dünyanın çeşitli şehirlerinde ki saatleri gösteren Weltzeituhr burada bulunmakta ama ben göremedim. Özellikle arasam belki görürdüm. Meraklıysanız etrafa daha dikkatli bakının derim.  Meydan düz ve sandalye için uygun. Etrafta kafe ve lokantalar mevcut. Başkada bir özelliği yok.

 Rotes Rathouse
Meydandan Müzeler Adasına doğru yürüdüğünüzde Rotes Rathouse ile karşılaşırsınız. Anlamı Kırmızı Belediye Binası olan bu bina 2.Dünya Savaşı sırasında büyük ölçüde yıkılmışken restore edilen bir Rönesans dönemi yapısıymış.Uzaktan bakmakla yetindik. Hani görmediler demesinler diye. Belediye Binasının tam karşısında ise içinde mimari açıdan Roma çeşmelerini aratmayan güzellikte bir çeşme barındıran çok güzel bir park var. Çeşmenin adı Neptün Çeşmesi. 1891’de yaptırılan ve Roma Tanrısı Neptün’e adanan bu çeşmede Neptün’ün çevresindeki kadın heykeller Prusya’nın dört büyük ırmağını temsil ediyormuş. Böyle diyorlar.
Museumsinsel / Museum Island / Müzeler Adası


Spree Nehri’nin ortasında yer alan bu adada 5 dünyaca ünlü müze bulunmakta. Burda yeri gelmişken belirteyim. Berlin’de Berlin Welcome Card almanızı önerebilirler ama almayın. Zaten müzeler bizlere indirimli sayılır. Zira ya indirimli yada refakatçiden ücret alınmıyor.Burada bulunan müzelerde sergilenen eserlerin çoğu Anadolu ve Mezopotamya  topraklarından satın alınarak ya da çalınarak gitmiş.  Bu adada 5 adet müze bulunuyor Bunlar, Altes Museum (Eski Müze)Neues Museum (Yeni Müze),  Alte Nationalgalerie (Old National Gallery / Eski Ulusal Galeri)Bode Museum (Bode Müzesi) ve Bergama Müzesi.


Müzelere normal giriş üçreti12 € bizlere ise refakatçiye ücret almadıklarından iki kişi için 12€ ödüyordunuz. Böylece adam başı 6 € ödemiş oluyordunuz. Ben iki müzeye bu tarife ile girdim.Diğerleri de sanırım  aynıdır.Müzeler adası yolları ve meydanları parke olduğundan sandalye zorlanabilir, dikkatli olmanız lazım. Girdiğim müzelerde engelli tuvaletleri bulunmaktadır.  Her müzenin  erişilebilirlik farklı olmakla birlikte,çoğunlukla erişilebilir olduğunu daha önce öğrenmiştim. Üç günlük gezide tüm müzelerin tamamını gezmek mümkün değil. Bunu arzularsanız. Buraya en azından bir tam gün ayırmalısınız. Ben Bergama Müzesini ve Yeni Müzeyi şöyle bir dolaştım. Kısa kısa anlatayım.
Bergama Müzesi.(Pergamon Museum)


 Berlin’de ki Bergama Müzesi (Pergamon Museum), hem Berlin’in en çok turist çeken müzesi hem de dünyanın en ünlü arkeolojik buluntularının sergilendiği müzelerden biri olduğu söyleniyor. Yapımı 1930 yılında tamamlanmış. Müzenin benim için önemi orada sergilenen eserlerin çoğunun bizim ülkemizden  gelmiş olması ve sürekli bu konunun işlenmesi.

Müzede en önemli 4 yapı; Bergama Zeus Sunağı, Milet’in Market Kapısı, İştar Kapısı ve Mshatta Alınlığı’dır.Zeus Sunağı‘nın gidiş hikayesi şöyledir: 1865 yılında İzmir-Dikili karayolunu açmak için bölgeye gelen Alman mühendis, mimar ve arkeolog olan Carl HumannBergama antik kentini keşfeder ve Berlin’in de desteğini alarak burada kazı çalışmalarına başlar. Zeus Sunağı başta olmak üzere buradan pek çok eser çıkarır. O dönemde yürürlükte olan “Asar-ı Atika Nizamnamesinin” getirdiği yasa ile bu eserleri numaralandırıp, düzenli bir şekilde parçalara ayırdıktan sonra, trenlerle ve gemilerle Berlin’e götürür. Bu nizamname, yabancıların Osmanlı Devletinde arkeolojik kazı çalışması yapmalarına olanak sağlayan bir yasaymış. Kazılar sonunda bulunan eserlerin bir bölümü devlete, bir bölümü arazi sahibine, bir bölümü ise bulan kişiye ait oluyor. Bulan kişi ise istediğini yapabiliyor. Tabi para karşılığı diğer bölümlerini de alabiliyor. Durum böyle olunca önemli sayılabilecek her şey Berlin’e gidiyor. Zeus Sunağı’nın şu anda sadece temeli İzmir/Bergama’da bulunuyor. Ayrıca Carl Humann’ın mezarı da yine İzmir/Bergama’da bulunmakta…


Ancak burada çok önemli bir hayal kırıklığı yaşadık.Zira burada görmeyiarzuladığımız en büyük eser olan Zeus sunağı tadilat nedeni ile ziyarete kapalı idi. Kötü bir rastlantı. Kısmet olursa başka zaman deyip müzenin diğer bölümlerine geçiyoruz.Bir anlığına kendinizi Antik Bergama şehrinde zannediyorsunuz.  Müzede bedavaya dağıtılan ve Avrupa da pek alışkan olmadığımız Türkçe de yayın yapan audioguide’ler bulunmakta. (Bu uygulamayı birde Amsterdam da kanal gezisi yaptığımız teknede yaşadık. Bknz.engelliler için Amsterdam) .Müzede bulunan Milet’in Market kapısı da oldukça ilgi çekici bir bölüm.Tekerlekli sandalye ile merdivenle çıkılan bölüm hariç rahatça geziliyor. Çektiğim resimler ile sizlerle bu muazzam bölümü paylaşmak istiyorum.


İştar Kapısı ve Mshatta Alınlığı’da gene müzenin önemli bir bölümünü oluşturmakta.Bu müze Berlin’de mutlaka gelmeniz gereken bir mekan. Müze gezmesini sevmeseniz bile burayı İhmal etmeyim

Burada gezerken çocukluğumun 2 yılını geçirdiğim Kayserinin Develi İlçesinin Fraklin ( Yeni ismi Gümüş Ören) köyünün ismini görmem benim için sürpriz oldu. Küçüklüğümden aklımda kalan kaya kabartmalarını burada yeniden görmüş oldum. Adamlar buradan bile kabartmaları götürmüşler.

Neues Museum (Yeni Müze)

Müzeler adasında gezdiğim i( Aslında sadece bir bölümünü gezebildiğim) ikinci müze. Antik Mısırla ilgili eserlerin sergilendiği müze. Müze tekerlekli sandalye için uygun. Rahatça gezebilirsiniz. Engelli tuvaleti mevcut. Giriş için iki kişi 6 € ödedik.

Berliner Dom / Berlin Katedrali


Berlin müzeler adasında bulunan bu kadetralin engelli girişini bulmak için etrafında biraz turlamamız gerekti. Hava oldukça soğuk ve yağışlı olduğundan bu tur bize pek iyi gelmedi. Neyse arka tarafta çitlerle çevrili kapıyı bulduk.

Ancak ikaz için konulan zilinde işe yaramadığını anlayınca daha da zorlandık. Eşim normal kapıdan girip bir yetkili bulup olmayan Almancası ile durumu anlatmasını da katarsak soğuk ve yağmur altındaki bekleme süremiz haliyle uzadı.

Berlin Katedrali ilk olarak 1465 yılında yapılmış ancak çok sayıda savaş gördüğü için her seferinde onarılmış ya da yeniden yapılmış. Özellikle 2. Dünya Savaşı sırasında büyük bir hasara uğradığı için 1993 yılında onarılıp, tekrar hizmete açılmış Turistlere açık olan katedrale giriş 7 Euro. Bizler değişik bir yoldan girdiğimizden ücret ödeme imkanı (!) bulamadık. Büyük, etkileyici bir yapı. Bence içine de mutlaka girmelisiniz. Merdivenler ile tepesine ulaşmak normal şartlar altında mümkün.

Böylece yarısı uçakta geçen ilk günün ikinci yarısında birbirine yakın üç mekanı ziyaret etmiş olduk.

Holocaust Memorial (Yahudi anıtı)

İkinci günümüzün ilk durağı burası. Adından da anlaşılacağı gibi, Burası  Nazi Almanya’sının 2. Dünya Savaşı sırasında sistemli olarak katlettiği Yahudileri anma ve onurlandırmak amacıyla yapılmış bir anıt. 2003 yılında yapımına başlanmış ve 2005 yılında, 19.000 metrekareye yayılan bu anıt törenle halka açılmış. Anıtta toplam 2.711 adet beton blok bulunmakta ve bunların yükseklikleri birbirlerinden farklı. Mimarisinin vermek istediği mesaj kafa karıştırıcı görünmesini sağlamak ve rahatsızlık verdirmekmiş. Burası açık bir alan olduğu için günün herhangi bir saatinde gidebilirsiniz.Beton bloklar arasında gezinebilir, gri rengin yansıttığı hüznü ve vahşeti içinizde hissedebilirsiniz.

Brandenburg Gate / Brandenburg Kapısı

Şehirde gördüğümüz en kalabalık ve hareketli bir yer, tam anlamıyla Berlin’in simgesi. Yaz-kış her daim kalabalık olan, Berlin’in en çok turist çeken bölgelerinden biri.Mekan sandalyeye uygun,rahatça gezebilirsiniz.İlk durağımız olan Yahudi anıtına çok yakın. 1791 yılında Atina Akropolisinden ilham alınarak inşa edilmiş. Hem şehrin sembolü, hem de şehrin 2 asırlık tarihine tanıklık eden bir yapı. Her ne kadar  2. Dünya Savaşında büyük hasara uğramış olsa da tamamen yıkılmamış. Savaşın ardından doğu ve batı olarak ikiye bölünen şehirden her iki tarafın da yardımlarıyla kapı tekrar onarılmış. Ardından Berlin Duvarı‘nın yapılmasıyla (1961) Batı Berlin’de kalan bu yapı şehrin bölünmüşlüğünü simgelemiş. 1989 yılında ise Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla tekrar önem kazanarak bu kez barış ve özgürlüğün simgesi olmuş


Şansınız varsa burayı gece de görün, çünkü ışıklandırması çok güzel oluyor dediler ama bizim böyle bir şansımız olmadı. Darısı sizlerin başına.

Reichstag / Parlamento Binası


Brandenburg kapısından yolumu
z devam ettik ve karşımızda parlamento binası. Biz alışkın olduğumuz üzere giriş kapısına yöneldik. Ama oradaki görevli “randevunuz varmı”dedi. Biz ise engelli olduğumuzu falan söyledikse de nafile. Görevli bize yolun karşısındaki önünde hatırı sayılı insan kuyruğu olan bilet gişesini gösterdi. Oraya gittiğimiz de de gene alışık olduğumuz üzere gişeye yöneldik. Ama orada da bir görevli sıraya girmemiz gerektiğini söyledi. Yani engelliye pozitif ayırımcılık yapmadılar.Bu güne kadar hiçbir yerde rastlamadığım bir durumdu. Ben sızlanınca yetkili “sabah sekizde gelin, sıra olmaz” dedi sağ olsun.!!! Böylece söylene söylene, binanın sadece resmini çekerek ve sabah sekizde gelmeyeceğimiz gerçeği ile oradan ayrıldık. Böylece bu önemli binayı gezme şansımız olmadı. Olsaydı binaya sonradan eklenen cam kubbesine çıkabilirmiydik bilemiyorum ama(zira epey yorucu olduğu söyleniyor) gene de burayı görememek bizim için güzel olmadı.Bu notlarımızı okuyan ve almanca bilen birisinden bu binanın e-mailine bu durumu protesto eden bir yazı göndermesini rica ediyorum. Makbule geçer ve belki bizden sonra gelen bir engelliye faydası dokunur. Bir diğer yolda binanın internet sitesine girip önceden rezervasyon ve kayıt yaptırmanız gerekiyor.. Biz bunu düşünemedik, zira böyle bir davranış ile hiç karşılaşmadık. Bu arada giriş ücretsizmiş. Ayrıca rezervasyonu onaylamış olsalar da, güvenlikle ilgili bir durum olduğu takdirde son dakika iptal edebiliyorlar. Üstelik bununla ilgili önceden herhangi bir bilgilendirme yapmıyorlar, gittiğinizde sürpriz olmaması için hatırlatayım dedim.

Tiergarten parkı – Berlin Victory Column / Berli Zafer Sütunu

Bu hayal kırıcı parlamento binası hüsranından sonra biraz temiz hava iyi gelir düşüncesi ile Tiegarten parkına yöneldik. Çok büyük olan ve içinden yollar geçen bu parkın yarısına gelene kadar bile bayağı yorulduk. Git git bitmedi. Şehrin ortasındaki parkın ne kadar büyük olduğunu düşünün.


Dar zamanda böyle uzun yürüyüş bize önemli bir vakit kaybı yaşattı. Zira yukarıda da belirttiğim gibi Berlin’de saat yedide alış veriş merkezleri ve dükkanları kapanıyor. Parkın tam orta yerinde Berlin Zafer Anıtı bulunuyor. Berlin’in en büyük şehir parkı olan Tiergarten Park‘nın tam ortasında kalan Berlin Zafer Sütunu1873 yılında Prusya’nın Danimarka’yı yendiği savaşın anısına dikilmiş bir anıt. Soğuk savaş yıllarında ise Fransız’lar bu sütunu yıkmak istemişler fakat İngiliz ve Amerikalılar buna izin vermemiş. Bu sütun 67 metre uzunluğunda. Üzerinde ise 8.5 metre ve 35 ton ağırlığında zafer tanrıçası olan Victoria heykeli bulunmakta. Sütuna 3€ karşılığında çıkılabiliyormuş. Ama bizlere uygun mu bilmiyorum. Zira park bizi yorduğundan yanına bile yaklaşmadık.

Kulturforum

Park çıkışında buraya yakın olduğunu düşündüğümüz bu mekana yöneldik. Hani görmedik demeyelim, sizlerle paylaşalım diye.Yakındır diye yürümek istedik ama bu gün bu konuda şansımız yok anlaşılan git git yol bitmedi. (Bu nedenle mutlaka google harita uygulamasını açın,yani 4G niz açık olsun yani yurt dışı paket alırken bu durumu ihmal etmeyin.) Bitince de zaten binalar dışında bir şey bulamadık. Gezi notlarında “burayı mutlaka gezin” diye  yazan arkadaşların kulaklarını çınlattık. Sizlerde benim kulaklarımı çınlatmayın ve buraya gitmeyi planlamayın. Zira sadece bizim gibi bir kare fotoğraf çekmekle yetinirsiniz.  Ama bir gösteri varsa ve bundan haberdarsanız gidebilirsiniz.  Sorunumuz kültürle değil. Yanlış anlaşılmasın.Kurfürstendamm (Ku’damm)

Bu güne bu kadar yorgunluk yeter deyip, bir taksiye binip dükkanlar kapanmadan Ku’dama doğru yolaldık. Taksi şoförü İran Azerisiydi. Değişik aksanı ile bizler bölgesel sorunları konuştu. Ayrıca cadde hakkında bize bilgiler verdi. Caddenin bitmesine yakın bir yerde indik ve caddeyi arşınlamaya başladık.3.5 kilometre uzunluğundaki cadde, Berlin’in Champs-Elysées’i (şanzelize) olarak gösteriliyormuş. Zaten her şehirde o şehrin şanelizesi  olarak adlandırılan bir cadde oluyor. Cadde üzerinde tanınmış mağazalar bulunmakta.. Oradaki insanlar bu caddeye kısaca “Ku’damm” diyorlar, aklınızda bulunsun. Yol üzerine yıkık kiliseyi görüp, caddenin sonunda bulunan ve Berlin’in en pahalı, en ünlü department store’u olan kısaca Ka De We olarak adlandırılan  binaya giriyoruz. En pahalı markaların ürünlerine şöyle bir bakıp (zaten ancak bakabiliriz)en üst katta bulunan yemek katına yöneliyoruz. Bir çok  yemek alternatifinin bulunduğu mekanda karnımızı doyurup ikinci ve yorucu bir günü sonlandırıyoruz.  Cadde düz ve sandalyeye uygun. Ka DE We  de engelli tuvaleti mevcut.

Kaiser-Wilhelm-Gedächtniskirche (Yıkık Kilise)

Ku’damm da bulunan bu kilise, 2. Dünya Savaşı’nda tepesi zarar görmüş ve o haliyle muhafaza edilmekte olan bir kilise.  Savaşın izlerini taşıması bakımından ilgi çekiyor. İçine giremedim ama önünde resim çektirmeyi ihmal etmedim. Caddeyi gezerken zaten önünüze çıkıyor. Uğramadan geçmeyin. Kaldırıma rampa ile bağlanmış, tekerlekli sandalyeye uygun.

Checkpoint Charlie / Çarli Kontrol Noktası


Otelimizin hemen yanında olduğundan son güne bıraktığımız mekan üçüncü günümüzün ilk durağı. Mutlaka görmeniz gereken bu nokta, 2. Dünya Savaşından sonra soğuk savaş döneminde (1961-1990) Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılan Almanya’nın arasında bir geçiş noktasıymış. Yani insanlar buradan yürüyerek ya da arabalarıyla Doğu ya da Batı Almanya’ya (Berlin’e) geçebiliyormuş.

Soğuk Savaş yıllarında Berlin’in iki bölümü arasında geçişi sağlayan 14 kontrol noktası varmış. Bunlar bulundukları bölgeye göre Amerikan, Sovyet, İngiliz ve Fransızların gözetiminde geçişin sağlandığı noktalarmış. Sovyetlerin gözetiminde olan Doğu Berlin’e geçişler daha zorken, Batı Berlin’e geçişler daha kolay oluyormuş.

