Basından

Eyüp Can’ın Köşe Yazısı (Hürriyet Gazetesi)

By Ağustos 21, 2015Nisan 25th, 2021No Comments

İnsanların, engelli insanların yaşadıklarını tam olarak bilmesi haklı olarak mümkün değil. Normal insanların zaman zaman yaptıkları tekerlekli sandalye ile gezme, kulaklarını tıkama ve gözlerini bağlayarak gezme gibi etkinliklerle de engelli yaşamayı birebir anlamak mümkün değil. Engelli insanların yaşadığı zorlukları ancak engellinin kendisi ve onunla yaşayan yakınları bilebilirler. Birazda onların akrabaları ve yakın komşuları. Bunun dışında belirttiğim gibi normal insanların bunları bilmesi mümkün olamamaktadır.
Ancak bunu anlamanın bir yolunun da bebek puseti kullananların olabileceğini, Eyüp Can’ın 16.01.2007 tarihli Radikal Gazetesindeki köşesinde yazının okumadan önce hiç düşünmemiştim. Eyüp Can bebeğinin pusetini kullanırken yaşadıklarından sorunlardan konuyu engelli insanların yaşadıkları zorluklara getirmesi ve yerinde bir irtibat kurması ile anlamış oldum. Bu yazının bir bölümünde Eyüp Can “İtiraf edeyim Türkiye’de engelli olmanın gerçekten ne demek olduğunu, yarın 4. ayını dolduracak kızım Şehrazat Zelda sayesinde öğrendim. Çok şükür Zelda’nın herhangi bir fiziksel engeli yok. Fakat ne zaman onu pusetine yerleştirip dışarı çıkarsak, eve kendimizi zor atıyoruz. Bir bebek arabasıyla İstanbul sokaklarında yürümenin neredeyse imkansız olduğunu kızımla yapamadığımız yürüyüşlerden sonra anlıyoruz.
Durum gerçekten vahim…
Kızım üç-beş ay sonra ayakları üzerine doğrulup annesi ve benimle yürüyüşe çıkabilir.
Peki ya hayatı boyunca tekerlekli sandalyeye mahkum olan milyonlarca engelli?
Onlar kaderlerine küsüp evlerinde mi bekleyecek?” demektedir.
Bu yazısı üzerine yaşadığımız sorunları kendisine ilettim. Kendisi de bir jest yaparak yazımı 18 Ocak 2007 tarihli gazete köşesinde aynen yayınlayarak yaşadığımız zorlukları okurları ile paylaşmış.
Eyüp Can’ın köşesindeki yazısı şöyle;
4 aylık kızımla engelleri aşmaya gidiyoruz:

Engelleri aşmaya çalışan sergi

16 Ocak 2007
Oldum olası doğum günü kutlamalarından çok hazzetmedim.
Fakat yarın 4. ayını dolduran kızım Zelda’yla Dolmabahçe Sarayı Sergi Salonu’nda sürpriz bir kutlama yapmak istiyorum.
Kutlama dediysem öyle ‘pasta kesmek ve mum üflemekten’bahsetmiyorum.
Bebek arabasında kızımla birlikte yarın Tempo Dergisi’nin öncülüğünde hazırlıkları bir yıldır süren Serdar Bilgili’nin ‘Engelleri Kaldıralım’fotoğraf sergisini turlamayı kastediyorum.
Durun hemen ‘ne alaka?’ diyerek tepki göstermeyin anlatacağım.
Hafta sonu Serdar Bilgili ile birlikteydik. Pazartesi akşamı açılan sergisinin son hazırlıklarından dolayı heyecandan yerinde duramıyordu.
Öyle ki bir ara ‘inan bugüne kadar yaptığım hiç bir şey beni bu kadar heyecanlandırmadı’ dedi.
Ne milyon dolarlık iş görüşmeleri, ne de başkanlığını yaptığı dönemde Beşiktaş’ın şampiyon olması!
Elbette bu başarılar çok kıymetli.
Fakat Serdar Bilgili tüm yaptığı işlerin dışında ilk defa toplumsal bir soruna sanatçı duyarlılığı ile alabildiğine çıplak bir biçimde parmak basma şansını elde etti.
Nitekim çektiği fotoğraflar, Türkiye’de engellilerin yaşadığı engelleri aşmak için çok önemli bir fitili ateşledi.
Tempo’nun kararlı yayınları ve serginin insanı allak bullak eden fotoğrafları, ilk defa bu sorunu ‘acıyarak’ değil, gündelik yaşamın içinde tutkuyla varolarak görmemizi sağladı.
Dolmabahçe Sarayı’na gidin ve görün sergiyi.
Tüm çıplaklığı ile yaşama sarılan o insan yüzlerini-bedenlerini gördükten sonra ‘acınacak olan engelliler değil, duyarsızlığımız ve yasasızlığımızla onları toplumsal yaşamın dışına iten bizleriz’diyeceksiniz.
Bedenlerin cesurca sergilendiği fotoğraflara baktıkça, onları işte-sokakta-parkta kamusal hayatın her alanında neredeyse gizlenmek zorunda bırakan zihniyete lanet edeceksiniz.
Düşünün öyle bir ülkede yaşıyoruz ki bugün Türkiye’de kaç engelli olduğunu bile tam olarak bilmiyoruz. Türkiye İstatistik Kurumu’na göre 1 milyon 772 bin engelli vatandaşımız var. Resmi olmayan istatistikler ise bu rakamın 8 milyonun üzerinde olduğunu söylüyor.
Peki nerede bu insanlar?
Evlerinde!
Çünkü ne sokaklarımız, ne yollarımız, ne parklarımız, ne okullarımız, ne de iş yerlerimiz onların evden çıkmalarına müsaade ediyor.
Genel nüfusun %13’ü okuma yazma bilmezken, engellilerde bu oran %36.
Dahası sayıları 8 milyonu geçen engellilerin %78’i işgücüne dahil değil.
Türkiye bu ayıptan kurtulmak için 2005 yılında Özürlüler Yasası çıkardı. Fakat kamusal alanın özürlülere uygun hale getirilmesi için 2012’ye kadar süre verildi.
Yasa çıkalı neredeyse 2 yıl oldu. Çıkan yönetmelikler bırakın yasanın kademeli olarak uygulamaya geçmesini adeta işlemez hale getirdi.
Çalışma hayatında dezavantajlı grup olarak değerlendirilen engellilere destek olmak isteyen işverenlere vergi ve kıdem avantajları getirilecekken, yönetmelikler işverene hiçbir teşvik içermeden çıkarıldı. Tam tersi yükümlülükler getirdi.
Bir anlamda nüfusumuzun %10’undan fazlasına en az 7 yıl daha evinizde bekleyin denildi.
İşte Tempo ve Serdar Bilgili, bu milyonlarca engelli arasından yüzlercesini fotoğraflayarak en zayıf görünen bedenleri üzerinden; hayır evimizde değil, olmamız gereken yerde bekleyeceğiz’ mesajı verdi.
İtiraf edeyim Türkiye’de engelli olmanın gerçekten ne demek olduğunu, yarın 4. ayını dolduracak kızım Şehrazat Zelda sayesinde öğrendim.
Çok şükür Zelda’nın herhangi bir fiziksel engeli yok.
Fakat ne zaman onu pusetine yerleştirip dışarı çıkarsak, eve kendimizi zor atıyoruz.
Bir bebek arabasıyla İstanbul sokaklarında yürümenin neredeyse imkansız olduğunu kızımla yapamadığımız yürüyüşlerden sonra anlıyoruz.
Durum gerçekten vahim…
Kızım üç-beş ay sonra ayakları üzerine doğrulup annesi ve benimle yürüyüşe çıkabilir.
Peki ya hayatı boyunca tekerlekli sandalyeye mahkum olan milyonlarca engelli?
Onlar kaderlerine küsüp evlerinde mi bekleyecek?
‘Engelleri Kaldıralım’ sergisini gördükten sonra benim cevabım‘Hayır!’
Eminim yarın sergiye birlikte gideceğim kızım da pusetinden resimleri izlerken bana hak verecek.
Çünkü Serdar Bilgili sadece fotoğrafları çekmekle kalmamış sergi salonunu girişinden itibaren kızımın puseti, engellilerin tekerlekli sandalyeleriyle ‘hiçbir engelle karşılaşmadan’ dolaşabileceği bir mekana dönüştürmüş.
Zaten hafta sonu son hazırlıkları yaparken yaşadığı telaş bu yüzdenmiş.
Çok minik bir maliyetle kaldırımlara iniş çıkış için rampalar koydurtmuş. Merdiven engelini aşmak için alternatif güzergahlar çizmiş. Tuvaletleri engellilerin kullanabileceği standarda yükseltmiş.
Sadece fotoğraflarda değil, mekanda da engelleri kaldırmış.
Kızıma bundan daha güzel bir 4. ay sürprizi olabilir mi?
Hürriyet Gazetesi: 4 aylık kızımla engelleri aşmaya gidiyoruz: Engelleri aşmaya çalışan sergi

‘Özürlüysen evinde otur be adam!’