Bu 14 kontrol noktasından sadece Checkpoint Charlie ve Checkpoint Bravo noktalarında hem yabancı hem de Almanların geçişine izin veriliyormuş. Diğer kapılardan sadece Almanlar geçebiliyormuş. Checkpoint Charlie bu noktalardan geçişin en yoğun olduğu bölge olduğu için ve 1961 yılında 3. Dünya Savaşına sebebiyet verecek Amerikan ve Sovyet askerlerinin karşı karşıya gelip, birbirlerine tek kurşun sıkmadan 16 saat boyunca burada beklemelerinden dolayı en popüler geçiş noktası olmuş.
Günümüzde burada bulunan kontrol noktasının kulübesi gerçeği değil, aslına uygun olarak sonradan inşaa edilen bir kopya. Hatta öyle ki önünde bulunan asker kıyafetli kişilerle 3$ karşılığında fotoğraf çektirebilir, orada bulunan damgalardan (vize) bir kağıda bastırabilirsiniz. Zaten başka bir özelliyi de  yok. Burada ilginç olan hemen yakınında bulunan ufak bir müze. Bahçesinde Berlin duvarından bir bölümününde bulunduğu mekan normalde 5€ ama engelliye refakatçisi ile birlikte 3,5 €. Buraya kadar gelmişken mutlaka geziniz.

Berlin Duvarı / Berlin Wall / Utanç Duvarı

Son günün ikinci durağı. Buraya bir otobüs ile ulaşmak mümkün. Bize hangi otobüse bineceğimizi alış veriş yaptığımız eczanedeki Türk kızımız söyledi. Dediğimiz gibi burada her yerde vatandaşlarımız rastlamamız mümkün.Sizde bu yolla öğrenerek buraya ulaşabilirsiniz.

Burayı da gezmek duvarlar yanında dolaşmak kolay ve rahat. Ayrıca burada bulunan binanın alt katındaki salonu gezmek ve en üst katına asansör ile çıkıp etrafı yukarıdan görmek mümkün.Berlin’e gidip de duvarı görmeden dönmek olmaz. Bir gece de duvarlarla ayrılan yaşamları düşünün. Mutlaka burada geçen bir film görmüşsünüzdür. Bu düşüncelerle burayı gezin.  Orada bulunan müzede çektiğim fotoğrafları sizinle paylaşmak istedim.

Kreuzberg (Türk mahallesi)


Berlin’de Kreuzberg adında bir semt var. 60’lardan itibaren Türk’lerin yavaş yavaş yerleşmeye başladığı bu semt, günümüzde ‘Klein İstanbul (Küçük İstanbul)‘ olarak anılıyor. Bu bölgeye  gene bir Türk vatandaşımızın yardımı ile bindiğimiz raylı sistem ile rahatça ulaştık. Kesinlikle kendinizi Türkiye’de hissettik.. Herkes Türkçe konuşuyor, Kaldırımlar dar, sandalye ile gezmek zor olabilir. Zaten mutlaka gidilmesi gerekmiyor.

Potsdamer Platz-Sony Center Binası

 


Potsdamer Platz, Berlin’in hem eski hem de yeni ticaret merkezi. İkinci dünya savaşı sırasında bu meydan tamamiyle yok olmuş fakat soğuk savaş sonrasında 1991 yılında “Dünyanın en büyük kentsel dönüşüm projesi” ile küllerinden yeniden doğmuş. Dünyanın en iyi mimarları burada 5 yılda yeni bir şehir merkezi inşaa etmişler. Zamanının en iyi teknolojisi kullanılmış ve çok büyük bir para harcanmış.Şu anda burada büyük eğlence ve alışveriş merkezleri bulunmaktadır. Bu meydanda bulunan gökdelenleri dışarıdan olsa görmenizi tavsiye ederim. Özellikle 2004 yılında açılan Sony Center binasını.

Sony Centre’ın ışıklandırılmış tavanı bilhassa geceleri görülmeye değer. Ayrıca dünya standart’ındaki kafe ve restoranlardan birinde karnınızı doyurabilirsiniz.Burada tekerlekli sandalye için hiçbir sorun bulunmuyor.

Bu son günümüzde akşama doğru Amsterdam’a tren ile gideceğimizden  istasyon yakınındaki otele geçtik. Hemen istasyona giderek yarınki yolculuğumuz için asistan hizmeti almak için istasyona yöneldik. Tren biletlerimizi Türkiye’den almış ancak engelli olduğumuzu belirten bir ifade bulamadığımızdan bu işlemi burada halletmeyi düşündük. Ancak işler pek düşündüğümüz gibi yürümedi. Roma gezimizdeki Roma tren istasyonunda olduğu gibi bir yer (Bknz.Engelliler için Roma-Floransa) aradık ama burada bu yoktu. Bilet satış ofisine yöneldik. Burada bizi engelliler için yapıldığı belli olan (daha alçak banko vardı) bölüme yönlendirdiler. Az buçuk Türkçe bilen Alman hanım bizlerle ilgilendi. Ama işler pek iyi gitmedi. Görevli Sabah 9 trenininde daha doğrusu trenlerinin birinde engelli için yer bulamadı.Trenlerin birinde diyorum, zira 3 defa tren değiştirmemiz gerekti. Bu olumsuz hava bizleri paniklendirdi. Uzun bir bekleyişten sonra Alman teyzenin yüz mimikleri düzeldi. Biz de ümitlendik. Ama anlaşma sorunumuz vardı. Her yerde bol bol Türk varken burada aksilik ya bulamadık. Eşim artık uzman olduğu Türk bulma konusunda burada başarısız oldu. Ama güçlükle de olsa sonunda anlaştık. Saat 10 treninde yer bulabildik. Yarım saat önce burada olmamızı söyledi. Böylece bu sorunu da (yaklaşık 2 saatte) çözmüş olduk. Ama niye bu yaşa kadar bir yabancı dil öğrenmediğimiz için bir defa daha kendimize kızdık. Önerim bu işi Türkiye de bilet alma aşamasında halledin. Ama gene de bir gün önce istasyona uğrayın derim. Tecrübe bunu söylüyor. Yakında görülecek yer de kalmadığından Berlin’deki son saatlerimizi dev bir yapı olan ve AVM havasında olan Berlin Merkez İstasyonda geçirdik.

Engelliler için Brüksel

By Yurt Dışı Seyahatler

Benelux ülkelerinin önemli şehirlerinden olan Brüksel gezilecek yerler konusunda çok zengin bir kent olmasa da 1-2 günlük geziler için eğlenceli bir gezi alternatifi. Avrupa ülkeleri arasında gerçekleştirilen hızlı tren sefer seferleri ile ParisAmsterdam,Lüksemburg gibi önemli şehirlerden Brüksel’e kısa bir sürede ulaşabilirsiniz. Bizde Amsterdam gezimizden sonra trenle buraya geldik. Trenle gelmek için daha önceden rezervasyon yaptırdık. Ama engelli olduğumuzu bildirmediğimizden yolculuk öncesi epey sıkıntı çektik. Bilhassa yabancı dil bilmeme nedeniyle derdimizi zor anlatabildik. Zira bu işlem için danışmadan bir telefon numarası veriyorlar. Yüz yüze sorununuzu anlatmak bir yere kadar mümkün ama telefonda bu işlem imkansız oluyor. Neyse güç bela derdimizi anlattık. Burada şunu söylememde fayda var sanırım. Nerdeyse saat başı tren var ve biletinizle istediğiniz saatteki trene binebiliyorsunuz. Trene görevlilerin yardımı ile rahatça transfer olduk. Ama trende engelliler ayrılan masalı koltuklar işgal edildiğinden (demek ki bu durum ülkemize mahsus değil) ve yetkililer bu konuda yardımcı olmadıklarından bulduğumuz koltuklara oturduk. Tren yolculuğu rahat olmakla birlikte fazla yolcu aldıklarından ayaktaki yolcular olması nedeniyle pek keyifli olmadı. Yolculuk 3 saate yakın sürdü. Tren konusunu bitirirken bir defa daha hatırlatmak isterim ki yerinizi önceden ayırtın ve de engelli olduğunuzu mutlaka bildirin.

1 ya da 2 gece konaklamalı bir zaman, Brüksel’de yer alan tüm önemli yerleri gezip görmek için bana göre yeterli. Ben maalesef uçak biletim nedeniyle gezimizi yarım güne sığdırmak zorunda kaldığımdan şehrin gezilmesi gereken bir çok yerini göremedim. Bu nedenle gezi notlarım sınırlı olacak.  Sırf Brüksel’i görmek için buraya gelmeniz fazla lüks olur. Ya Paris gezinize ya da Amsterdam gezinize bağlı olarak buraya geliniz. Trenle bu şehirlerden kısa sürede buraya gelebilirsiniz. Hatta bu gezinize Lüksemburg’u da ilave edin derim. Bu bizim gezimizin 3.durağı olduğundan (Berlin, Amsterdam) ve gezi öncesi Lüksemburg’u hesaba katmadığımızdan bu şehre gelemedik. Mesela Amsterdam, Brüksel ve Lüksemburg iyi bir gezi olur.Brüksel de az kaldığımızdan ulaşım araçlarına binmedik. Ama gördüğümüz kadarı ile hepsi tekerlekli sandalye ye uygun. Zaten gezilecek yerler birbirine yakın. O nedenle yürüyerek gezilebilir. Yalnız şehir düz değil o nedenle bayağı tırmanmamız gerekti. Yani yorucu bir şehir olarak nitelendirebiliriz.

Gezilecek yerlerine gelince, Brüksel’in dünyaca ünlüGrand Place Meydanı, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde de yer alan muhteşem bir yer. Dünyanın en güzel meydanlarından. Hotel de Ville yani Belediye Sarayı ve Brüksel Müzesi, meydandaki en güzel yapıların başında geliyor. Meydana yakın konumda yer alan Manneken Pis (İşeyen Çocuk Heykeli) ise şehrin en önemli ve ünlü simgelerinden biridir. Bunlar dışında sahip olduğu sıradışı tasarım ile Atomium ve Avrupa’nın en önemli yapılarının minyatürlerinin sergilendiği Mini Europeda diğer önemli gezi noktalarıdır.Aşağıda gezdiğimiz yerlerle ilgili notlarım bulunmakta olup, belirttiğim gibi süre nedeniyle birçok yerleri gezemedik.

Brüksel’de yeme & içme denilince akıllara ilk olarak Belçika çikolatası ve waffle gelmekte olduğunu öğrendik. Bunlar dışında patates kızartması ve midye şehrin yemek kültüründe önemli yere sahipmiş. Bizde akşam yemeğimizde midye yemeği ihmal etmedik.

Lokanta sahibi bir yunanlıydı. Trakyada bize sınır bir köyde doğmuş. Edirne ve İstanbul konusunda epey sohbet ettik. Genelde şehirlerimize eski adları ile bahsetse de bize karşı bir düşmanlık taşımadığını sezinledik. Şehirde 1500’den fazla sayıda restoran bulunmaktaymış. Özellikle Afyon’a bağlı Emirdağ İlçesi’nden yoğun göç almış olan Brüksel’in her köşesinde Türk restoranı bulmanız mümkün.

Grand Place

Gece gündüz her zaman hareketli olanGrand Place, Brüksel’in en önemli ve hareketli meydanı. Hotel Ville, kral evi olarak bilinen Maison du RoiLe Renard lonca evi  burada görebileceğiniz en önemli yerlerden.


Meydan çevresinde birçok kafe, restoran ve hediyelikçi bulunuyor. Pek tabi birçokta çikolatacı. Malum buranın çikolataları meşhur. Meydan parke taşları ile döşeli olduğundan sandalye ile biraz zor olsa da genelde uygun. Gerçekten muhteşem binalarla çevrili güzel bir meydan. Mutlaka görmeniz gerekli.

Hotel de Ville

Grand Place Meydanı’nda yer alan Hotel de Ville, 13. yüzyılda Gotik tarzda yapılan önemli bir yapı. Günümüzde komün meclisi olarak kullanılan yapının bazı kısımları kraliyet ailesinin düğün gibi özel günlerinde kullanıma açık. 96 metre uzunluğundaki kule, Hotel de Ville’in en dikkat çekici kısmı. Sadece dışarıdan bakmakla ve fotoğraf çekmekle yetindik.

Manneken Pis

Manneken Pis ya da bizim daha çok kullandığımız tabirle İşeyen Çocuk Heykeli, Brüksel’in en ünlü simge yapısı. Grand Place Meydanı’na yakın bir konumda yer alan 17. yüzyıl yapımı ufak heykel dünya çapında üne sahip. 61 cm uzunluğundaki heykelin çok ciddi bir özelliği olmasa da şehrin en ünlü noktası olmasından dolayı mutlaka görülmeli. Resimlerden tanıdığımız bu heykelin daha büyük olduğunu zannediyordum. Önünde durup sadece resim çektirebileceğiniz bir yer. Neden bu kadar ünlü olduğunu anlamadım doğrusu.

Burada beklerken bir grup garip giyimli gençler gösteri yaptı. Sanırım bir şeyleri protesto ediyorlardı. Hoş bir görüntü olmadığını belirterek geçelim bu konuyu.

St. Michael ve St. Gudula Katedrali

12. yüzyılda yapılan ve 1962 yılında katedral ünvanına kavuşan St. Michael ve St. Gudula Katedrali, Brüksel’in en ünlü dini yapılarından biri. Gotik mimari özellikleri kullanılarak yenilenen katedralde kraliyet ailesinin düğün ve cenaze merasimlerinin düzenleniyormuş. Sert bir yokuşla ulaşılan bu kilisenin içine girmeye halim kalmadı. Dışarıdan bakmakla yetindim.İçine giren eşimin çektiği resimlerle yetindim.

Saint Jacques sur Coudenberg Kilisesi

Saint Jacques sur Coudenberg, Brüksel’in en etkileyici kiliselerinin başında geliyor. Place Royal Meydanı’nda, Kraliyet Sarayı’na yakın bir konumda yer almakta. Bu kilisenin de sadece resmini çekmekle yetindik.

Rue Neuve caddesi

Şehrin önemli alış veriş caddesi. Ancak yemek sonrası tüm dükkanlar kapandıktan sonra gezebildik. Düz sayılabilecek bir cadde. Rahatça gezilebilir. Tüm tanınmış firmaların mağazaları mevcut.
Bunları dışında kalan ve maalesef zaman darlığı nedeniyle göremediğimiz görülmesi gereken yerleri( Atomium, Mini Europe, Kraliyet Sarayı, Kültür Müzesi, Karikatür Müzesi, Kraliyet Güzel Sanatlar Müzesi,Autowold, Oyuncak Müzesi vb gibi ) sizler buraya kadar gelmişken mutlaka gezin.

Engelliler için Midilli Adası

By Yurt Dışı Seyahatler

Günübirlik gittiğim Midilli adasına ait notlarımı sizinle paylaşmak istedim. Ayvalıktan kalkan feribot ile Adaya ulaşmak için bir gün önceden biletimizi aldık. Öncelikle size feribottan bahsetmek isterim. Sanırım birkaç firma var. Biz biletimizi Jale Tur firmasından aldık. Pasaport kontrolünden (bizi fark eden görevli hemen öne aldı, bu nedenle bu gibi yerlerde öne gidip kendinizi göstermenizde yarar var.) sonra rahatça feribota bindik. Ancak feribotun içine girmek mümkün değil. Bu soğuk ve yağışlı havalarda sorun olur. Nedense bu tip gemilerde bu sorun hep yaşanıyor. Kapı eşiği bayağı yüksek.

Hatta araçların bulunduğu yerden yan tarafa geçiş bile tek başına mümkün değil. Mutlaka yardım almanız gerekiyor.

Neyse hava güzeldi de bu konuda bir sorun yaşamadım. Ancak tek başına olmak ve yanından insanların geçerken zorlanmaları hoş değildi.

Kısa bir yolculuktan sonra adaya ulaştık. Burada da Yunan görevliler öncelik tanıdılar. Gezimiz zaman darlığı nedeniyle sadece feribot iskelesinin bulunduğu bölgeyi gezmekten ibaret kaldı. Vakit olsa araba kiralayıp adayı gezmeniz mümkün. Engelliye uygun oteller olduğunu öğrendim. Gelecek sene için aklımızın bir köşesine not aldık.

Sahil boyu tekerlekli sandalyeye uygun kaldırımlarda rahatça gezilebiliniyor. Sahilde bulunan kefelerde uygun fiyatlarla kahve içmeniz mümkün. Sularda bedava.

Yollar ve kaldırımlar genellikle sandalye için uygun. Zaman zaman daralan kaldırımlar sorun yaratıyor.

Öğle yemeğimizi tavsiye üzerine gittiğimiz sokak arasındaki deniz ürünleri yapan bir lokantada yedik. Fiyatlar çok ucuz olmasa da ülkemize göre nispeten uygundu.

Gene önceden belirlediğimiz yerlerden alış veriş yaptık. Ancak burada kredi kartına pek ilgi yok. Çoğu yerde geçmiyor. Döviz kurlarıda yüksek. Bu nedenle yeteri kadar nakit Euro ile gitmenizi tavsiye ederim.Akşam üstü gene geldiğimiz feribotla ve ayni sorunları yaşayarak Ayvalığa döndük.

Engelliler için Roma

By Yurt Dışı Seyahatler

ULAŞIMTHY’nin uçağı ile geldiğimiz Roma havaalanından şehre ulaşım trenlerle sağlanmakta. Yardıma gelen görevliye trenle şehre ulaşacağınızı söylerseniz sizi uygun yere ulaştırıyorlar. Her hava alanında olduğu gibi burada da görevliler bahşişe hayır demiyorlar. Burada Roma şehrinin en önemli istasyonu olan Termini’ye ulaşıyorsunuz. Tren engelliye uygun. Bilet alırken engelli olduğunuzu belirtmeniz lazım. Zaten sizi görüyorlarsa size uygun bilet veriyorlar. Engelliye ayrılan koltukların yanında engelliye uygun tuvalet bulunmaktadır.

Termini istasyonu Romanın en önemli ulaşım merkezi. Biz bu nedenle ve buradan Floransa’ya da trenle gitmeyi planladığımızdan otelimizi bu bölgeden seçmiştik. İstasyonun önünde şehrin her yönüne giden otobüs durakları ve metro durağı bulunmaktadır. Bu istasyonda bulunan ve engellilere bilet ve trenlere ulaşmada yardımcı olan Sala Blu adında hizmet veren bir büro bulunmaktadır. 5.Terminal yakınında bulunan bu büroya bilet alırken ve trene binmeden önce mutlaka uğrayın.

GENEL OLARAK ROMARoma şehri bilhassa gezilecek yerleri itibariyle tarihi bir bölgede olması ve tarihi dokunun olabildiğince korunması nedeniyle (orta cağdan kalma sokakları ile)  tekerlekli sandalye için fazlasıyla yorucu. Deniş taşlarla döşeli yollar ve kaldırımlarda hareket oldukça zorlaşıyor. Tekerlekli sandalyenizin sağlam olması ve bu şartlara dayanması gerekmektedir. Ben zaman zaman sandalyenin bir yerinin kırılacağı korkusu yaşadım. Ama neyse ki böyle bir olumsuzlukla karşılaşmadım. Ama bu düşünce ile bazı güzergâhları kullanamadık. Sonuç olarak mutlaka Roma görülmesi gereken bir yer ama sadece bir kere. Bu nedenle gittiğiniz zaman her yeri görmeye çalışın.Bu arada en yakın bir turizm bürosundan Roma haritası edinmeyi ihmal etmeyin.Diğer şehir içi yollarda fazla geniş olmadığından biraz dikkatli olmakta yarar var.

Trafiği yoğun olan Roma da bazı meydanlarda Trafik polislerinin trafiği düzenlemesini görmek beni geçmişe götürdü.

Bu genel bilgiden sonra  şehrin önemli yerlerini gezmeye başlayabiliriz. Gezimize Otelimizin bulunduğu Termini bölgesinden başladık. Gezimizi genel olarak yürüyerek yapmayı planladığımızdan günlük veya 3 günlük bilet almayı düşünmedik. Gerekli olduğu yerde bilet aldık. Otobüs duraklarından gideceğimiz bölgeden geçen hatların numaralarını öğrendik. Engelliye uygun olup olmadığını araştırdık. Zaten otobüslerin önünde bulunan işaretlerden bunu anlamanız kolay oluyor. Ender de olsa bazı otobüsler dolu idi ve şoförler bize maalesef anlamında işaret yaptılar. Ama önemli değil fazla zaman geçmeden ikinci bir otobüs geliyordu. Şoförler gerekenleri yapıyorlar, hemen inip tekerlekli sandalye için konulan rampaları açıp bizim otobüse binmemizi ve varsa engelliye ait yerdeki yolcuları ikaz ederek bizim yerleşmemizi sağlıyorlardı. Otobüs bulamasak taksiye bineriz düşüncesindeydik. Size de bunu önerebilirim. Dönüşleri genellikle bu yolla yaptık. Bazen metroyu da düşündükse de açıkça başarılı olamadık. Giriş çıkış yerleri ve asansörleri bulmakta sıkıntılar yaşadık. Böyle durumlarda taksileri tercih ettik.İlk hedefimiz Kolezyum. Kollezyuma yürüyerek gitmeyi uygun bulduk. Güzergahın yokuş aşağı olması da bizim bu kararımızda etkili oldu.
SANTA MARİA MAGGİOREYolumuzun üzerinde bulunan bu kiliseyi uzaktan seyretmekle ve önünde resimler çekmeyle yetindik. Zaten önünde bulunan merdivenler bize fazla davetkâr gelmedi.

DOMUS AUREA (Altın Ev)
MS 64 yılında büyük yangının ardından Neron tarafından inşa ettirilmiştir. Altın Ev, İmparator Neron,imparatorluğun dört bir yanından toplattığı altınları erittirerek evine kaplatmış, günümüzde evden geriye kalanları Kolezyum yanında Esquilinus tepesinde görebilirsiniz. Bizde yakından geçerken ve kolezyumdan bu kalıntıları seyrettik.
KOLEZYUM (COLOSSEO)
Roma başta olmak üzere dünyanın en ünlü turistik yapılarından biridir. Yapımına M.S 72 yılında, İmparator Vespasian’ın başladığı amfitiyatro, sekiz yıl sonra Titus tarafından açılmıştır. İnanışa göre bu ünlü yapı adını İmparator Nero’nun Colossus Neronis adı verilen 30 m yüksekliğindeki devasa heykelinden alır.Roma Forumu’nun hemen doğusunda inşa edilen Kolezyum, 55.000 izleyicinin giriş yapabileceği 80 arklık girişlere sahiptir. Tiyatro amacı ile kullanıldığı zamanlarda bu izleyiciler yerlerine sınıf farklarına göre oturtuluyorlardı. 188 metre uzunluğu, 156 metre genişliği ile devasa bir yapı olan Kolezyum, sadece tiyatro oyunları için değil, hayvan dövüşleri, idamlar ve gladyatör mücadeleleri için de kullanılmıştır. Gladyatör mücadeleleri o günlerde çok popüler olan bir aktivitedir. Genellikle kölelerden, mahkumlardan ve suçlulardan oluşan gladyatörler arasında birkaç kadın gladyatör de vardı. Zengin fakir herkesin izlediği bu mücadeleler kimi zaman imparator tarafından da takip edilmekteydi. Kolezyum’um görkemli törenlere sahne olan açılışında bile 5000’den fazla hayvan, bir o kadar da insan öldürülmüştür. Afrika’dan getirilen yabani filler, aslanlar ve aç bırakılıp insanlara salınan ayılar oyunlar boyunca ilgi çekiyordu.450 yıldan daha uzun süre gladyatör dövüşleri, vahşi hayvan avları ve idamlardan sonra Kolezyum’un kemer altları; ağıllar, ahırlar ve kaleler ile doldurulmuş ve taşları yağmalanmıştır. Kolezyum’dan sökülen taşlar farklı yerlerde kullanılmıştır. İlgisizlik ve yağma ile tahrip olsa da yapı halen Roma başta olmak üzere İtalya’nın en ünlü ve önemli gezi noktalarından biridir. Kolezyum’un hemen etrafında ufak bir ücret karşılığında eğlenceli fotoğraflar çektirebileceğiniz gladyatör kostümlü Romalılar yer alıyor.Roma Forumu’nun doğusunda yer alan Kolezyum’un etrafında bir çok önemli yapı yer almaktadır. Arco di Costantino (Konstantin Takı), Arco di Tito (Titus Zafer Takı), Domus Aurea, Circo Massimo, Traianus Sütunu ve Traianus Pazarları çevrede bulunan en önemli gezi noktaları arasında yer alırBu tarihsel bilgilerin ardından gezimize başlayalım. Tarihi ve çok eski bir yapı olması nedeniyle  genellikle engelliye uygun olmadığı düşülse de  (ki ben böyle düşünüyordum) gerçekte böyle değil. Bazı zorlanmalar olsada tekerlekli sandalye ile burayı gezmek mümkün. Yapıyı gördüğümüz yerden itibaren fotoğraflar çekerek yapıya doğru ilerlemeye başladık. Romanın ve dünyamızın bu önemli yapısından etkilenmemek mümkün değil.

Bayağı meyilli girişleri kullanmak tehlikeli geldiğinden daha uzun ancak daha az meyilli yollardan yapıya yaklaştık. Etrafında biraz dolaştıktan sonra giriş kapısına ulaştık. Önündeki kuyruğa girmeden giriş kapısına ulaştık. Oradaki görevlilerin bizi fark etmesini sağladık. Görevli kapıyı bize açarak bilet gişelerine yöneltti. Benden ve eşimden ücret almadan biletlerimizi aldık. Yapının içindeki koridorlarda gezinmeye başladık. Nispeten yollar tekerlekli sandalye ye uygundu. (girişteki bir iki basamağı saymasak)

Biraz ilerledikten sonra bir geçitten kolezyumun içine girdik. Genellikle uygun olan bu bölgeden yapıyı zemin bölgesinden izledik. Tarih bilgimizden, seyrettiğimiz filmlerden ve okuduklarımızdan yola çıkarak burada yaşananları hayal etmeye başladık. 

Buradan yeteri kadar durduktan sonra tekrar koridora geri döndük. Biraz daha ilerledikten sonra yukarı kata çıkmak için yapılan asansöre ulaştık.

 Asansör ile yukarı kata rahatça ulaştık. Üst katta bulunan koridorlardan seyir yerlerinin olduğu koridora geçtik. Her yönü ile tekerlekli sandalyeye uygun (arada bir karşınıza çıkan basamakları varsa da) olan bu gezinti yollarından dolaşarak kolezyumu her açıdan izlemek mümkün. Ulaşılabilirliğine 10 üzerinden 8 verebilirim.

Üst katta bulunan dışarıya açılan seyir alanından çevreyi izlemek mümkün. Burada bulunan mağazadan hatıra eşyası alabilirsiniz. Buralara giriş çıkışta oldukça rahat.

Doya doya bu gezintiyi yaptıktan sonra ayni asansörle aşağıya indik. Burada engellilere uygun tuvalet bulunmaktadır. Kolezyumdan çıkış yaptık ve yapının etrafında turlamaya başladık. Bu defa yukarıdan gördüğümüz yapıları yakından izleme imkanı bulduk. Yukarıda da belirdiğim gibi bazı yerlerde tekerlekli sandalye ile epey zorlandık.
Arch of Constantine
İlk Hıristiyan İmparator Konstantin’in zaferini anmak amacıyla 4. yüzyılda dikilen,Kolezyum’un yanında,palatino tepesi ile kolezyum arasında yer alan 25 metre yüksekliğindeki tak’tır. Hemen kolezyumun yanında yer almakta ve ulaşımı rahat bir yerdedir.

Circus Maximus:
Halk oyunları ve eğlenceler,tekerlekli araba yarışları için inşa edilmiş antik bir hipodrom.Sezar tarafından yaptırılan en eski ve büyük stadyum Circus Maximus’tur.İki kez yandığı için geriye çok fazla bir şey kalmasa da  görülmeye değer.Kolezyuma çok yakın,bir durak mesafede ancak ulaşımı biraz zor.Uzaktan seyretmekle yetindik.

ROMA FORUMU (FORO ROMANO)

 

Roma Forumu, Antik Roma’nın siyaset, ticaret ve hukuk yaşamının merkeziydi. Forumda yer alan en büyük yapılar, resmi davaların görüldüğü bazilikalardı. MÖ 5. yüzyıldan MS 5. yüzyıla kadar en önemli anıtlar buraya inşa edilmiştir.Günümüzde yabani otların sardığı ve geniş bir yıkıntı görünümündeki bölge, eski Roma’da 1000 yıl boyunca şehrin en önemli bölgelerinden biri olmuştur. Kolezyuma yakın olan bu bölgeye ulaşmak bayağı zor. Resimlerden de görüleceği gibi tarihi yol tekerlekli sandalye için zor ve hatta tehlikeli. O zamanlarda tekerlekli sandalye varmıydı bilemiyorum ama yolları yaparken bizleri düşünmedikleri kesin.

Zor şartlarda ve eşimin olağanüstü gayretleri ile formu yukarıdan gören bir yere ulaştık. Giriş kapısından ücret ödemeden geçtik. Buradan kalıntıları genel olarak görmek mümkün. Aşağıda yollar vardı ama oraya gidecek halimiz kalmamıştı Ayrıca yolun sonu görünmüyordu. İleride çıkış yoksa ve aşırı meyil olması düşüncesiyle, yorucuda olsa geldiğimiz yoldan dönmeyi tercih ettik.Geldiğimiz teras gibi yerden forma inmek için bir asansör bulunmaktaydı. Çalışıyor mu diye baktım, çalışmıyordu. Belki bir görevli bulsak bunu çalıştırabilirdi ama gerek yakında bir görevli olmaması ve niyetimizinde olmaması nedeni ile bu yönde çabamız olmadı.Aslında ilginç bir gezinti olabilecektiama eşimin de pili bitmişti. Yanınızda güçlü birisi varsa mutlaka burayı gezin. Benim aklım kaldı. Size bir ipucu da vereyim. Kollezyumdan buraya girmeyin. Kollezyum çıkışı imperial caddesinden uygun bir giriş olduğunu sonradan öğrendim. Formun içinde engelliye uygun tuvalet bulunuyor. Bir daha gidersem mutlaka Roma formunu gezeceğimi söyleyebilirim. Bu nedenle siz mutlaka girmeyi deneyin. Ulaşılabilirliği 10 üzerinden 6.

Kolezyum çıkışında Vittorio Emanuele II abidesine giderken da yol boyunca formu izlemeniz mümkün. 

.Arch of Titus:
Roma Forum’unun güneydoğusunda yer alır,MS 82 yılında Roma İmparatoru Dominitian tarafından ölen kardeşi Titus’u ve zaferlerini anmak amacıyla yapılmıştır. Kolezyum’dan Roma formuna giderken yol üzerinde bulunan yapı yakından görmek mümkün.

  PİAZZA VENEZİA (VENEZİA MEYDANI) – VİTTORİO EMANUELE II ABİDESİ  

 

Roma’nın ünlü anıtlarından olan Vittorio Emanuele II Abidesi, şehrin hareketli meydanlarından Piazza Venezia’da (Venedik Meydanı) yer alır. Altare della Patria olarak da bilinen anıt, Giuseppe Sacconi tarafından Birleşmiş İtalya Krallığı’nın ilk kralı II. Vittorio Emanuele’yi onurlandırmak için 1885-1911 yılları arasında yapılmıştır.Meydan tekerleki sandalye için uygun olup, meydanı ve meydandaki eşsiz mimarisi ile dikkat çeken  abideyi seyretmeniz mümkün.

Panaromik asansörü ile tepesine çıkarak Roma’yı geniş bir açıdan görmeniz mümkün ama biz vakit nedeniyle asansöre binemedik. Buraya kolezyumdan yaya olarak ulaşılabilir.

SANTA MARİA DEGLİ BAZİLİKASI

 

 

Büyük Roma bazilikalarından biri olan Santa Maria Maggiore, farklı mimari tarzların bir arada kullanımı konusundaki en başarılı örneklerden biridir. Orijinal kilise efsaneye göre M.S 356 yılında, Esquiline Tepesi’ne yağan kardan sonra, bu tepenin doruğuna yapılmıştır.  Efsaneye göre bir gece Bakire Meryem papanın rüyasına girer ve ona yeni bir kilise inşa etmesini, yeni kilisenin inşa edileceği yeri ise yarın karla işaretleyeceğini söyler. Gerçekten de yaz günü olmasına karşın Esquiline Tepesi’ne kar yağar ve bunun üzerine papa da bu bölgeye kiliseyi yaptırır.

Günümüzdeki kilisenin nefi ve nef mozaikleri 5. yüzyıl tarihli orijinalleridir; Cosmati işçiliği, apsis mozaikleri ve Romanesk çan kulesi Ortaçağ’dan kalmadır. Santa Maria Maggiore Kilisesi Ortaçağ boyunca kapsamlı yenilemelerden geçirilmiştir. Kilisenin tavanı İspanya Kraliçesi Isabella’nın papaya hediye ettiği Yeni Dünya’dan getirilmiş altın yaldız ile kaplanmıştır.

Bazilikaya giriş ve içerisi tekerlekli sandalyeye uygun. Mutlaka görülmesi gereken muhteşem bir yapıt.

NAVONA MEYDANI VE DÖRT NEHİR ÇEŞMESİ  

Navona Meydanı (Piazza Navona), Roma’nın en güzel ve hareketli meydanlarından. Şehrin kalbinde yer alan meydan gece gündüz devamlı hareketli. Elips biçimindeki meydanın bulunduğu alanda İmparator Domitian tarafından M.S 1. yüzyılda yaptırılan bir stadyum yer almaktaydı. 30.000 kişi kapasiteli olan stadyumun yıllar içinde yıkılması ile ve Papa X. Innocent (1644-1655) bölgenin yeniden düzenlenmesini istemesinin ardından Navona Meydanı hayat bulmuşturBugün yayalara ayrılmış olan meydan, kafeleri, seyyar satıcıları ve sokak göstericileri ile gün boyu hareketli. Meydanda yer alan 3 çeşmenin en ünlüsü ise Bernini tarafından tasarlanan Dört Nehir Çeşmesi. Çeşmenin tasarımı bir yarışma sonucunda belirlenmiş olup ismi dört kıtadaki dört nehrin dört tanrısından gelir. Bu nehirler şunlardır: Afrika’daki Nil, Asya’daki Ganj, Avrupa’daki Tuna ve Amerika’daki Plata’dır. Çeşmenin ortasında yer alan dikilitaş Roma döneminden kalmadır. Üzerinde İmparator Vespasianus, Titus ve Domitian’ın adlarının hiyeroglifleri bulunur.Çeşmenin hemen arkasında Sant Agnese in Agone Kilisesi yer alıyor. Roma’nın en ünlü kiliselerinden olan San Luigi dei Francesi ise hemen binaların arkasında yer alıyor. Navona Meydanı’nın etrafında yer alan binaların çoğu ise 16 ve 17. yüzyıllardan kalmadır.Şehrin merkezinde yürürken birden karşınıza çıkıverir veya sorarak ta bulabilirsiniz, yakınlarında bir metro durağı yok ,yürüyerek gitmek istemez iseniz otobüs ile gidebilirsiniz.Meydan her yönü ile tekerlekli sandalyeye uygun. Gerek çeşmeyi ve gerekse çevresinde yer alan tarihi binaları ve meydanda gösteri yapan insanları saatlerce izleyebilirsiniz. Uzun zaman ayrılması gereken bir meydan. Engelli tuvaleti mevcut, parada almıyorlar. Biz buraya iki defa geldik. Mutlaka burayı gezin, görülmesi gereken bir yer.