18 Ocak 2007
Hiç adetim değil.
Normalde köşemi bütünüyle bir başkasına ayırmam.
Fakat ‘Engelleri aşmaya çalışan sergi’ başlıklı yazım üzerine öylesine yalın ve çarpıcı bir mektup aldım ki, tamamını yayınlamasamLevent Karagöz’ün şahsında tüm engellilere haksızlık etmiş olacaktım.
İşte 4 aylık kızımla yaşadığım zorlu mücadelenin ötesinde Türkiye’de engelli olmanın ne demek olduğunu tüm çıplaklığı ile yüzümüze tekrar çarpan o yazı.
 Sayın Eyüp Can;
Yazınızı okudum. Bu konuyu köşenize taşıdığınız için teşekkür ederim. Bu kampanya ya katılan bir engelli olarak öncelikle Tempodergisine ve özellikle özel bir insan olan Nuray Soysal ve onun cana yakın ekibine aracılığınızla teşekkür etmek isterim.
Ayrıca Serdar Bilgili’ye de verdiği emekler için teşekkür ederim.
Bu kampanyaya katılmaktaki en önemli amacım diğer engelli insanlara somut bir örnek olabileceğim yaklaşımıdır.
Yoksa devletin, belediyelerin, toplumun konuya dikkatini çekmek değil.
16 senelik bir engelli olarak bu kurumlardan maalesef pek ümitli değilim. Sizinde yazdığınız gibi düzenleme yapmak için 7 sene süre tanınması bile tek başına bir samimiyetsizlik. Size şimdiden söyleyeyim 7 sene sonrada bir şey yapılmayacak ve 5 sene daha ek süre tanınacaktır.
Çok uzun yazmak istemiyorum ama sadece son birkaç ayda yaşadığım bazı somut örnekler vermek istiyorum. Bırakın gezip tozma yerlerinin (sinama tiyatro, sergi salonları, müzeler  vb gibi yerler) durumunu, mecbur olarak gitmek zorunda olduğumuz yerlerden bahsedeceğim.
Lütfen çocuğunuzun 5. ayında pusetinizi alın Bakırköy Adliyesine gidin aracınızı nereye park edeceksiniz, adliyeye nasıl ulaşacaksınız bir bakın?
İçeriye girmeye bir çalışın kapısı olmayan daha doğrusu iptal edilen bu binaya nasıl giriliyor nasıl çıkılıyor bir görün. Ve de 2. kattaki bir duruşmaya götürün bebeğinizi bakalım nasıl çıkacaksınız o merdivenleri, puseti devirip bebeğinize bir şey olmamasını nasıl sağlayacaksınız?
Tebligatta diyor ki gelmezseniz polis zoru ile gelirsiniz. Hakime bildiriyorsunuz durumunuzu ‘birkaç adam tutsunlar çıkarsınlar’yanıtını alıyorsunuz.
Bir dahaki çağrıda polisi beklemeyi ve zorla götürülmeyi tercih edersiniz.
Nasıl olsa onlar çıkartmak zorunda!
Yine Bakırköy devlet hastahanesine gidin, aracınızı nasıl park edeceksiniz?
Sayın doktorlara özel parklar ayrılmış ama bir özürlü araç parkı yapılmamış.
Çektiğimiz eziyeti gördüğü halde kılını kıpırdatmayan otopark sorumlusu, ‘yukarıda yer alan ufak bir yerde aracınızı park edin’diyor ama yer bulmanız mümkün değil!
Ayrıca bulup ta park etseniz aracınızın arkasına birisinin park etmesi ve orada birkaç saat beklemeniz çok muhtemel…
Önümüzde secim var ve pek tabi olarak oy kullanacağımız sandık geçen seçimde olduğu gibi 4. katta olacak ve biz anayasal hakkımızı kullanmakta zorluk çekeceğiz.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Sadece başıma gelenleri aktarıyorum.
Mesela özürlü raporu veren servis, asansörü çalışmayan hastahanenin 4. katında olabiliyor bu ülkede. Ya da bir alış veriş merkezinde engelli olduğunuz için normal asansör yerine yük asansörüne yöneltilebilirsiniz.
Karayolunda ceza yazan polis, aracınızı kuyruğun uçuna gönderebilir ve cezayı ödemek için aracına gelmenizi  söyleyebilir.
Rezervasyon yaptırıp 5 yıldızlı otele gidersiniz ama banyo kapısında tekerlekli sandalyeniz  sığmayabilir.
Özürlü park yerinde her zaman normal araç sahiplerinin park ettiğini görebilir, bir katlı bir iş merkezinde boş asansör için 15 dakika bekleyebilirsiniz.
Dahası hiç bir insan oradan çıkıp ta size öncelik tanımaz.
Bir trafik memuru tüm gücüyle size ‘Özürlüysen evinde otur be adam’ diye bağırabilir. Belediyenin sosyal tesislerinde sizi bir merdiven karşılayabilir!
Fazla zamanınızı almamak için örnekleri uzatmıyorum ama lütfen şunu da göz önünde tutunuz. Bunlar meslek sahibi, maddi durumu orta düzeyde olan, yüksek okul mezunu ve İstanbul’da yaşayan bir özürlünün tespitleri.
Varın ufak bir taşra kasabasında yaşayan  geliri olmayan engellinin durumunu bir düşünün.
Gelin bu işin adını net koyalım: Bu zihniyet tek kelimeyle ayırımcılıktır. İnsan hakkı ihlalidir. BM İnsan hakları beyannamesi, Avrupa birliği mevzuatları, Anayasamız hepsi bu konuya yer ayırmış. Ama ülkemizde uygulama çok çok yetersiz.
‘Bir tane insan hakları ihlali vardır o da kişiye farklı davranmaktır’ diyor Prof.Dr.İonna Kuçuradi
Lütfen bebeğiniz büyüyene kadar bizim yaşadıklarımıza benzer şeyleri siz de tecrübe ediniz. Yazılarınız belki bazılarını bir şeyler yapmaya zorlar.
Ama dikkat edin kızınızla engelleri aşmaya çalışırken bir trafik memuru da çıkıp size; ‘çocukluysan evinde otur be adam!’ diyebilir.
Der mi der!