.PANTHEON (ROMA) 

Pantheon, Antik Roma döneminden kalan ve en iyi şekilde korunmuş olan bir tapınaktır. Günümüzdeki Pantheon aynı yerde yapılan üçüncü yapıdır. Önceki iki yapı yangınlarda tahrip olmuştur. Buraya yaya olarak ulaşabilirsiniz.Yukarıda da belirttiğim gibi bir plan dahilinde Roma’yı yaya gezebilirsiniz.(Bknz.Yazının son kısmı) Dönüşünüzü ise bir ulaşım aracı ile rahatça yapabilirsiniz. Burada bulunan bir dondurmacıdan lezzetli bir dondurma yedikten sonra Pantheon’a girdik. Meydan parke taşları ile kaplı olduğundan gezmek biraz zor. Ancak girişte gerekli önlemler alınmış ve tekerlekli sandalye için rampalar konulmuş. Sizi gören görevliler sizi rampaya yönlendiriyorlar. Giriş ücretsiz. Etrafta tuvalet göremedim.

Pantheon’u bu kadar etkileyici kılan en önemli özellik hiç şüphesiz ki eşsiz mimarisidir. Arklar sekiz kısımda biter, kubbe ise farklı arklar tarafından desteklenmektedir. Binanın ağırlığını kaldırmak için bu arklardan faydalanılmıştır. Romalılar mimaride kullanılan malzemelerin ağır olduğunun farkındaydı; bu nedenle kubbede daha hafif malzeme kullanmışlardır. En ağır inşa malzemesi ile taban için kullanılmıştır. Kubbenin ortasında Oculus adında bir delik bulunur. 8 metre genişliğindeki bu delik içeriye ışık girmesini sağlayan tek noktadır.

Girişin iki kısmında Augustus ve Agrippa’nın heykelleri bulunmaktadır. Yapının iç dizaynı ise gelenek ile yeniliği birleştirmiştir. Binanın mimarisi ve içi etkileyici. Mutlaka gezin, ihmal etmeyin.

Pantheon aynı zamanda krallar, ressamlar ve mimarların mezarlarının bulunduğu bir yerdir. Mihrabın solundaki şapelde Rönesans ustası Raffaello bir Roma lahdinde gömülüdür. Binanı bulunduğu meydan çok hareketli ve kalabalık. Zaman zaman bu insanlarıda seyretmekte ilginç olabiliyor.

CAMPO DE FİORİ   

      

Tiber Nehri ile Navona Meydanı arasında yer alan Campo dei Fiori’nin adı efsaneye göre Pompeo’nun sevdiği kadın Flora’dan almıştır. “Fiori” İtalyancada “çiçek” anlamına gelir.Meydanın ortasında, Roma Engizisyon (Katolik Kilisesi’ne bağlı bir mahkeme sistemi), 1600 yılında fikirleri nedeniyle yakılan Filozof Giordano Bruno’nun bronz heykelini yer alır. 1888 yılında yapılan bu heykel, bir anlamda, geçmişte burada düzenlenen infazların acı verici anısını yansıtır.   

 Meydanın bu kadar hareketli ve ünlü olmasının nedenlerinden biri de gündüzleri burada kurulan sokak pazarıdır. Sokak pazarını, pazar günleri hariç sabahtan öğlen vaktine kadar ziyaret edebilirsiniz. Pazarda günlük taze meyve sebzeler alabilir, Romalıların pazar alışveriş kültürünü gözlemleyebilirsiniz. Alan tekerlekli sandalye ile gezmeye uygun. Yolunuzun üstünde ise gezin. Mutlaka görülmesi gereken bir yer değil. Bu bölümü burada heykeli bulunan Giordano Bruno’nun öenli bir sözü ile bitirelim.”Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı’yı kullanırlar.”  

TREVİ ÇEŞMESİ (ROMA AŞK ÇEŞMESİ)     

 

 

 

 

Trevi Çeşmesi (Fontana di Trevi) ya da bilinen adıyla Aşk Çeşmesi Roma’nın en ünlü yapılarından biridir. Çeşme, Papa XII. Clement tarafından Heykeltıraş Nicola Salvi’ye yaptırılmıştır. Trevi İtalyanca “üç yol” anlamına geliyor. Bu ismin çeşmenin olduğu meydana çıkan 3 yoldan dolayı verildiği düşünülüyor. Günümüzde çeşmenin etrafı özellikle gece saatlerinde çok hareketlidir.Roma’nın en ünlü simgelerinden olan Trevi Çeşmesi üzerinde birçok heykel görebilirsiniz. Çeşmenin orta kısmında 2 Triton’un (deniz ulakları) çevrelediği bir Neptün figürü bulunur. Tritonlardan biri huysuz bir denizaltını dizginlerken diğeri ise daha sakin olan hayvanı sürmektedir. Bunlar denizin 2 zıt halini simgeler. Çeşmenin sağındaki rölyefte Acqua Vergine su kemerini yaptırarak suyunu kente getirdiği kaynağı keşfeden bakire betimlenmiştir.

Trevi Çeşmesi her ne kadar muhteşem bir görünüme sahip olsa da çeşmenin bu kadar ünlü olmasının bir nedeni de çeşmeye dilek dileyip bozuk para atılmasıdır. İnanışa göre kim dilek diler ve sağ eli ile sol omzunun üzerinden çeşmeye bozuk para atarsa o kişinin dileği gerçekleşir ve Roma’ya tekrar gelirmiş. Trevi Çeşmesi’nin havuzunda her hafta binlerce Euro toplanır ve hayır kurumu olan Caritas’a verilerek yoksullara yiyecek ve içecek yardımı yapılır.Havuzun etrafı iki kademelidir.

Havuz seviyesinde olan alt kısma tekerlekli sandalye ile inmek mümkünse de zordur. Yani havuza para atma şansınız olmamakta. Bu nedenle dilekte bulunma şansımız olamadı. Bu arada belirttiğim gibi Roma’ya bir daha gelme düşüncem olmadığından para atmadığıma pek üzülmedim. Ancak yanlış bir düşünceye yol açmayayım. Mutlaka gelinmesi ve görünmesi gereken bir şehir. Mutlaka gelin. Ama belirttiğim zorlukları nedeniyle bir daha gelmek istemem. Ol seviyesinden çeşmeyi ve etrafındaki insanları ilgi ile seyredebilirsiniz.

İspanyol Merdivenleri ve Piazza Spagna

İspanyol Merdivenleri ve merdivenlerin bulunduğu Piazza di Spagna (İspanyol Meydanı), Roma’nın en hareketli bölümlerinden biridir. Adını bölgede yer alan İspanyol Elçiliği’nden alan meydan, gece gündüz hem Romalıların hem de turistlerin en sevdiği yerlerden biridir. Meydanının bu kadar popüler olmasının nedeni meydanda yer alan şehrin ünlü merdivenleridir.  Aslında günü her saatinde basamaklarına oturan insanlarla dolu olan merdivenler bizim gittiğimiz dönemde bakımda olduğundan bomboştu. Aslında burayı böyle boş görme ihtimali dolu görme ihtimaline karşı çok az olduğu düşünülürse biz bu şansa sahip olduk diyebiliriz. Merdivenlerde bir özellik olmasa da önünde yer alan havuz biraz daha ilgi çekebilir. İspanyol Merdivenleri’nin alt kısmına Roma’nın ünlü çeşmelerinden olan kayık şeklindeki Fontana della Barcaccia yer alır Çeşmeyi besleyen su kanallarındaki basıncın düşük olmasından dolayı çeşmede fıskiyeler yerine su sızdıran bir tekne tasarımı kullanılmıştır Rahatça ulaşılabilen meydan tekerlekli sandalyeye uygun. Tabi merdivenlere oturma şansımız yok.

Piazza del Popolo: 

Avrupa’nın en güzel meydanlarından olduğu söylenmektedir.Roma’daki en büyük meydandır.Konserlere ev sahipliği yapar.Via Del Corso caddesinin sonunda yer almaktadır. Bu önemli alış veriş caddesini yaya olarak kat ettikten sonra bu meydana ulaşabilirsiniz. Cevresinde yer alan eserleri ve parkları seyredip bol bol resim çekebilirsiniz.

Parke taşları biraz zorlasa da genelde rahat gezilebilecek bir meydan.Metdanda gösteri yapan satıcıları izlemekte ayrı bir meşgale olabilir.

Castel Sant’Angelo:(Melekler Kilisesi)

Roma’da görmek istediğim yerlerin başında gelen (sebebi “Melekler ve Şeytanlar” romanı olsa gerek) bu tarihi yapıya Vatikan dönüşü yaya olarak ulaşılabilir. Daha önce de Roma’ya giden eşim buraya tekerlekli sandalye ile çıkılamayacağını, sadece dışarıdan görebileceğimi söylediğinden moralim biraz bozuktu. Bu düşünce ile binaya doğru ilerledik. Binadan içeri girince görevlinin beni takip edin işaretini görünce ümitlendim. Gene bir bedel ödemeden girdiğimiz binada görevli bizi bir asansör kapısına getirince keyfim yerine geldi. Diğer ziyaretçilere kapalı olan asansörü görevli açtı ve biz asansöre girdik. Bu nedenle de dönüşte inmek için o görevliyi bayağı aradık.Asansörle yukarı çıktık. Daire şeklinde olan binanın seyir yerleride dairesel şekilde. Her açıdan Roma’yı görmek mümkün. Burada yer alan kafe’de oturup kahve içmek mümkün.

Terrazzo dell’Angelo’da (Melek Terası) büyük, bronz St. Michael heykelinin bakışları altında Aziz Petrus Bazilikası ve Tiber Nehri’nin panoramik manzarasını seyredebilirsiniz. Bu bölümde yer alan Bronz Melek Heykeli, 18. yüzyıl Flaman heykeltıraşı olan Pieter Verschaffelt’e aittir.

Castel Sant Angelo, Roma’nın en önemli tarihi yapılarından biridir. Görkemli bir kale olan yapı, adını, Papa Büyük Gregorius’un burada Melek Mikail’i gördüğü dinsel deneyimden alır. Kale, M.S 139 yılında Hadrianus ve ailesinin mozolesi olarak yapılmış, daha sonra İmparator Aurelianus’un yaptırdığı kent duvarlarına dâhil edilmiş, Ortaçağ’da kaleye dönüştürülmüş ve siyasi karmaşa dönemlerinde papaların ikametgâhı olmuştur. Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Cem Sultan burada esir tutulanlar arasında yer almıştır.Kale ile Vatikan arasında yer alan gizli geçiş ile papaların güvenliği sağlanmıştır. Vatikan Koridoru adı verilen bölüm Vatikan Sarayı’ndan Castel Sant Angelo’ya dek uzanıyormuş..1227 yılında, papanın tehlike anında kaçış güzergâhı olarak inşa edilmiştir.Castel Sant Angelo günümüzde Museo Nazionale di Castel Sant’Angelo’ya (Sant’ Angelo Kalesi Ulusal Müzesi) ev sahipliği yapmaktadır. Ancak buraya tekerlekli Sandalye ile çıkmak pek mümkün değil. Eşimin çektiği fotoğraflarla yetindim

Kalenin önünde Ponte Sant Angelo (Hadrian Köprüsü) yer alıyor. Hadrian Köprüsü, Roma’da bulunan en güzel köprüler arasında yer alır. Köprünün yan yüzeyleri travertendir. Tiber Nehri’ni 3 kemer ile geçen köprü Castel Sant Angelo ile seyre değer bir manzara oluşturur.

Kaleyi dolaştıktan sonra Hadrian köprüsüne geldik. Burada herkesin yaptığı gibi kaleyi arkamıza alıp bol bol resim çektirdik.

Gerek bina içibe ve gerekse çevresine sandalye ile pek zorluk yaşamadık. Kalede tuvalet imkanı yok.

GEZİ PLANI ÖNERİSİ

Roma şehri görülecek yerler, alış veriş caddeleri  ve yemek yerleri iç içe olan bir şehir. Açıktığınız bie yerde karnınızı doyurun, yorulduğunuz yerde bir kahve veya bira için)1.Gün (Gidiş yaya-dönüş Vasıta)Termini – Cavour caddesi – Santa Maria Maggiore – Domus Aurea – Collesyum – Roma Formu – Arco di costantino – Arco di Tito (eğer vaktiniz kaldıysa) Circo massimo – Santi Giovanni e paolo
2.Gün (Gidiş Yaya – Dönüş Vasıta)Termini – Piazza Venezia ( Foro Traiano – Mercati tralenei) – Vittorio emanuele caddesi – Campo de Fiori – Pizza Navona – Via del Corso – Fontana di Trevi – Trinita del Monti – Villa Medici3.Gün (Gidiş Vasıta – Dönüş Vasıta)Termini – Vatikan – Castel Sant Angelo4. Gün (Varsa) (Gidiş Vasıta – Dönüş Vasıta)Termini – Piazza Venezia – Via del Corso – Piazza del Popolo – (Vaktiniz ve güçünüz kaldıysa) Villa Borghese 

Engelliler için Floransa

By Yurt Dışı Seyahatler

İtalya gezisi içinde Floransa’ya bir günlük gezi yaptık. Sabah Roma’dan hızlı trenle yaklaşık 1,5 saatte ulaştığımız bu şehirden akşam gene ayni trenle dönüş yaptık. Bu bir günlük gezi bence yeterli oldu. Çok detaylı gezmek istemeseniz sizlere de ayni süreyi önerebilirim.

ULAŞIM

Floransa için tren biletlerini Roma’ya geldiğimiz gün yani Floransa’ya gitmeden 3 gün önceden aldım. Hava alanından Roma’ya geldiğimiz Termini tren istasyonu ayni zamanda Floransa trenlerinin kalktığı istasyon. O nedenle buraya gelir gelmez biletlerimiz (gidiş dönüş) aldık. Önce biletlerin satıldığı gişelere gittik. Kalabalık olduğundan sıra no.su alınıyor. Ancak fazla bekleyeceğim belli olunca aradan gişeye ulaştım. Gişe yetkilisi hanım beni görünce sorun yapmadı ve hemen çağırdı. Bana 1. Peronda bulunan Sala Blu’ya  gitmemi söyledi. Konuyu bilmediğimden anlaşmakta epey zorlandım. Ama sonra anladım ki İtalyan tren işletmesi engellilere hizmet için bu büroyu kurmuş. Adı Sala Blu Sizde bilet almak için Termini istasyonuna geldiğinizde, hiç gişelere gitmeden doğruca 1. Peronda bulunan bu büroya gidin.

Buradaki yetkililere talebimi ilettim. Zar zor olsa da anlaştık.(İngilizce bilen eleman var ama benim İngilizcem çok iyi düzeyde değil) bizim gidiş dönüş tarihlerimizi ve saatlerimizi belirten bir belge düzenlediler ve hareket saatinden önce büroda olmam gerektiğini söylediler. Ayni durumun Floransa’da da geçerli olduğunu orada da SalaBlu bürosuna yarım saat önce başvurmamı söylediler. Aldığım bu belgeyle tekrar gişelere yöneldim. Gene sıra beklemeden ayni hanıma gittim. Elimdeki belgeyi uzattım. O da hemen biletlerimizi düzenledi. Gidiş ve dönüş biletlerinin ücretleri 10 euro farklıydı. Sebebini sormadan ödememi yaptım. Bürodaki elemanda ayni konuda açıklama yaptı. Sanırım bir indirim yaptılar ama ne kadar yaptılar anlamadım. Bu arada iki şehir arasında hızlı olmayan ve yaklaşık 3,5saat süren normal trenlerde mevcut ve ücretleri daha düşük. Tercih sizin.Hareket günü sabah söylendiği gibi yarım saat önce Sala Blu bürosuna geldik. Biletimiz gösterdik. Bilgisayara bakıp, bana ismimle hitap edip beklememi söylediler.

Biraz sonra bir eleman geldi ve beni alıp resimde görülen araca yöneltti. O araca binip trene yöneldik ve kolayca trede transfer olduk. Engellilere ait koltuklara oturduk. Zaten bu koltuklar girişin hemen yanında ve engellilere uygun olarak düzenlenen tuvaletlerin hemen yanında.

Rahat bir yolculuktan sonra Floransa’ya ulaştık. Orada da hemen kapımızın önünde bekleyen ayni araçla trenden rahatça indik. Önce Sala Blu bürosuna giderek akşam dönüş için bilgilendirdik. Orada da bilgisayarlarda kaydımız teyit ettiler ve yarım saat önce burada olmamı söylediler. Bu arada Sala Blu saat 21.30 da kapandığından seferinin saatini buna göre ayarlıyorlar. Dönüşte de ayni yöntemle hareket ettik. Yani yarım saat önce Sala Blu bürosundaydık. (Burada 5. Peronda)
GENEL
Kültürü ve mimarisiyle dünyanın en önemli turizm merkezlerinden olan Floransa, Kuzey İtalya’daki Toskana bölgesinin başkenti. Rönesans’ın doğum yeri olarak da bilinen şehirde Leonardo da Vinci ve Michelangelo dünyaca ünlü sanatçılar yetişmiş. MÖ 6. yüzyılda Sezar döneminde kurulduğu düşünülen Floransa yüzyıllar boyunca bir çok önemli tarihi olaya ev sahipliği yapmıştır. Floransa tarihi Orta Çağ’da ticaretin önem kazandığı bir döneme şahit olmuştur. Rönesans döneminden sonra Medici Ailesi’nin yükseliş dönemi başlamıştır. Floransa’nın lideri olarak bu ailenin hükümdarlığı yaklaşık 300 yıl sürmüştür. 19. yüzyılda Floransa nüfusu ikiye katlanmıştır. 20. yüzyılla birlikteyse nüfus daha da artmıştır. Şehir günümüzde Avrupa’nın en turistik şehirlerinden biridir.Roma şehrinde olduğu gibi burası da yollar ve kaldırımlar yönünden tekerlekli sandalye için fazla uygun değil. Taşlı yollar ve dar kaldırımlar maalesef bu durum sanırım tüm tarihi kentlerde bizleri bekliyor. Bu nedenle refakatçi olmadan bu şehirde gezmek epeyce zor ve tehlikeli. Ancak genelde Roma’ya göre şehir düz bir satıhta olduğundan bu yönde sıkıntı çekmedik.Gene Roma’ya göre daha ucuz.

Gezeceğimi yerleri önceden saptadığımızdan ve gezeceğimiz yerler itibariyle zamanımız olduğundan bu nispeten küçük şehirde ulaşım içim araç kullanmadık. Ama gördüğüm kadarı ile şehir içi otobüsler engelliler için uygun ve gün içinde fazla yoğun değil. Ancak otobüs rampalarının bazen çalışmadığı ve kaldırımlarında rampalar için her zaman uygun olmadığı konusunda bilgiler aldım. Bu arada önceden yapığımız planda şehri Hop on hop out otobüsleri ile gezme düşüncemiz bulunmaktaydı. Ancak ücretini biraz yüksek olması ve görülecek yerlerin birbirine yakın olması düşüncesi ile bundan vaz geçtik. Başka bir nedense inip binme formalitesinin fazla olmasıydı. Ancak yolların ve kaldırımların durumu düşünüldüğünde bu otobüslerin tercih edilmesi yerinde bir seçenek olabilir. Karar sizin. (harita aşağıdadır.İnceleyip karar verebilirsiniz) Bu otobüslerin kalkış yeri ve bürosu hemen istasyonun yanında.

İstasyonda trenden indikten sonra ilk hedefimiz olan Dumo meydanına yöneldik. Bu gezimizde hem caddeleri görmüş olduk hem de önemli yerleri bir bir ziyaret ettik. Gezi planımızda Duma’dan sonra Signoria meydanı,Palazzo Vecchio, Santa Croce bazilikası, Ponto Vecchio köprüsü, Pitti Palaz, Uffizi galerisi ve dönüş yolunda Novella meydanı ve Maria Novella Bazilikası.

PİAZZA DEL DUOMO



Piazza del Duomo, Floransa’nın en büyük ve en ünlü meydanı. Meydandaki en ünlü yapı ise şehrin sembollerinden biri olan Duomo Katedrali’dir. Ortaçağ havasını yansıtan bu alan, labirente benzer sokakları ve birçok görkemli yapısı ile ziyaretçilerin uğrak noktası. Piazza del Duomo’da görebileceğiniz yerler arasında Duomo Katedrali, Giotto’nun Çan Kulesi, Aziz Giovanni Vaftizhanesi, Kubbe, Museo dell’Opera del Duomo, Palazzo Nonfinito Müzesi, Pegna Marketi, Palazzo Salviati, Bargello, Badia Fiorentina, Casa di Dante ve Loggia del Bigallo bulunmaktadır.Geniş taşlardan oluşan bu meydanda tekerlekli sandalye nispeten kolay hareket etmektedir. Zaten fazla büyük olmayan meydanda birçok önemli yerler birbirine komşu. Öncelikle meydanda durup bu eserleri tek tek seyrettik.

Meydanda ücretli bir tuvalet bulunmaktadır. İçinde oldukça temiz engelli tuvaleti bulunmakta olup, bizden herhangi bir ücret talep etmediler.

FLORANSA KATEDRALİ (DUOMO)

Girişi ve içerisi tekerlekli sandalye için uygun olan kadetrali rahatça gezebilirsiniz. Duomo’nun iç kısmında yer alan Santa Reperata Merdivenleri, 13. yüzyılda yapılmıştır ve  alt kısmında eski kilisenin temelleri vardır Ancak bodrum katına inmeniz mümkün değil. İnşasına 13. yüzyılda Arnolfo di Cambio tarafından başlanan Duomo Katedrali şehrin en güzel ve en önemli yapısı. Katedral meydanın ortasında tüm heybeti ile yükseliyor. Buradaki dev katedrali görmeden Floransa’dan ayrılmanız zaten çok zor. Bu heybetli yapı şehirde sokak aralarından da devamlı görünüyor

Katedralin kubbesi oldukça önemlidir. 1296 – 1436 yılları arasında inşa edilen bu kubbeye katedralin dışından girilir. Şehir manzarasının izlenebileceği kubbe kısmına çok sayıdaki merdiven tırmanılarak çıkılır. Bu nedenle tabi olarak tekerlekli sandalye ile çıkmanız ve manzarayı seyretmeniz mümkün değil. Kubbenin içinde cehennem ve kıyamet gününe ait resimler bulunmaktadır

GİOTTO’NUN ÇAN KULESİ

Duomo Katedrali’inin hemen yanında yer alan Giotto’nun Çan Kulesi şehrin eşsiz manzarasını seyredebileceğiniz en güzel yerlerden. Yaklaşık 85 metre yükseklikteki kulenin en üstünde yer alan seyir noktasından şehri seyredilebilir.Tabi bu normal insanlar için geçerli. Tekerlekli sandalyeli olarak sadece dışarıdan seyretmekle yetinebilirsiniz.Katedral yanındaki 14. yüzyıldan kalma Giotto’nun Çan Kulesi, Pisano ve Francesco Talenti tarafından yapılmıştır. Kubbeye çıkmakla karşılaştırıldığında bu bölüme çıkmak daha kolaydır ve buradan da şehir manzarası izlenebilir..
AZİZ GİOVANNİ VAFTİZHANESİ

Meydanın bir diğer önemli yapısı olan Aziz Giovanni Baptisteri şehrin ünlü vaftizhanesi. Bronz kapıları ile bilinen vaftizhanenin iç dizaynında 13. yüzyıldan kalma Orta Çağ mozaikleri kullanılmıştır.Duomo Meydanı’ndaki bu vaftizhane Floransa gezilecek yerler içinde ve önemli yapıların da başında geliyor. İçeriye girmek ve düz bir yapı olan mekanı gezmek mümkündür. Bizden herhangi bir ücret talep edilmedi.

Bronz kapılarıyla ünlü bu yapının en eski kısmı güney kapılarıdır. Pisano’nun eseri olan bu kapılar dışında diğer kapılar bir yarışma sonunda yapılmıştır ve yarışmayı Ghiberti kazanmıştır. İncil’den çeşitli sahnelerin betimlendiği kapılar bu şekilde yapılmıştır. Bu kapılar “Cennet Kapıları” olarak biliniyor.

Birçok ünlü İtalya’nın vaftiz edildiği bu vaftizhanenin tavanında “Son Yargı”yı betimleyen mozaikler ilgi uyandırıyor.

SİGNORİA MEYDANI (PİAZZA DELLA SİGNORİA)

Signoria Meydanı Floransa Centro Storico’da bulunan ikinci büyük meydanı. Siyasi ve sosyal yaşamın canlı olduğu bu meydan, bir açık hava müzesini andırmakta.Resimlerden de görüleceği gibi zeminde yer alan taşlar sandalye ile gezmeyi zorlaştırmaktadır.Meydanda görebileceğiniz yapı ve eserler arasında meclis salonu Salone dei Cinquecento, Neptün Çeşmesi, Giambologna’nın atlı Grandük I. Cosimo heykeli ve mermerden oyulma Sabin Kadınların Kaçırılması heykeli, etrafı su perileri ile çevrili Ammannati’nin Neptün Çeşmesi, Cellini’den Perseus,. Meydanda dolaşırken bunları görmek ve bol bol resim çekmeniz mümkün. Michelangelo’nun günümüzde Accademia’da bulunan dünyaca ünlü “Davud” heykeli bu meydandan alınmıştır. Signoria Meydanı’nda heykelin bir replikası bulunmaktadır.
Burada bulunan Vecchio Sarayı 14. yüzyılda Floransa’da inşa edilmiş. Arnolfo de Cambio tarafından tasarlanan bu yapı bugünkü görünümünü daha çok 16. yüzyılda geçirdiği yenileme çalışmasına borçludur. Yapının dikkat çekici başka bir özelliği şehrin en yüksek noktası olan 94 metrelik çan kulesine sahip olmasıdır. Vecchio Sarayı, rehberli turlar eşliğinde yaklaşık 1.5 saatte gezilebilir. Ancak bizim bir günlük gezi planında burayı gezmemiz mümkün olmadı. Dışarıdan seyretmekle yetindik.

SANTA CROCE BAZİLİKASI

Santa Croce Bazilikası Floransa’da bulunan ünlü ve önemli bazilikalardan biridir. Floransa gezilecek yerlerlistemizdeki önemli dini yapılardan olan yapıda Galileo, Michelangelo, Dante, Machiavelli gibi birçok önemli kişinin anıt mezarının bulunur ve 13. yüzyılda Arnolfo di Cambio tarafından inşa edilmiştir.Bazilikanın görkemli dış kısmı 19. yüzyılda İngiliz hayırsever Francis Sloane tarafından mermer işlemeler ile yaptırılmıştırBu basilicayı da vakit darlığı nedeniyle dışarıdan görmekle yetindik.

PONTO VECCHİO



Ponte Vecchio ya da namı diğer Eski Köprü Floransa’da bulunan en eski ve en ünlü köprüdür. Floransa’da bulunan altı köprüden biri olan Ponte Vecchio Uffizi ve Medici Sarayı’nı birbirine bağlar. 1345 yılında inşa edilen köprü, II. Dünya Savaşı sırasında şehrin yıkılmadan ayakta kalan tek köprüsü olma özelliğine de sahiptir.. Eski Köprü birçok farklı yapısı ile  görülmeye değer bir yerdir. Alt kısmında üç kemerli Ortaçağ Köprüsü bulunmaktadır. Bu yapı üzerinde ayrıca Ortaçağ döneminden kalma Mannelli Kulesi bulunmaktadırFloransa gezilecek yerler denildiğinde akla ilk gelen ve şehrin sembollerinden olan Ponte Vecchio üzerinde yapıldığından günümüze her zaman dükkanlar bulunmuştur..

Gün içinde daha hareketli olan köprü üstündeki dükkanları ( genel olarak mücevherat dükkanları bulunmaktadır) gezmek ve buralardan alışveriş yapmak mümkündür. Gene yol koşullarının zorluğu ve yüksek kaldırımlar biz epey zorladı. Köprü üzerine kah mağazalara bakarak kah fotoğraf çekerek nehrin karşısına geçtik. Dar olan köprü üzerinde oldukça kalabalık turist toplulukları bulunmaktaydı.

Dükkanların arasında şehrin panoramik olarak izlenebileceği noktalar var. 1900 yılında Floransalı ünlü kuyumcu Cellini’nin büstü köprü üstüne yerleştirilmiştir. Köprü üstünde yer alan kuyumculardan alışveriş yapmayacak bile olsanız bu muhteşem köprüyü gezmenizi tavsiye ederiz. Üstünden geçerek şehrin diğer tarafına geçtiğinizde birçok şarap dükkanı göreceksiniz. Toscana bölgesinin başkenti Floransa’dan birkaç Toscana şarabı almak fena fikir değil.

PİTTİ PALAZ



Ponte Vecchio’dan geçtikten sora gezimizin son durağı olan Pitti Palaz’a doğru hareket ettik.Pitti Sarayı Floransa’nın en büyük mimari yapısı olan bir sarayı. 1457 yılında. Bir dönem Medici Ailesi’ne de ev sahipliği yapan bu sarayda onlar ait eşya ve eserleri görmek mümkündür.

Ancak buraya gelirken yokuş ve olumsuz yol koşulları nedeniyle epey yorulduk. Bu nedenle sarayın önündeki yokuşu da görünce burayı gezmekten vazgeçtik. Önünde biraz dinlenip, etrafı seyredip, resimler çekerek dönüşe geçtik.

UFFİZİ GALERRY


Uffizi Galerisi Floransa’da yer alan dünyaca ünlü bir galeridir. Yapı 1560 – 1580 yılları arasında Dük I. Cosimo’nun çalışma ofisi olarak inşa edilmiştir. Mimar Vasari tarafından yapılan bina, sonrasında galeriye dönüştürülmüştür.Floransa listemizin en üst sıralarında yer alan galeride dünyanın en nadide sanat eserleri sergilenmektedir. Medici Ailesine ait kişisel sanat koleksiyonları oldukça değerlidir. Ana holde gezerken, yukarıdaki portrelerde Osmanlı Padişahlarını görmek de size ilginç gelebilir.

Müze çok büyük olduğundan, gezmesi, gezme hızınıza bağlı olarak, 3 gün bile sürebilir. Giriş engelli ve refakatçi  için ücretsiz. Bir sanat uzmanı olmadığımız için, eserleri biraz daha hızlı gezerek ve fotoğraf çekerek yaklaşık 2 saatimizi burada geçirdik. Engelliler için mevcut asansörler ile her yerine ulaşmak mümkün. Fazla büyük ve birazda karışık olduğundan çıkışı ve asansörü bulmak bayağı güç oldu.

SANTA MARİA  NOVELLA BAZİLİKASI



Santa Maria Novella Bazilikası Floransa’da bulunan ünlü bazilikalardan biridir. 13. yüzyılda Dominikliler tarafından yapılan bazilikanın dış kısmı 15. yüzyılda yenilenmiştir.. Floransa gezilecek yerler listemizdeki en güzel dini yapılardan olan yapı sahip olduğu süsleme ve dekorasyon çalışmaları ile dikkat çekiyor.

Dönüş yolumuzun son durağı olan bu Bazilikayı dışarıdan seyretmekle yetinerek önünde yer alan meydanda bulunan lokantaların birinde pizzamızı yiyerek

Roma’ya dönmek için yakınında bulunan istasyona yöneldik. Gene sala blu yardımı ile rahatça trene transfer olduk.

Engelliler için Vatikan / Roma

By Yurt Dışı Seyahatler

Roma şehrinin içinde yer alan Vatikan gezimize bir gün ayırdık. Bu bir günde bilhassa Müzenin tamamıyla gezilmesi pek mümkün olmasa da müzenin önemli yerlerinin görülmesi bizce yeterli oldu. Vatikan’a Roma’dan çeşitli yollardan ulaşmak mümkün. Roma’da kaldığınız otelin konumu uygunsa buraya yürüyerekte ulaşmanız mümkün. Biz Termini meydanından tekerlekli sandalyeye uygun olan otobüsle ulaşmayı uygun bulduk. Metro ile de ulaşımın olduğunu öğrendik. Genelde vakit sorunumuz olmadığından gezilerimizde yer üstünü tercih etmekteyiz. Böylece etrafı da görme imkanı olduğundan metro yerine otobüsleri tercih etmekteyiz. Yaklaşık 40 dakikalık yolculuktan sonra Vatikan’a ulaştık. Eğer özel bir vasıta ile geliyorsanız (taksi gibi) gezinize Müzeden başlamanızı öneririm. Zira Müzeden  başlayıp St Peder bazilikasına ve meydana inmek yokuş aşağı olması nedeniyle daha uygun ve az yorucu. Biz otobüs meydana yakın indirdiğinden Müzeye ulaşmak için yaklaşık 1 km. yokuş tırmanmak zorunda kaldık. Yani biraz güçlük yaşadık. Vatikan ziyareti iki bölümden oluşmakta. Müze ( Sistine şapeli ) ve bazilika bölgesi. Genelde Roma’ya göre kaldırımlar ve yollar daha uygun. Bizi fazla zorlamadı.

Roma’nın içinde, yüksek duvarların arkasında kurulu  ve dünyanın en küçük ülkesi olan Vatikan toplamda 50 hektarlık bir alana yayılı olsa da içinde görülmeye değer birçok önemli yapı bulundurmaktadır. Roma ve Vatikan’ın en önemli dini yapısı olan Aziz Petrus Bazilikası, muhteşem sanat eserleriyle bürünen Sistine Şapeli’nin de yer aldığı ve toplamda 10 müzeden oluşan Vatikan Müzeleri, bazilikanın önünde yer alan ünlü Aziz Petrus Meydanı Vatikan’da görülmesi gereken en önemli yerlerdir

Ülke, İsviçre askerleri tarafından korunmaktadır. 1506’da Papa I. Julius yiğitlik ve bağlılıkları ile bilinen İsviçre askerlerinin Vatikan’ı korumasını istemiştir. Papalık hizmetindeki İsviçreli Muhafızlar olarak bilinen bu askerler dünyanın hala aktif hizmet veren en eski ordusudur

Ülkenin surlarla çevrili olmayan tek noktası Aziz Petrus Meydanı’dır (Piazza San Pietro). Eski bir papalık kalesi olan Castel San’t Angelo, Vatikan duvarlarının dışında doğuda yer alır.

Vatikan girişinde sadece küçük el çantanızı yanınıza almanıza müsaade ediyorlar,diğer eşyalarınızı emanet olarak teslim edebiliyorsunuz.

Aziz Petrus Meydanı (Piazza Di Pietro)

image2
image3

Otobüsten iner inmez kaşımıza bu meydan çıkıyor. Aziz Petrus Meydanı, dünyanın en küçük devleti olan Vatikan’ın ünlü meydanıdır. Aziz Petrus Bazilikası’nın önünde yer alan meydan Napolili sanatçı, heykeltıraş ve mimar Gian Lorenzo Bernini tarafından Papa VIII. Alexander için 1656-1667 yılları arasında yaptırılmıştır. Bernini’nin 196 cm Aralıklı 284 adet sütun dizisi buraya gelen ziyaretçileri kucaklamak ister gibi iki yana açılmış.

Meydanın ortasında yer alan ve M.Ö 1. yüzyıldan kalma dikilitaş, İskenderiye’den getirilip 1586 yılında bulunduğu konuma 150 at ve 47 vinç yardımıyla dikilmiştir. Filmlerden ve resimlerden zihnimizde yer alan bu geniş meydan genel olarak parke taşlarından oluşsa da diğer bölgelere göre Tekerlekli sandalye için biraz daha uygun. Çeşitli açılardan meydanı seyredip fotoğraf çekiyoruz. Kalabalığı takip edip ve görevlilerinde yönlendirmesi ile bazilikaya doğru yol alıyoruz.

image5

Aziz Petrus Bazilikası (Basilica Di San Pietro)

Roma Katolik inancının merkezi olan bazilikadır. Ülkenin bu ünlü kilisesi 222 metre uzunluk ve 138 metre yükseklikteki boyutları ile devasadır.

image6

Vatikan’da yer alan Aziz Petrus Bazilikası, Hıristiyan dünyasının en önemli yapılarından biridir. Roma Katoliklerinin hac noktası olan yapı dünyanın en büyük kilisesi olup yapı içine aynı anda 60.000 kişi sığabilir. Vatikan’ın bu ünlü kilisesi 222 metre uzunluk ve 138 metre yükseklikteki boyutları ile devasadır. dünyanın en büyük Katolik kilisesi olma özelliğini taşıyor.

image7

Şu anki bazilikanın yapımına 1506 yılında Papa II. Julius zamanında başlanmıştır. Yapımı 100 yıldan fazla süren bazilika, 1612 yılında, Papa V. Paul’un döneminde bitirilebilmiştir. Meydandaki gezimizden sonra geldiğimiz bazilikada fazla kalabalık olmasa da gene de beklemeden açılan barikatlardan binanın içine giriyoruz. Normal insanlar bina önünden binaya çıkarken biz görevlilerin yönlendirdiği asansöre gidiyoruz. Binanın giriş katı olan zemin bölgesinden bir kat yukarı yani kilisenin bulunduğu kata çıkıyoruz.. Girişte refakatçim ve benden ücret talep edilmedi. Kilisenin çok geniş ve muhteşem salonu bizleri hayran bırakan eserlerle dolu.

image8

Kiliseye girişte sağ tarafta, Michelangelo’nun Hz. İsa çarmığa gerildikten sonra Hz. Meryem’in kollarında cansız olarak tasvir edilen Pieta’sı bulunmakta. Michelangelo’nun mermer ustalığını ve onlara nasıl hayat verdiğini mutlaka görülmelidir. Heykeli izledikten ve fotoğraflar çektikten sonra mekanı gezmeye devam ediyoruz.

image9

Kilisenin en önemli bölümü olarak gösterilen kubbe bölümüne hayran kalmamak mümkün değil. Michelangelo bu bölüm için daha az kuvvet uygulayan bir yapı tasarlamıştır. Bazilikanın muhteşem iç mekânı ile uyumlu olan 136,5 metrelik kubbe Michelangelo’nun ölümünden 26 yıl sonra tamamlanabilmiştir. Kubbeye çıkarak muhteşem manzaranın keyfini çıkartabilirsiniz diyemiyoruz. Zira bu tekerlekli sandalye için mümkün değil. Kubbeye çıkmanız için 330 basamaklık merdiven bunu mümkün kılmıyor. Eşimde bu kadar basamağı göze alamıyor.

image10

Aziz Petrus Heykeli,Heykeltıraş Arnolfo di Cambio tarafından 13. yüzyılda yapılmış bronz heykeldir. Ziyaretçiler genellikle heykelin ayağına dokunmak ve öpmek isterler, bu nedenle bu bölümde genellikle uzun sıralar oluşabilmektedir.Bizim böyle bir düşüncemiz olmadığından uzaktan izlemekle yetiniyoruz.

image11

Son olarak Bazilikanın önünde yer alan balkondan meydanı yukaran bir kez daha seyrederek ve Her yönü tekerlekli sandalyeye uygun olan mekandan gene ayni asansörle ayrılıyoruz.

image12

Vatikan Müzeleri (Musei Varicanı)

image13

Dünyanın en önemli sanat koleksiyonuna ev sahipliği yapan müzelerden oluşan bir komplekstir. Sistina Şapeli ve Raffaello Odaları müzenin en önemli bölümleridir. Vatikan Müzeleri, dünyanın en önemli sanat koleksiyonuna ev sahipliği yapan müzelerden oluşan bir komplekstir..

image14

Vatikan Müzeleri’nde gezmek için özel bir sistem düzenlenmiştir. Müzelerde tek yön sistemi vardır ve müzedeki gezi rotaları dört renk koduyla bölünmüştür, bu renk kodları uzunluğu 90 dakikadan 5 saate kadar farklı gezi seçimlerini gösterir. Dilerseniz bu rotaları takip ederek müzede rahatça gezebilirsiniz. Sadece müzenin önemli bölümlerinden Sistina Şapeli ve Raffaello Odaları’nı gezmek isterseniz girişten yaklaşık yarım saat yürümeniz gerekmektedir.

image15

Yukarıda da belirttiğim gibi meydandan kiliseye ulaşmak için yokuş yukarı tırmanmaya başlıyoruz. Yorucu olan bu yolculuk esnasında ufak bir parkta mola verip etrafımız çeviren güvercinlerle yemeğimizi paylaşarak açlığımızı gideriyoruz. Müzenin giriş kapısı binanın en üst tarafında. Bina girişinden bilet satışı olan bir üst kata çıkıyoruz. Ama oradaki yetkililer bizi tekrar giriş katına yönlendirdiler. Zira engelli biletleri oradaki gişeden yapılıyormuş. Sizde buraya giderseniz hemen giriş katında bulunan gişeden işe başlayın. Buradan bana ve eşime ücretsiz bilet düzenlediler. Bu biletlerle giriş yaptık. Müzede katlar arasında asansörler ve gerekli yerlerde rampalar mevcut. Müze her yönü ile fiziksel engelliler için uygun şekilde düzenlenmiş. İçinde engelli tuvaletleri mevcut.

image16-2

Çok geniş ve büyük müzenin tamamını gezmek mümkün değil. Zaten saatte ilerlediğinden fazla gezme şansımızda kalmamıştı. Birkaç koridoru gezip bu müzenin içinde yer alan Sintine şapeline yöneldik.

image17

Sistine Şapeli (Cappella Sistine)

image18

Vatikan Müzesi turunun son durağı olan Sistine Şapeli baş döndürücü güzellikte,baştan aşağı her nokta ayrı bir sanat eseri ile kaplı,dünyanın en değerli sanat eserlerini burada göreceksiniz.Bu yapı Michelangelo’nun  eseridir Tavanın tam ortasında yer alan “Yaradılış” isimli Adem’in yaratılışı ve Tanrı resmi en çarpıcı çalışması olarak ön plana çıkmakta.

Müzenin en alt bölgesinde yer bu önemli mekanın girişindeki merdivenleri görünce hayal kırıklığına uğramadım dersem yalan olur. Zira görmeyi çok istediğim yerlerin başında geliyordu.Birde merdivenin başındaki görevlinin İtalyanca konuşması ve yüz ifadesindeki olumsuzluk hayal kırıklığını bir kat daha arttırdı. Ama mutlaka bir yolu olmalıydı. Sora sora Bağdat bulunur felsefesiyle araştırmalara başladık. Gerek yetersiz İngilizcemiz ve görevlilerin o kadar bile İngilizce bilmemesi işimizi zorlaştırdı. Zaten bütün yurt dışı gezilerimizde bunun eksikliğini yaşadık. Mutlaka bir yabancı dil tercihen İngilizce öğrenilmesi lazım.Neyse sonunda şapele engellilerin girişi olduğunu öğrendik.

image19-2

Aslında normal ziyaretçilerin çıkış güzergahında bulunan merdivenlere konulan merdiven asansöründen aşağıya inerek mekana ulaştık. Asansörden inince önünüzde dar bir koridor bulunmakta. Tekerlekli sandalye ancak sığabilecek darlıkta.Burada bulunan görevli beklememizi söyledi. Elindeki telsizle bir şeyler konuştu. Bir süre sonunda buradan gelişler kesildi. Görevli devam etmemizi söyledi. Görevli diğer girişteki yetkiliye insan göndermemesini söylemiş olmalı ki orada çıkmak için bekleyen insanlar vardı. 

Girişteki daha doğrusu çıkıştaki yüksekliği koyulan rampa ile aşarak mekana ulaştık. Mekan tıklım tıklım ve tüm duvarlar ve tavan tamamen önemli ressamların yağlı boya resimleri ile dolu.

Papa seçimleri de bu şapelde yapılıyormuş. Kalabalık nedeniyle ses uğultusu fazla olduğundan görevliler sürekli sessiz olunması için ikazlarda bulunuyor. Şapelde fotoğraf ve video çekimi yasak. Ancak biz bundan habersiz birkaç fotoğraf çektik.

Mekana girişler için,bilhassa grupların girişi için içerisinin boşalması bekleniyor. Gerçekten muhteşem bir mekan. Yeterince bakındıktan sonra kalabalığın da verdiği rahatsızlığınında etkisiyle mekandan ayrıldık. Gene girdiğimiz yoldan ve ayni asansörle müzeye döndük

Müzedeki son saatlerimizi önünde bulunan geniş terasında geçirdik. Resimler çekip, orada bulunan çeşmeden suyumuzu içip müze gezimizi sonlandırdık.

Engelliler için Lizbon

By Yurt Dışı Seyahatler

Lizbon şehri tejo nehrinin iki yakası üzerine kurulmuş, inişi çıkışı bol olan bir şehir. Burada tekerlekli sandalye ile gezmek zor. Yokuş aşağı bir güzergah saptamanızda yarar var. Burada da gezimizi tur otobüsleri ile yaptık. Porto gezimizde olduğu gibi gezi tercihimiz bu yönde oldu. Ancak burada da otobüs şoförlerinde pek memnun kalmadım. Hizmet veriyorlar ama suratları verdikleri hizmetten fazla zevk almadıklarını gösteriyordu.

Bu arada hemen yazayım. Bu işi yapan birkaç firma var. Hatta bazılarının renkleri dahi ayni. Siz siz olun kırmızı otobüslerden üzerinde “Gray Line” yazanı kesinlikle tercih etmeyin. Adamlar engelli bölümüne katlanır 4 adet koltuk koymuşlar. Buraya normal yolcular haklı olarak oturduklarından, otobüs şoförü sizi araca almıyor. Söylediğinizde ise “yetkililere şikayet edin” diyorlar. Bizim bilgisizliğimize geldi, sıkıntı yaşadık. Sarı ve mavi renklilerde var ama onları incelemedim. Mutlaka engelli yerlerine bakmadan bilet almayın. Katlanır koltuk varsa o şirketten uzak durun. “engelliyle uygun” denilen ve üzerinde engelli işareti bulunan otobüslerin bu uygulaması yanlış. Engelli insanları resmen kandırıyorlar. Ama gene de gezmek için en iyi alternatif bu otobüsler. Kırmızı ve mavi hat olmak üzere iki ayrı rotayı izliyorlar. İki günlük bilet alıp Lizbon’un  görülmesi gereken yerlerini rahatça gezebilirsiniz.

Bunun dışında taksiyi de kullanabilirsiniz. Taksi ücretleri makul. Şoförleri de anlayışlı. Sorun yaratmıyorlar. 


Bunun yanında burada gördüğüm bir uygulamadan bahsetmek istiyorum. Evlerin yoğun olduğu bölgelerde yol kenarlarında engelli park işaretinin altında araç plakası da yazıyor. Böylece başka araçların park etmesi daha zor hale geliyor. Bence güzel bir uygulama. Bilhassa araç parkının yoğun olduğu ara sokaklarda oturan engelliler için iyi bir çözüm olabilir.Şimdi Lizbon şehrinin önemli yerlerini tekerlekli sandalyemiz ile gezmeye başlayalım.
BELEM BÖLGESİ
Tur otobüslerinin (hop on hop off) kırmızı turuyla gidebilirsiniz.Giderken ve gelirken ünlü 25 Nisan köprüsünün altından geçiyorsunuz. Böylece köprüyü de yakından görebiliyorsunuz. İsterseniz yakın bir durakta inip köprüyü daha detaylı izleyebilirsiniz. Ayrıca buradan uzaktan da olsa İsa heykelini görebiliyorsunuz. Yakından göreyim derseniz Belem’den bir taksi tutup gidebilirsiniz. Şehrin güzel bir bölgesi Burada yer alan önemli mekanları aşağıda tek tek gezeceğiz. Otobüsün indirdiği yerde yer alan büyük bir meydanda gezinerek başlayalım gezimize. Meydanda sandalye ile rahatça gezebilirsiniz. Parke taşları ile, fıskiyeli havuzu ile ilgi çeken bir alan. Burada bulunan limandan demir alan Portekizli denizciler. Atlas Okyanusu’na açılan ilk Avrupalılar. Ekvatoru geçen, Ümit Burnunu dolanan, Hindistan’a deniz yoluyla Batı’dan ilk ulaşanlar da onlar. Çin’le ticaret yapan ilk Batılılar ve Kaptan Cook’tan iki yüzyıl önce Avustralya’yı ilk görenler yine Portekizli denizciler. Yine Güney Amerika kıt’asına ilk ayak basan Batılılar Portekizliler. Brezilyayı da onlar keşfetmiş.

BELEM KULESİ
Şansımıza Belem’de geçirdiğimiz gün bol yağmurlu rüzgarlı bir güne denk geldi. Bu nedenle bayağı sıkıntı çektik. Tekerlekli sandalyede yağmur yemek ayrıca bir sıkıntı. Her ne kadar yağmurlukları mızı üzerimize geçirdikse de dizlerimiz ve ayakkabılarımız sırılsıklam oldu. Kral I. Manuel tarafından ünlü kaşif Vasco da Gama anısına yaptırılan Belem Kulesi Tajo Nehri’ni Atlas Okyanusa döküldüğü noktada yer almaktadır.


Belem kulesi denizin içinde yer almakta, tahta bir köprü ile kuleye ulaşılmaktadır. Rüzgarın şiddeti ile azgınlaşan dalgalar bu köprünün üzerinden geçiyor. Buraya kadar geldik, buraya görmeden dönmek olmaz dedik ve dua ederek köprünün üzerine çıktık. Yağmurdan ıslandığımız yetmemiş gibi birde bu dalgaların sayesinde ekstra ıslandık. Kulenin iç kısmı her ne kadar düz olsa da yerdeki taş döşemelerde sandalye zorlanıyor.


Ama mekan küçük olduğundan fazla zorlanmadım. Üst kattaki terasa merdivenle çıkıldığından o seyir zevkinden faydalanamadım. Çıkışta gene dalgaların içinden geçerek karaya ulaştım. Girişte sıra olduğundan direk çıkış yolundan giriş yaptık. Bizden bilet istemediler. Sanırım engellilerden ücret almıyorlar. İçeride tuvalet yok. Bir sorunda meydandan sahil tarafında bulunan kuleye ulaşım. Yolun yanında tren yolu bulunuyor.Bunun altından geçen ve yayalar için yapılan alt geçitte bizleri düşünmemişler. Bu bana çok garip geldi. Bu nedenle tekrar otobüse binip bir durak sonra inmeniz gerekiyor. Bu da otobüs şoförünün pek hoşuna gitmedi.
KEŞİFLER ANITI
Aynı bölgede bulunan yelkenli bir gemi şeklindeki bu anıtta elinde küçük bir yelkenliyi tutan gemici Henrique teknenin en ucunda yerini almış. Gözlerini okyanusun uzaklarına dikmiş. Padrao dos Descobrimentos (keşifler anıtı), 15 ve 16 yüzyıllarda dünyayı keşfetmek amacıyla bilinmezlere yelken açan cesur denizciler ve bu denizcilerin arasında bulunan Prens Henry’in anısına, ölümünün 500. yılında yapılmış.Bu devasa Anıtında heybetini yakından izlemek uğruna gene yağmur altında devam ettik. Bunun terasına ulaşmamız mümkün olamadı, zira sanırım engelliye uygun değildi. Önünde bayağı merdiven vardı. Bu konuda kesin bir şey söyleyemeyeceğim, zira anıtın her tarafını dolaşamadık. Malum yağmur ve sert rüzgar buna engel oldu. Terasa çıkabilseydik bu terastan üzerinde minicik meraklı insanlar ve mozaikle bir tablo gibi süslenmiş geniş zemin haritayı görebilecektik. Anıtın yerden yüksekliği yaklaşık 60 metre. Terasından iç açıcı Lizbon manzarasını, okyanusu, onlarca yelkenlinin nehirde süzülüşünü, uzaktan görünen Brezilya’daki koruyucu İsa heykelinin bir benzeri, biraz küçüğü olan heykeli, 25 Nisan Köprüsünü, Avrupa’nın en uzun köprüsü Vasco da Gama’nın enfes görüntülerini görebilecektik.. Kısmet değilmiş. Anıtın etrafı düz ve sandalyeye çok uygun.

JERONİMOS MANASTIRI
1983 de UNESCO Dünya Miras Listesine alınan, görülmesi gereken bir mekan. Giriş ücretli ama tekerlekli sandalyeli den ve refakatçisinden ücret alınmıyor. Lizbon’da görebileceğiniz en etkileyici yapılardan olan manastırın içinde ve salonlarında rahatça gezebilirsiniz. Üst kata çıkmak mümkün değil. Geme ortada bulunan avluya da inmek için birkaç basamağı göze almak gerekiyor.Dışı da içi de övgüye değer. Manastırın içinde engelli tuvaleti var. Kapısı kilitli olduğundan görevlilerden yardım almanız gerekiyor. Tarihi mekanda yer bulunup engelli tuvaleti yapılması taktire şayan bir düşünce. 


Hemen yanında yer alan Santa Maria kilisesine de  girmek için gene basamakları göze almanız lazım. Biz sadece dışarıdan baktık. Gene burada bulunan Coleçao Berardo müzesi bulunmakta. Yağmurun verdiği moralsizlikle orayı gezemedik.  Modern sanata meraklıysanız mutlaka gezin. Giriş ücretsiz. Pazartesi günü kapalıymış.

PASTEİS DE BELEM (BELEM PASTAHANESİ)
Manastırın yakınında yer alan bu pastahaneyi  önündeki kalabalıktan hemen bulabilirsiniz. Zaten neresi meşhur olmuşsa önünde mutlaka kalabalık ve sıra oluşuyor.  Burayı meşhur eden Nata adı verilen tatlısı. . Bir rivayete göre Jeronimos Manastırının rahipleri tarafından bu tatlının yapımına başlanmış ve bu ünlü tartın tarifini sadece 3 kişi biliyormuş. Bu 3 kişi aynı anda başlarına bir şey gelebilir diye birlikte seyahate bile çıkmazlarmış. Tatlı oldukça lezizdi. Altı milföy hamuru, üstü fırından yeni çıkmış muhallebi gibiydi. Tatlıyla birlikte tarçın ve pudra şekeri de getiriyorlar. Üstüne serpip afiyetle yiyin. Ama mutlaka yiyin. Sayısını kendinize göre ayarlayın. Bu tatlı Lisbon’da da satılıyor ama bunun tadı çok farklı. Biz sıra beklemeden içeri girdik. Şansımıza bir masa boşaldı hemen oturduk ve hemen birer kahve ve nefis tatlıyı ısmarladık. Pastahanenin içi oldukça geniş ama bölüm bölüm. Engelli tuvaleti kadınlara ait tuvalette bulunuyor. Bu durumu Avrupa’da başka yerlerde de yaşadım. Tuvalette  sıra olduğundan bir erkek olarak kadınlarla birlikte sıraya girmeyi  göze alamadım.

GÜLBEKYAN MÜZESİ

 Eski yıllarda belleğimde yer eden bu ismin Üsküdar doğumlu bir ermeni olduğunu  öğrendim. Petrol Mühendisliği eğitimi alıyor ve Osmanlının belli bölgelerinde petrol yataklarını bulan kişi. Aynı zamanda BP’nin kurucusu. Kendisi doğduğu yerleri çok özlüyor ve malum o zaman Ermenilere yapılanlardan dolayı, Lizbon’a yerleşiyor ve kendisinin adını taşıyan Gulbenkian Vakfını kuruyor. Gulbenkian’ın koleksiyonunu sergilediği müzesinin de burada oluşturuyor.. Bir başka ilginç detay ise Gulbenkian’ın Lizbon’a yerleşmesinin bir başka nedeni, buranın İstanbul’a çok benzeyen bir şehir olması. Gulbenkian burada yaşıyor ve ölüyor. Mezarı da Lizbon’da bulunuyor Gulbenkian, kazandığı servetini koleksiyonlar için harcıyor. Özellikle İznik Çinilerini topluyor. Türkiye’den sonra dünyadaki en büyük Osmanlı Dönemine ait İznik Çini koleksiyonu Lizbon’daki Gulbenkian Vakfında bulunuyor.

Gulbenkian, önemli bir koleksiyoner. Müzeyi gezdiğinizde bunu görebiliyorsunuz. Müzede Rönesans dönemine ait tablolardan tutun da İran halılarına, mobilyalara, Uzak doğu eserlerine kadar pek çok obje sergileniyor. Gulbenkian Müzesi, Lizbon’a gelindiğinde mutlaka gezilmesi gereken yerlerden. Müzeye giriş ücretli ama bizden ücret almadılar. Müzeyi rahatça gezebilirsiniz. Gezilmesi gerekli bir müze. İçindeki eserlerin birçoğunun bizden olması burayı daha da ilginç kılıyor. Müzede engelli tuvaleti var. Ulaşmak için size bir görevli yardım ediyor. Zira tuvalet alt katta ama asansör bayağı uzakta. Bine belikli bayağı büyük. Sadece müze ile sınırlı değil.

LİZBON KALESİ – ALFAMALisbon’un her yerinden görülen kaleye  daha önceki tecrübelerimiz doğrultusunda bir engelli olarak gitmeyi göze alamadık. Sadece uzaktan seyretmekle yetindik. Geçe ışıklandırılması da çok güzel.  İsterseniz bir taksi tutup gidebilir kaleyi daha yakından seyredebilirsiniz. Kaleye gitme imkanımız olmadığından kalenin etrafındaki tarihi Alfama mahallesinde görme şansımız olmadı. Tabi bir şanssızlığımız da burada da bulunan ve kaleye ulaşan sarı tramvayında tekerlekli sandalyeye uygun olmamasıydı. Binme imkanımız olsaydı Alfama’yı yakından görebilecektik.

CAFE  BRASİLEİRALizbonda ulaşmak için en çok zorlandığımız mekan burası oldu. Bayağı iddialı birbirini kesen iki caddeden çıkılarak bu kafeye ulaşılıyor. Rua Garrett Lizbon un önemli caddelerinden birisi . Önemli bir alışveriş merkezi de burada yer alıyor. Çıkarken bir Amerikalı halimize acıdı da yardım etti. Bu Amerikan yardımı doğrusu çok makbule geçti. Onun yardımı ile Cafe Brasileria ya ulaştık. Burası Lizbon’un en eski cafelerinden biriymiş. Burayı bu denli ünlü yapanda Ünlü Portekizli yazar Fernande Pessoa’nın buraya sık sık gelip burada kahve içmesiymiş. Onun anısına masalardan birinde ünlü yazarın kahve içerken ki heykelini yapmışlar. Bizde her gelenin yaptığı gibi onun heykeli ile bir hatıra fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmedik.Burdada onu iki satırı ile bizde analım.”sevmek bu ezeli masumiyettir/ve tek masumiyet düşünmemek”Buraya gelmeyi düşünürseniz mutlaka bir taksi ile gelin. Zira zor bir yokuş ve her zaman yardımsever bir Amerikalı bulamasınız. Dönüşü yayan yapabilirsiniz. Nede olsa yokuş aşağıya inmek daha kolay.


POMPAİ MEYDANI – EDUARDO PARKI – LİBARDADE CADDESİPompai meydanı şehrin önemli meydanlarından biri. Ortasında meydana adını veren Pompal’ın heykeli bulunmakta. Şehrin kalbi gibi olan olan bu meydanın tüm yolların kavuşma noktası. Otel seçerken bu bölgeyi tercih etmenizi öneririm. Zaten bölgede bir çok otel bulunmakta. Bizde otelimizi bu bölgeden seçtik. Otelin önündeki Lift biz tekerlekli sandalyeliler için yapılmış. Burayı sizlerede tavsiye ederim. Fiyatları da oldukça makul.


 “Hop on hop off ” Otobüslerinin kalkış durakları da burada yer alıyor. Gezinize başlamak için iyi bir nokta. Buraya bir şekilde ulaşın ve burada tatlı bir meyille inerek Tejo nehrine kadar rahatça ulaşabilirsiniz.


Meydanın hemen üst tarafında Eduarda parkı bulunmaktadır. Meydandan yola çıkarak ünlü Libardade (Özgürlük)caddesini boydan boya gezebilirsiniz. Lizbon’u en güzel bulvarı olan Avenida da Liberdade, bu meydandan başlayarak Restauradores Square kadar uzanıyor. 1764 yılında yapılan, 1830′ lu yıllarda yenilenen bulvar, 1100 metre uzunluğunda, 90 metre eninde; yan yolları ile birlikte 10 şeritli… Bulvarın her iki yanı ulu ağaçlarla bezenmiş. Bir hayli geniş tutulmuş olan yaya kaldırımları, her bir kenarı 5-6 cm olan beyazımsı kare mozaik taşlarla kaplanmış. Mozaiklerin arasına serpiştirilen siyah mozaikler ile yapılmış desenler ise kaldırma ayrı bir güzellik katmış

Sol taraftan inerseniz ünlü markaların mağazalarını görebilirsiniz. Kaldırımlar parke olmasına karşın sandalyeyi  fazla zorlamıyor.Kaldırımlar kesinlikle yüksek değil.Tola iniş çıkışlarda meyiller bulunmaktadır. Caddenin sonlarına doğru kafe ve lokantalar bulunmakta.


RESTAURADORES MEYDANILibardate caddesi Restauradores meydanına kadar uzamaktadır. Lizbon’da meydanlarda, şehrin ruhuna ve tarihine uygun çok güzel özgün heykeller var. Sokakları, meydanları, kaldırımları, desenlerle bezenmiş. Siyah bazalt ve sarı traverten taşları ile döşenmiş zeminin her biri, adeta bir sanat eseri. Mozaik tablo gibi olan bu düzenleme Lizbon’a ayrı bir kimlik katmış.  Bu meydanda bu taşların döşenme desenlerine hayran olacaksınız. Düz bir zemini engebeli olarak yansıtan desenler hayli ilginç. . Meydanın ortasında  Portekizlilerin İspanya’dan özgürlüklerini kazanması anısına dikilmiş bir sütun var. Meydanın etrafında kafe ve lokantalar bulunmaktadır. Meydan az bir meyle sahip olsa da tekerlekli sandalye ile gezmek için uygun. Tek başına rahatça gezebilirsiniz.

ROSSİ MEYDANI – ROSSİ TREN GARIRestauradores meydanındanında birkaç dakika ileride Rossi meydanı yer almaktadır. Meydanın etrafı tarihi binalarla çevrelenmiş. Bunların en ünlüsü ise Teatro Nacional de Maria II ( ulusal tiyatro-1846  Meydanın ortasında Kral IV. Pedro’nun bir sütun üzerine konmuş bir heykeli ve heykelin her iki yanın da da 2 süs havuzu var. Bu meydan orta çağdan beri  bir çok gösterilere, infazlara tanıklık etmiş. Şimdi ise gözde bir turistik mekan. Burada özellikle hafta sonları geleneksel yiyecek ve içeceklerin sergilendiği, hediyelik eşyaların satıldığı küçük bir pazar kuruluyor. Burada da lokanta ve kafeler bulunmaktadır. Ayrıca Seaside mağazası burada. Her zaman dolu olan ve fiyatlarının uygun olduğu söylenen bu mağazadan alış veriş yapabilirsiniz.

Rossi meydanında yer alan Rossi tren garı binası da çok güzel bir bina. Bilhassa geçe ışıklandırması harika. Binanın girişinde bulunan Starbucks ta mola verip kahvenizi yudumlayabilirsiniz. Bu gardan Sintra trenleri kalkmaktadır. (Bakınız: egeliler için Sintra)

BAXİAKentin kalbiolarak nitelenen Baxia.Gerçekten de burası Lizbon’un özeti gibi. Anıtlar, tarihsel yapılar, ülkemizde pek rastlayamayacağınız güzellikte heykellerle süslü meydanlar, alış veriş yapabileceğiniz dükkanlar, restoranlar ve kafelerle dolu bir bölgeLiberdade’nin bitiminde başlayan ve sizi Praça do Comercio‘ya ulaştıran, bir birine koşut 8 cadde bulunmaktadır. Bu bölgeyide rahatça gezebilirsiniz.

SANTA JUSTA ASANSÖRÜBaixa’da dolaşırken, Liberdade’nin hemen bitiminde başlayan Rua do Ouro’nun kaldırımına taşmış, uzunluğu zaman zaman 15-20 metreye ulaşan insan kuyruğu göreceksiniz. Kuyruğun başlangıcına doğru ilerlediğinizde, yapımına 1900 yılında başlamış ve 1902 yılında tamamlanmış, Lizbon’a gelen her turistin mutlaka bindiği Elevador de Santa Justa (asansör) karşınıza çıkar. Asansörün yapılış nedeni Baixa ile Barrio Alto arasındaki ulaşımı kolaylaştırmakmış. Asansör şimdilerde sadece 5 euro ödeyen turistler tarafından kullanılıyor. Kuyruğun uzunluğuna bakmadan inenlere ayrılan yerden devam edin.Tekerlekli sandalyelilere her yerde olduğu gibi burada da öncelik tanınıyor.Zaten bu avantajı her zaman kullanmanızı öneririm.Bu kadar ayrıcalığımız da olsun zaten. Asansörle yukarı çıkınca bir seyir terasına ulaşıyorsunuz. Biz gece çıkmayı tercih ettik . Buradan başta kale olmak üzere Lizbon’dan güzel görüntüler alabilirsiniz. Asansörü Barrio Alto‘ya bağlayan geçit  küçük bir meydana çıkarıyor. Ama bizler için uygun değil. O nedenle gene asansörle aşağıya inmemiz gerekiyor.

COMERCİO MEYDANIPraça do Comercio, Portekiz dilinde ticaret meydanı demekmiş. Yaklaşık 38 dönümlük bir alana kurulmuş olan ve ucu denize dönük ”U” şeklindeki meydan, adından anlaşılacağı gibi eskiden limanın, gümrüklerin, tersanelerin ve bazı kamu binalarının yer aldığı, Portekiz’in sömürgelerine ve dünyaya açılan bir kapısıymış.


Meydan, Augusto Caddesine çok güzel bir kemerle (Arço de Rua Augusto)  bağlanıyor. Başlangıçta çan kulesi olarak tasarlanmış bu kemer, yapılan değişiklerle zamanla zafer takına dönüşmüş .Meydan, Augusto Caddesine çok güzel  kemerle bağlanıyor.  Burada en çok yenen balık olan morina balığından yapılan bacalhau da denemeye değer. En güzel Bacalhau’ burada adıla ünlenen yerde yemenizi öneririm.


Praça do Comercio’nun tam ortasında ise; Kral l. Jose’nin,, yılanları(kötülüğü) ezen bir atın üstündeki muhteşem bir heykeli var. Meydan tekerlekli sandalye ile gezmek içinuygun. Düz bir alanda bulunmaktadır. Hem gündüz hemde geçe mutlaka buraya gidin. Tejo nehrinini kıyısındabulunan meydandan tejo nehrini ve uzaktan 25 nisan köprüsünü ve İsa heykelinide görebilirsinizçBurayı mutlaka ziyaret edin; çünkü burayı görmeden Lizbon’u görmüş sayılmazsınız.


RAMİRO LOKANTASIEşimin Türkiyede not aldığı ve mutlaka gitmemizi istediği , deniz ürünleri ile ünlü olan bir lokanta.  Bu nedenle geldiğimiz ilk akşam buraya gitmemiz farz oldu. Rossi meydanına yakın bir cadde üzerinde bulunan lokantaya yaya olarak gitmeyi planladık. (Siz bize uymayın bir taksi ile gitmeyi tercih edin) Cadde biraz meyilli ve ilerledikçe sakinleşen ve birazda ıssızlaşan bir bölge. Etraftaki levhalardan Çin mahallesi olduğu anlaşılıyor. İnatla ilerlemeye devam ettik. Vedat Milör’ün tavsiye etiği ve belirttiğim gibi eşimin tercih listesinin başında bulunan bu mekana giderken bayağı zorlandık. Vedat Milör’ün kulağını epey çınlattığım kesin. Neyse sora sora mekana yaklaştık ve o sırada kalabalık şekilde uzanan bir kuyruğu görünce mekana geldiğimizi anladık. O kuyruğu görünce ben hemen geri dönmeyi önerdim. Zira bu bir yemek kuyruğu idi ve çok zor ilerliyordu.Ama bu teklifim hemen reddedildi. Burada tekerlekli sandalyeye öncelik tanınmayacağı kesindi. Mecburen bekledik. Bir saat sonra kapıya yaklaştık. Ben bu arada vitrindeki akvaryumda  bulunan ve sayıları devamlı azalan ve muhtemelen sabahı göremeyecek olan  ıstakozları hüzünlü gözlerle seyrettim. 

Sıradaki yerimiz kapıya yaklaştığı zaman kapıdaki görevli beni fark etti ve önümüzde birkaç grup olduğu halde bir şekilde bizi içeri aldı. Bizdeki bir esnaf lokantası sadeliğindeki mekanda, çok iştahlı şekilde yemek yiyen insanlarla doluydu. Garson Türk olduğumuzu anlayınca elindeki tabletten Türkçe menüyü bularak bize uzattı. Eşim,Türkçe menüyü Vedat Milör’e borçlu olduğumuzu  belirtti. Zaten lezzetli yemekler nedeniyle Milör hakkındaki görüşlerim değişmişti. Buda ekstra oldu. Esas yemeğimiz jumbo  karides oldu. Gerçekten çok lezzetli bir yemeği çokta pahalı olmayan bir fiyatla yedik. Kesinlikle tavsiye ederim ama mutlaka taksi ile gidin ve kuyruğa aldırış etmeden kapıdaki görevliye şöyle bir görünün derim


LİZBON PORTO TRENİLizbon un önemli alışveriş merkezi olan Vasco da Gama alış veriş merkezinin hemen karşısında bulunan Porto’ya giden Hızlı trenlerin hareket noktası olan Oriente İstasyonundan bilet alıp Porto’ya yaklaşık 2,5 saatte ulaşılabiliyor. Tren her yönü ile engelliye uygun. Hemen engelli tuvaletinin bulunduğu yere yakın koltuktan bilet veriyorlar. (tabi bilet kalmışsa).


Yolculuk esnasında ilginç manzaralar bulunmakta. Portekiz’e gelmişken mutlaka bu iki şehide ziyaret edin. (Bakınız:”Engelliler içim Porto”) Bu istasyona gelmişken yakın cevrede bulunan Vasco da Gama Kulesi’ni görün. Bir kaç 100 metre sonra kuleyi görebilirsiniz. Bu arada istasyonun hemen karşısında ise adı gene Vasco da Gama olan büyük bir alış veriş merkezi var.
TRAMVAYLizbon’da da nostaljik tramvay gezisi önemli bir unsur. Ama maalesef tekerli sandalyeye uygun değil. Benim gibi sadece resimlerini çekmekle yetinebilirsiniz. Refakatçileriniz tramvaya binerken sizde Portekiz’in ünlü tuzlu kestanesini yiyerek, etrafı ve insanları izleyebilirsiniz.

LX FACTORYGezi öncesi notlarımızda bulunduğundan gittiğimiz bu bölgeye tur otobüsünden ulaşmak bizler için zor olduğundan taksi tutarak gittik. Ama bu masrafa değmez. Sokakta gezmek zor, alış veriş yerlerine girmekte zor. Zaten önemli bir yer de değil.(eski eşyalara meraklıysanız belki)  Buradan dönüşte normal otobüse bindik. Engelliye uygun ve şoför  içtenlikle yardımcı oldu.Ama dediğim gibi 3-4 kişi iseniz taksiyi tercih edin. Ücret fark etmiyor

FADOBiz fado gösterisini Porto’da planladığımızdan burada bir kere daha gitmek istemedik. Zaten bir kere izlemek yetiyor. (Bakınız “Engelliler için Porto”) Ama gezi planınızda Porto yoksa burada mutlaka gidin derimYEME İÇMELizbon, yeme ve içme kültürleri bize pek yabancı değil, özellikle Ege ve Akdeniz kıyılarında yaşayanlar için…Sofralarının baş yemeği balık ve öteki deniz ürünleri. Balık olarak en fazla bulunan sardalye ve morina(codfish). Deniz ürünlerinden tatmak istiyorsanız, kesenize uygun bir çok restoran bulabilirsiniz. Baixa’da bu restoranlardaan bolca var. Kişi başı, bira ya da bir bardak şarap dahil 15 euroya çıkarsınız. Barrio Alto’daki restoranlarda ise bu rakam 12 euro civarında. Ancak ben daha lüks restoran, daha kaliteli şarap arıyorum derseniz, Rossio Meydanında ve Augusto Caddesinde aradıklarınızı bulursunuz.Deniz ürünlerinden, ahtapot, karides ve ıstakozu denemenizi öneririm. Özellikle ahtapot güvecini… Burada en çok yenen balık olan morina balığından yapılan bacalhau da denemeye değer.
SONUÇ

Son olarak tekrar belirtmem gerekirse Lizbon konum itibariyle tepeler üzerine kurulduğundan burada tekerlekli sandalye ile gezmek için güzergahları iniş yönüne göre ayarlamanızı öneririm.Yukarıda da belirttiğim gibi Pompal meydanındangez.ye başlamanız en makul olanıdır. Bu güzergahta yorulmadan Eduardo parkını, Pompal meydanını, Libardade caddesini, Santa Justa asansörünü, Restauradores meydanını, Rossi meydanını, Rossi tren garını, ünlü tranvayı, Baxia’yı  gezerek  Comercio meydanından Tejo nehrine ulaşabilirsiniz. Böylece önemli gezme yerlerini ayni güzergahta görmüş  olursunuz.
Bunun dışında Tur otobusleri ile Belem’e gidebilir. Düz bir alanda yer alan bu bölge de  yaya olarak Belem kulesini, keşifler anıtını, belem pastanesini, Jeronimas manasırı ve kilisesini ve yanında bulunan müzeleri rahatça  gezebilirsiniz.
Bunların dışında yer alan Gülbekyan Müzesine Tur otobüsü ile gidebilirsiniz.Ama Brazileria Cafe ye gidecekseniz gidişi mutlaka taksi ile yapın. (Dikkat ettiyseniz ulaşım konusunda hep taksiyi önerdim). Zira 2-3 kişi için taksi fiyatları çok uygun. Dönüşü yayan yapabilirsiniz.

Engelliler için Porto

By Yurt Dışı Seyahatler


Portekiz’in güzel şehri Porto’dayız. İlk olarak şunu söyleyeyim. Burada yaşayan engellilere Allah kolaylık versin. Sahil şeritleri hariç şehirde düz yer yok gibi. Bizde bu nedenle epey zorlandık gezerken. Yanınızdaki refakatçinin güçlü olmasında yarar var. Bu nedenle şehri gezerken en üst noktasından başlayın ve aşağıya doğru inin. Dönüşü ise ulaşım araçları ile yapın.

Metronun belli durakları uygunmuş ama ben genellikle şehrin üst tarafında gezmeyi tercih ettiğimden hiç metro kullanmadım. Otobüslerinde bir kısmı engelliye uygun ve belli saatlerde rahatça binilebilir. Biz 3 kişi olduğumuzdan ve fiyatları da uygun olduğundan taksi kullanmayı tercih ettik. Taksi şoförlerinin önemli kısmı yaşlı insanlar. Asık suratlılar ama ters davranmıyorlar. Hiçbir taksiden olumsuz bir davranış görmedik. Bu arada burada engelliye uygun olan araçlarda var. Aslında bir taneymiş. Geç fark ettik ama otel çıkışında onu çağırdık. Normal taksi ücretinde ama iniş biniş daha rahat. Bu arada bir not sahibi olan insan “enişte” çıktı. İyi kötü konuşabildik. Kaldığınız zaman otelinize söyleyin bu aracı çağırsınlar. Telefonunu da alıp gerektikçe arayabilirsiniz. Taksi ücretleri uygun, ortalama 5-6 euro verdik.

image1
image5
image4
image3
image2

Bu arada geldiğimiz gün önemli bir sürprizle karşılaştık. Booking com’dan ayırttığımız apart bizi muhteşem bir merdiven ile karşıladı. Kalmamız imkansızdı. Booking com’u aradık ve yardım istedik. Serin bir havada, akşam saatlerinde, dilini bilmediğimiz yabancı bir şehirde(zaten yerli halk pek İngilizce bilmiyor)  endişe ile bekledik. Neyse booking.com yetkilisi saatler sonra biz yer buldu. Ama hem fark verdik hemde mecburen merkeze nispeten uzak bir yerde kaldık. Bu durum taksi paramız yansıdı. Siz siz olun sitedeki “engelliye uygun” ifadesi ile yetinmeyin. Mutlaka booking.com yetkilisini araya sokun. Ben rezervasyon sırasında “we have one disabled person with his wheelchair. İs your hotel suitable for it ? Espcially, no stairs and doors are wide enough for wheelchair.” Notunu yazdığım ve olumsuz yanıt almamanın rahatlığı ile temas kurmadım ama hata yaptım. Bu arada böle olumsuz bir durumda fiyat farkını karşılatırız diyen booking.com bu taahhütüne uymadı. Yani mutlaka bu konuda kesin emin olmadıkça yola çıkmayınız.

Bunun yanında gezi planlamaları yaparken istifade etmeyi düşündüğüm Hop on hop off otobüsünde de bir sürpriz yaşadım. İlk gün bindiğim otobüsün rampası yoktu. Halbuki tanıtımlarında tüm otobüslerin engelliye uygun olduğu yazıyordu. Bu nedenle turu bitirene kadar araçtan inmedik. Otobüs şoförleri beni gördüklerinde pek hoşnut olmuyorlardı. Bu nedenle huzurlu bir gezi olmadı. Çoğu durakta bu nedenle inmemeyi tercih ettik. Sonuçta işlerini yapıyorlar ama dediğim gibi memnuniyetsizlikleri gözlerinden okunuyordu. Bu otobüsleri daha evvel kullandığım Barselona da hiç böyle olumsuzluk yaşamadım. Ama gene de bunları tercih edin. Ben yaşadığım sıkıntıları aynen şirket yetkililerine bildirdim. Belki şoförlerine gerekli ikazları yaparlar.

image8
image7
image6

Bu arada hemen yazayım. Bu işi yapan birkaç firma var. Hatta bazılarının renkleri dahi ayni. Siz siz olun kırmızı otobüslerden üzerinde “Gray Line” yazanı kesinlikle tercih etmeyin. Adamlar engelli bölümüne katlanır 4 adet koltuk koymuşlar. Buraya normal yolcular haklı olarak oturduklarından, otobüs şoförü sizi araca almıyor. Söylendiğinizde ise “yetkililere şikayet edin” diyorlar. Bizim bilgisizliğimize geldi bilhassa Lisbon’da sıkıntı yaşadık. Sarı ve mavi renklilerde var ama onları incelemedim. Mutlaka engelli yerlerine bakmadan bilet almayın. Katlanır koltuk varsa o şirketten uzak durun. “engeiliyle uygun” denilen ve üzerinde engelli işareti bulunan otobüslerin bu uygulaması yanlış. Engelli insanları resmen kandırıyorlar. Bu konuda da şikayetimi bildirdim. Artık ne kadar değer veririler bilmiyorum.

Portekiz’in en güzel şehirlerinden bir olarak kabul edilen Porto’yu bahar aylarında gitmekte yarar var.Tabi bu benim gibi sıcağı sevmeyenler için geçerli. Yazın sıcaklık 40 derece oluyormuş. Yanınızdan şemsiyeyi eksik etmeyin. 12 bölgeden oluşan Porto’nun gezilecek yerleri 1.bölgede yer alıyor. Porto diğer şehirlere ve Lisbon’a göre ucuz bir şehir. Otel fiyatları da makul. Porto şehir merkezi 1996 yılından beri UNESCO Dünya Kültür mirası listesinde yer alıyor. Porto bir sahil şehri. Foz bölgesi Atlantik okyanusunu kıyısında yer alıyor. Bende ilk defa bir okyanusu burada gördüm.

image7
image9

Şimdi şehrin önemli yerlerini bir bir engelli gözü ile incelemeye başlayalım.

Aliados Meydanı

Yukarıdan aşağıya doğru bir eğime sahip olan Portonun en önemli meydanı. Yukarı bölümünde Meclis binası bulunmaktadır.Orta bölümü yayalara ayrılmış olan meydanın bu bölümünde sandalyeniz ile gezinebilir tarihi dokuyu ve atmosferi yaşayabilirsiniz. Porto gezintinizin başlangıç noktası olarak meclis binasının önünü seçerek yüksekten aşağıya doğru inmeye başlarsınız.

image14-3
image13-2
image12-2
image11-2
image10-2

Ribeira Bölgesi

Bu bölgeye ana yola (hop on hop off güzergâhından) en az meyilli yolundan ulaşmanız gerekmektedir. Zira inişler oldukça dik ve Sandalye için tehlikeli olabilir. Taksi ile gelirseniz aşağıya kadar indirmesini isteyiniz. İndikten sonra düz bir sokakta bir tarafta Douro nehri diğer tarafta rengârenk evleri seyrederek güzel bir gezinti yapabilirsiniz. Buradan ünlü demir köprüyü ve karşı sahilde bulunan Gaia’yı seyredin. Yol boyunca sıralanan kafelerin birinde mola verebilir, hediyelik eşya dükkanlarını gezebilirsiniz. Mutlaka gidilmesi gereken bir bölge. Buradaki lokantaların birinde Portekiz’in ünlü yiyecekleri olan Francesinha ve Bacalhau’nun tadına bakabilirsiniz. Bu bölgede uygun tuvalete rastlamadım, bilginiz olsun. Burası da UNESCO Dünya Miras Listesinde yer alıyor.

image16
image15
image19
image18
image17

Balhao Market

Aliados meydanından Caterina caddesine gidilen güzergahta yer alan bu kapalı Pazar yerini rahatça gezebilirsiniz. Hediyelik eşyanızı alabilir, yerel lezzetlerden tadabilirsiniz. Burada engelli tuvaleti bulunmamaktadır. Genel tuvalete gitmek zorunda kalırsanız ağır bir kokuya katlanmanız gerekmektedir. Maalesef gerçek, zira temizlik yok denecek kadar az. Zaten Porto gezinizde tuvalet ihtiyaçlarınızı iyi belirlemeniz gerekiyor.

image20

Katedra (SE)

Kadetral’in içine girmek mümkün olmasa da önündeki terastan enfes Porto ve Gaia manzarası seyredebilirsiniz. Kadetral’in içini benim gibi eşimin çektiği video’dan seyredebilirsiniz. Teras bölgesi düz ve sandalyeye uygun. Burada gezinerek hem kadetrali, hem de manzarayı seyredebilirsiniz. Hop on Hop off güzergahında bulunmaktadır.

image25
image23
image24
image22
image21

Clerigos Kulesi

Hop on Hop off güzergahında yer alıyor. Normal yoldan gelirseniz dik bir yokuşu göze almanız gerekir. Bu nedenle gezi otobüsünün asık suratlı şoförüne katlanmak seçeneği daha akıl karı. Biz dik yokuşu göze aldık ve bayağı yorulduk.Buradan yokuş aşağıya inip Lello kitapçısına ulaşabilirsiniz. Bu kule 1763 yılında inşa edilmiş ve 76 metre yükseklikte. Merdivenle çıkıldığından sadece önünde resim çektirmekle yetindik. Eşim bile 240 basamağı göze alamadı.

image28
image27
image26

San Francisco Kilisesi ve Borsa Sarayı

Güzergaha olan uzaklığı ve uzaktan görünen haşmetli merdivenleri nedeniyle sadece uzaktan seyretmekle yetindik. Engelliye uygunluğu veya tuvalet konusunda bilgi edinemedim. Zaten sanırım sizde buraları gezmeyi zorunlu olarak düşünmezsiniz.

Sao Bento Tren İstasyonu

Mutlaka görülmesi gereken 10 yerden birisi.20.000 mavi çinili fayansla Portekiz tarihi anlatılıyor. Ana kapısı merdivenli ama yandan düz ayak girişi mevcut. Salonda düz ayak. Rahatça gezebilirsiniz. İlginç bir yer. Bol bol fotoğraf çekin.

image32
image31
image30
image29

Foz Bölgesi

Tur otobüsü ile ulaşabileceğiniz Atlantik okyanusu kıyısı. Şehrin düz bölgesi. İlk durakta inin Kıyı boyunca sandalye ile rahatça gezebilirsiniz. İsterseniz ana yoldan isterseniz okyanusa daha yakın olan kıyı boyunca yapılan beton yoldan gidebilirsiniz. Burada yer alan kafelerde mola verip dinlenebilirsiniz. 3 km.lik yol üzerinde şehir parkı, akvaryum, quijo kalesi, Sao Joao Baptista kalesi ve passeio Alegre parkını görebilir, gezebilirsiniz. Orada olduğumuz gün deniz bol dalgalıydı. Muhteşem bir görüntü vardı. Yol üzerinde paralı tuvalet kabini vardı.İçine girmedim. Mutlaka gezilmesi gereken bir bölge. Mutlaka gidin ve bir okyanus ile buluşun.

image37
image36
image35
image34
image33

Lello Kitapçısı

Clerigus kulesinden tatlı bir meyille aşağıya doğru ilerleyin. 1906 yılında yapılan nefis bir yapıt. Giriş ücretli. Engelli olarak bu parayı vermeye gerek yok. Dışarıdan gördüğünüz kadar yerde gezebilirsiniz. Ama bu bile kalabalıktan zor olabilir. Merdivenlerden çıkamayacağınız için dışarıdan seyredin ve fotoğraf çekin.

image41
image40
image39
image38

Gaia Bölgesi

Portoda bulunan Douro nehri şehri ortadan bölüyor gibi gelebilir. Ancak karşı kıyı artık Porto değil.Başka bir şehir adı Gaia. Tur otobüsü ile ulaşabilirsiniz.Burada da yol boyunca sandalye ile rahatça gezebilir, nehri, nehirdeki eski şarap teknelerini, Louis köprüsünü ve karşıda bulunan muhteşem manzarası ile Ribeira bölgesini ve tarihi evlerini seyredebilirsiniz.

image46
image45
image44
image43
image42

Burada bir çok şarap fabrikası ve şarap mahzenleri ve kafeler bulunmaktadır. Bunları birisine girdim. Girişte lift bulunmakta.Şöyle bir dolaşabilir, alış veriş yapabilirsiniz. Şarapları tatmak ücretli. Bu konuda fazla bilgim olmadığından tatma işlemi yapmadan, benim gibi önünde bulunan kafede oturup bir şişe şarap açtırabilirsiniz.

image48
image47

Yarım günü burada rahatça geçirebilirsiniz. Burada bulunan ve tekerlekli sandalyeye uygun önlemlerin alındığı teleferiğe binip biraz daha yukarıdan bu eşsiz manzaraları görme imkanınız olabilir.

image51
image50
image49

Seealves Museum ve Parkı

Tur otobüslerinin güzergâhında bulunan bu müze ve bahçesi tekerlekli sandalyeye uygun. Meraklı iseniz belli bir ücret karşılığında bu müzeyi ve bahçesini gezebilirsiniz.

Santa Caterina Caddesi

Şehrin trafiğe kapalı ve ünlü bir caddesi. Hafif bir meyil var ancak fazla yormuyor. Bu cadde üzerinde yukarıda bahsettiğim dünyaca ünlü Majestic kafe, mavi cinili Almas Şapelini, Carmo ve Carmelitas kiliselerini görebilirsiniz. Ayrıca cadde üzerinde popüler mağazalar bulunmaktadır.

image52

Fado

Portekize gelipte “fado” dinlemeden olmaz diyerek adını daha önceden not aldığımız Guarny adlı (1933 yılında kurulmuş)mekana gittik. Mekan düz ayak ve tekerlekli sandalyeye uygun. Hem yemek yedik hem de bir kadının söylediği şarkıları dinledik. Fiyatlar makul geldi.Adam başı 20 euro. Fado kelime anlamıyla tam olarak bilinmese de “kader””alınyazısı”olarak tercüme edilebilir. Denize açılan Portekizlileringeride bıraktıkları eş veya yakınlarının onları bekledikleri uzun zaman boyunca yaktıkları ağıt olarak anlatılıyor.Açı, hüzün, isyan ve özlem hepsinin bir karışımı. Şarkıları söyleyen “fadista” (fado söyleyen kişilere verilen ad buymuş) tamamı nerdeyse siyah elbiselerle sahneye çıkıyor ve her şarkıdan önce şarkının hikayesini anlatıyor. Gitmişken, fazla pahalı olmadığı da düşünülerek eksik kalmasın derim.

image55
image54
image53

Burada bulunan ünlü tramvaylar tekerlekli sandalye için uygun değil. Sadece önünüzden geçerken seyrediniz. İlginç bir rotası olduğu söylenen bu tramvaylara binememek şehrin tarihi dar sokaklarını görememek yönünden bir kayıp sayılabilir. Siz yakın bir kafede dinlenirken, refakatçinizin bu ünlü tramvaya binebilir. Her zaman belirttiğim gibi ben yazılarımda mekanlar için kısa bir bilgi vermekle yetinmekteyim. Zira asıl amacım mekanların tekerlekli sandalyeye uygunluğunu ortaya koymaktır. Bu mekanlar hakkında bilgiyi bir çok gezi sitelerinden çok daha detaylı olarak alabilirsiniz.Sonuç olarak Porto yukarıda bahsettiğim iniş çıkışları nedeniyle yaşaması zor ama, iyi bir güzergah planlaması ile tekerlekli sandalye gezilebilecek güzel bir şehir.

Santa Caterina Caddesi